İnsan yaratılışı gereği sezgisel ve zihinsel olarak oldukça güçlüdür. Bedeni ve zihni yer yüzünde hayatta kalacak şekilde tasarlanmış ve gelişime, öğrenmeye keşfetmeye açık halde programlanmıştır. Aslına bakacak olursak her insan bu yeteneklerle doğar ve her insan doğduğunda bir deha adayıdır. Sonrasında yaşam içerisinde doğru kullanılan ya da kullanılmayan bu yetenekler değişir. Ülkelerin eğitim sistemleri ve sonrasındaki ekonomik ve kültürel gelişmişlik seviyeleri bunun en güzel örneği hatta kanıtıdır.
Her insan kendi iç dünyasını ve hazinesini keşfedebildiği ve onun geliştirebildiği ölçüde yeteneklidir. Toplumların bu hazinelerin birleşmesi ve birlikte çalışma kültürü ile geliştiğini unutmayalım.
Problem kavram olarak ilk bakışta dilimizde negatif bir çağrışım yapsa da buna İngilizlerin dediği şekilde ifade edersek “challenge” dediğimizde; meydan okuma ya da daha doğrusu çözüm için bir davet anlamına gelir. Problemin varoluşu başlı başına insanı çözüm için harekete geçmeye davet eder.
İnsan tüm duyuları ile bu problemi hisseder ve deneyimlerse çözüme asla kayıtsız kalamaz ve her insanda farklı deneyimler ve hissiyatlar oluşturacağı için bir ekip çalışması ile birbirinden farklı çözüm ve fikirler
üretilebilir.
“Her problem kendi çözümünü içinde barındırır.” Bu söz sadece problemi gerçekten hisseden yaşayan ve doğru anlayan kişi için geçerlidir. Aksi halde çözüm asla keşfedilemeyecektir.
Problemin tanımlama süreci bizi çözüme götüren bir araçtır. Bu aracı doğru kullanmalısınız. Doğru bir tanımlama için yapılacak ilk şey problemi keşfetmektir. Keşif yapılabilmesi için ise insanın o andaki farkındalığının yüksek olması gerekir.
Örneğin bir seminerde sahnede aklıma gelen basit bir problem tanımlama sürecinden bahsetmek isterim. Sunum sırasında tasarımcının önce keşfetmesi gereken şeyi yani problem kavramının ne olduğunu küçük yaştaki öğrenci kitlesine anlatmam gerekiyordu.
O anda pür dikkat beni dinleyen ve birkaç hafta önce engelliler haftasını empati vurgusu ile işlemiş öğrenci topluluğuna ani bir soru sordum. Şansım empati seviyelerinin yüksek olmasıydı ve bunu biliyor olmamdı. :)
Aniden onlara yaklaştım ve bir soru sordum:
“Şu anda aranızda bir engelli arkadaşınız olsa ve ben onu sahneye davet etsem yanıma gelebilir mi? “ Soruyu tekrarladım ve onlara sahneye çıkmak için herhangi bir yardımcı araç olmadığını gösterdim. Yani o salonda basit bir engelli rampası yoktu. Onlara direk çözümü sormak yerine problemi hissetmeleri için soruyu genişlettim. Sahneye çağırdığım yürüme engeli olan kişi sen olsan ve o an sahneye gelemesen ne hissederdin?
Problem keşfedildi, hissedildi şimdi anlama vakti ve çözüm için artık çok enerji harcamam gerekmiyordu :) Anlık olarak basit bir soru ile salondaki bir problemi keşfetmiş, çocuklara keşfettirmiş ve en değerlisi de hissettirmiştim sonra ne yapılmalı dediğimde aslında cevap hazırdı. Yaşam içindeki deneyimlerinden destek alarak birçok çözüm önerisi yaptılar. Süreç başarılıydı ve problemi hayatın içine hatta gerçek zamana uyarlayarak ne olduğunu anlatmaya çalıştım. Aslında problem dediğimiz kavram çevremizdeki neredeyse her şey. Çözümü bulunan bir problem kısa süre sonra bir ürüne, deneyime hatta fikre dönüşür. O artık bir problem değil birçok girişimcinin tabiri ile fırsat! Olur.
Fırsatları keşfetmek için problemleri çok iyi anlamak ve özümsemek gerekir.