Günlük deneyimlerimizin çoğu beynin bu iki bölümünün etkileşimi ile gerçekleşir. Prefrontal korteks mantıksal analiz, gelecek planlamaları ve kendi kendini kontrol etme işlevlerini yerine getirir. Limbik sistem, motivasyon ve duygudan sorumludur. Burada özellikle üzerinde duracağımız Limbik sistemin parçalarından biri olan, savaş-kaç ve donma tepkilerinden sorumlu olan korku ve öfke duygularında kilit bir rol oynayan Amigdala olacak.
Prefrontal korteks; olayları derinlemesine ve analitik ve karmaşık olarak düşünme, olayların nedenlerini ve geleceğe yönelik etkilerini anlama yeteneğine sahipken, Amigdala ve diğer Limbik yapılarda bu durum çağrışıma dayanır. Geçmiş deneyimlerin bize çağrıştırdığı anlamlar doğrultusunda tepki vermemize neden olur.
Beyin anatomisi ve evrimine bakıldığında; Limbik sistem yani orta beyin yapıları ilk evrimleşen kısımdır. “Sürüngen beyni” olarak da bilinir. Prefrontal korteks ise çok daha sonra, insan evrimi sırasında evrimleşmiştir.
Prefrontal korteks, bir problemi çözmek için bilinçli, yoğun, yavaş ve dikkatli düşünür. Amigdala ise otomatik, dürtüsel ve aşırı hızlı tepki verir. Buradaki tek bir anı yansıtan görüntüleri düşünün. Amigdala karşılaştığı tüm tehdit edici durumları aynı buradaki örnekte olduğu gibi karelere böler.
Kısacası; Prefrontal korteksiniz kedilerden korkmanın mantıksız olduğu mesajını veriyor olsa da Amigdala sizi o 3-4 yaşlarında gördüğünüz devasa boyuttaki belirsiz nesneye ulaştırarak alarm durumuna geçirir.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu olan danışanlarda geçmişe dönüşleri tetikleyen mekanizma da budur. İş yerinde mobbinge uğrayan bir danışanın iş yerindeki telefonun sesiyle aynı zil sesine sahip telefonların sesini duyduğunda orada yaşadığı anılara dönmesi, saldırıya uğradığı odada bulunan belli renk ve desenleri bir başka ortamda gördüğünde midesi bulanan ve ortamdan kaçınan danışanlar… Aralarında nedensel bir bağlantı olmasa da beynimiz yaşadığımız olaylarla belli nesneleri, kokuları, tatları, renkleri bu anılarla eşleyebilir. Bunu Amigdalanın çağrışım yoluyla bilgiyi işlemesi üzerinden yapar.
Limbik sistemin sindirim sistemi, kalp atış hızı, nefes alma ve hormon üretimi gibi pek çok biyolojik işlevimizi etkileyen sinir ağları üzerinde etkisi bulunmaktadır.
EMDR (Eye Movement Desensitization and Reprocessing)
“Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme” anlamına gelen EMDR, 1987 yılında Dr. Francine Shapiro tarafından rahatsız edici düşüncelerin şiddetini azaltabildiğinin tesadüfen keşfedilmesi sonucu bulunmuştur. Dr. Shapiro bu etkiyi travmaya maruz kalan kişiler üzerinde bilimsel olarak incelemiştir. EMDR standart protokolleri olan bütüncül bir terapi yöntemidir.
EMDR teorisinin temelini oluşturan Adaptif Bilgi İşleme Modeli’ne göre; beynimiz yaşanan her anıyı dışarıdan gelen bir veri şeklinde duygu, düşünce, bedensel duyum ve imge (koku, tat, ses, görüntü) olmak üzere 4 farklı kanaldan kaydeder. Bu anılar birbirine bağlanarak anı ağlarını oluşturur. Zil sesi ve renk örneğinde olduğu gibi. Böylelikle o deneyimle ilgili öğrenme gerçekleşir.
Sistem normal bir şekilde çalıştığında ruh sağlığı ve gelişimi öğrenme ile desteklediği için adaptif ve uyumlu olarak kabul edilir.
Ancak travmatik veya rahatsız eden olaylar yaşadığımızda sistem bozulur ve yeni bilgilerin işlenip mevcut anı ağına entegre olmasına engel olur. Duygular, düşünceler, imgeler, sesler, beden duyumları yaşandığı haliyle depolanmaktadır. Bu nedenle bugün yaşanan bazı durumlar bu izole kalmış anıları tetiklerse, kişi o anının bir kısmını ya da bütününü yeniden yaşar gibi etkilenmektedir.
Burada hedef, geçmişte yaşanan anıların yeniden işlenerek duyarsızlaşmanın sağlanmasıdır. Daha basit bir dille ifade etmek gerekirse; yaşanılan travmatik anının olay örgüsü parçalıdır. Yani olay başlangıç ve bitişiyle bir bütün olarak hatırlanmaz. Tek bir kare ve o kareye dair duygu yoğunluğu vardır.