Empati mi Yapıyorum Yoksa Hikâye mi Yazıyorum?

Çocukluğumuzdan itibaren sosyal ilişki kurduğumuz insanlara karşı saygılı ve anlayışlı davranmamız gerektiği öğretilir. Bana öğretildi en azından.

Anlayışlı bir insan olabilmek için karşımızdakinin hayatını, köklerini, düşüncelerini iyi analiz etmeliyiz.

Özellikle uzun vadede iletişim içinde olduğumuz insanlara karşı daha çok önem taşır bu analiz. Bunu o kişinin davranışlarını anlayabilmek ve sözlerinden gereksiz manalar çıkarmamak için yaparız. Aslında kendi hayatımızı kolaylaştırmak isteriz.

Theodor Lipps, empatiyi, kendimizi karşımızdakine benzetmeye çalışmak, onu içimizde hissetmek ve özümseyerek anlamak olarak tanımlıyor. 

Zaten doğuştan EQ’sü yüksek, aşırı hisli insanlar için bu empati denen şeyin bir lanete dönüştüğünü söylemek isterim. Kendimden biliyorum, bence bazılarınız da biliyor bunu. Empati başkalarının ruhunu giymekse eğer benim ruhum, vücudumun olmadığı kadar fit bu konuda. Öyle ki, insanları geçelim, oyuncaklarına isim koyduğu yetmiyormuş gibi onlara karakter de yazan biriydim. 7 yaşımda her akşam bir oyuncağıma sarılıp uyuma kararı alıp, sabah onlarca oyuncakla uyanırdım. Bana bakıyorlar ve tercih edilmediklerini düşündükleri için üzülüyorlar gibi gelirdi. Beni kınamayın, empati yapın.

Büyüdükçe bu herkesi ve her şeyi çok sevme laneti kendini belli eder oldu. Beyaz tavşanın peşinden ağaç kavuğuna giren Alice’ten bir farkınız olmuyor bir süre sonra. O sevimli beyaz tavşan size neden zarar versin ki?

Sosyal hayatınızda iletişime girdiğiniz herkes hızlıca “tatlım, canım” olur mesela.

Bir de size hayatıyla ilgili bir kaç anekdot anlatmaya görsün, zihniniz empati yapacağım diye aldığınız bilgiye katıyor da katıyor. Sonunda o kişi acıların çocuğu olur bir anda. Yardıma ihtiyacı vardır diye düşünürsünüz. En güzel ve dramatik hikâyeyi yazarsınız onun hayatı için, “Bundan sonra çok mutlu olsun.” diye düşünerek fedakârlık listesi yapmaya başlarsınız fark etmeden. Sonunda kişisel sınırlarınız kalmaz, karakteriniz zayıflar, empatiyi “o” ya da “onun kahramanı” olmak üzerine yazdığınız hikâyeye çevirirsiniz.

Bu abartılı empatinin altında birçok sebep var. Mesela kınayan olmak istemez insan. Kalp kırmak, fikir ayrılığına düşmek, uyumsuz kalmak istemez. Zaten hassas bünyesi “Ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza Bey.” repliğini yalayıp yutmuştur.

Ana hatları belli, ayrıntılarını yazdığımız hayat senaryomuzun baş karakteri olmak yerine, empati adı altında yazdığımız diyaloglara figüran olmak, seçilmiş kader olmamalı. Sosyal düzeni, kendi kendimizi dolduruşa getirip yazdığınız hikayelere alet etmenin alemi yok. Hele hele empati yapıyorum sanarak dramlardan dramlara savrulup, mağduriyet dolu bir ömür sürmenin hiç anlamı yok. 

Şimdi silkelenin ve söylenmemiş sözler, gerçekleşmemiş olaylar ve tanımadığınız hayatlar için masal uydurmaktan vazgeçin.

Kendinizden emin, doğru empatiyle anlayışlı ve saygılı kalabilmenin huşusuna ermeniz temennisiyle…

Instagram

Popüler İçerikler

Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı