Ekrem İmamoğlu'nun 145 Yıllık Mücadelemiz Dediği Demokrasimizin İlk Adımı 1. Meşrutiyet'in Kısa Tarihi

145 yıllık tarihi ile Türkiye, en eski demokrasilerden birine sahip. Kimi zaman kesintiye uğrasa da yoğun mücadeleler, fedakarlıklar ile kazanılan bu başarı hiçbir zaman yok edilemedi. Bundan sonra da edilemeyecek.

Kaynak: 1, 2, 3, 4

Uzun yıllar boyunca üç kıtada hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu, 19. yy’a gelindiğinde kendisini büyük bir sorunlar havuzunun içinde bulur.

Viyana kapılarında duran yükselme, zamanla yerini gerilemeye ve hatta dağılmaya bırakır. Osmanlı, uzun yıllardır toprak kaybetmektedir.

Saray, anca böyle üzgün üzgün takip edebiliyordu süreci...

Ekonomik olarak dış borca olan bağımlılık ve Fransız Devrimi’nden sonra yükselen milliyetçilik de en az toprak kayıpları kadar büyük bir problemdir.

Henüz 28 yaşında tahta çıkan 2. Mahmut bu sorunun çözümünü modernleşmede görmüş, ancak istediğini elde edememiştir. Yaptığı tüm hamlelere karşı gerileme durmamıştır.

1939 yılında onun yerine gelen Abdülmecid, o güne kadar atılmış en ciddi adımı atar. Tahta geçtiği yıl ilan ettiği Tanzimat Fermanı ile sınırları içerisindeki herkesi “eşit yurttaş” ilan eder.

Fakat bu durum en başta gayrimüslim halk tarafından tepkiyle

karşılaşır. Müslümanlar ile eşit hak demek, birçok yükümlülüğün altına girmek

demektir.

Özellikle milliyetçi ayaklanmalara karşı yapılan bu hamle başarısız olunca 1856 yılında Islahat Fermanı da ilan edildi. Gayrimüslimlerin hakları arttırıldı. Ancak bu hamle, bağımsızlık yanlılarına hareket alanı açtı ve ayaklanmalarda artış görüldü.

Peş peşe gelen başarısız müdahalenin sonucunda başta ekonomi

olmak üzere durum daha da kötüye gitti. Dış borç sürekli artarken gelen paralar

hiçbir şekilde sanayiye aktarılamadı. Yerli üreticiler birer birer batarken,

yabancı tüccarlar ve sanayiciler zenginleşiyordu.

Bu noktadan sonra müdahaleler Saray’dan değil, alt kademelerden gelmeye başlayacaktı. 1859 yılında gerçekleşen Kuleli Vakası, gizli örgütlenmenin ilk ortaya çıktığı olaydı.

Bunun yanında ordunun da siyasete dahil olduğu ilk vaka

olarak kayıtlara geçti.

Sadece altı yıl sonra kurulan ve Saray’a yönelik bir hareketi başlatan İttifak-ı Hamiyet örgütünde de ordu mensupları görülecekti. Muhalefet, siyasete birinci dereceden müdahale etme isteği içerisindedir.

Bu döneme kadar olan kısım, iki tarafın da başarısız girişimlerinden ibaretti. Tarihi değiştirecek asıl muhalifler, Tanzimat Dönemi’nde belirginleşen fakat 1865’de kurulan Genç Osmanlılar’dır.

Diğerlerinden farklı olarak tamamen sivillerden oluşan örgütün tamamına yakını gazeteciydi. Önde gelenleri ise Namık Kemal, Şinasi, Ali Suavi, Agah gibi isimlerdi.

Kendilerini “aydın geleceğin başlangıcı” olarak gören

cemiyetin hedefi kişiler değil, sistemdi. İlk sorun Tanzimat Dönemi’nde

uygulanan politikalardı. Osmanlı, bu politikalar nedeniyle borçlanmış ve

emperyalizmin hedefi olmuştu.

İkinci sorun ise hesap verilebilirlikti. Mevcut sistemde yürütmeyi sorgulayabilecek bir yasama ve yargı yoktu. Bu eksiklik giderilirse, keyfi hareket edemeyecek olan yürütme de daha dikkatli olacaktı. Bu denetim, halk ve aydınlar üzerindeki baskının da kalkması demekti.

Tanzimat ile basılı yayında büyük bir artış gözükse de henüz 1945 yılında sansür başlamıştı. Polis Nizamı, başta genel ahlaka uygun bulmadığı eserlerin tamamını yasaklama hakkına sahipti. Genel ahlakı belirleyen ise polisti.

1857 yılında çıkartılan Basname Nizamnamesi ile matbaa açılması izne bağlanmış, basılacak eserlere ön denetim şartı getirilmişti.

Yeni Osmanlılar’ın faaliyetlerinin de etkisiyle, ki bunlar

artık tek insan yönetimi için korkulur hale gelmişti, 1867 yılında Kararname-i

Ali çıkartıldı. Gazete ve dergilere uymaları gereken yasaklar bildiriliyor,

devlete de gazete kapatma yetkisi veriliyordu.

Basına uygulanan bu baskının nedeni, Genç Osmanlılar’ın tamamına yakını gazeteci olması ve haklarını basın yoluyla aramalarıydı. Demokrasi taleplerini hep yazı ile dile getirdiler.

Örneğin görseldeki gazete Tercüman-ı Ahval gazetesidir. İlk özel gazete olmasının yanında ilk makaleyi, Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi'ni yazan Şinasi de Genç Osmanlılar'dandır.

1861’de Abdülmecid’in ölümü üzerine tahta geçen Abdülaziz, siyasi ve hukuki alanlarda yeni söylemlere yöneldi. Tüm milletlerden temsilcilerin katılacağı Şurayı Devlet ile hukuk düzeninde reforma gidilmesi büyük bir heyecan yarattı.

Ancak Sadrazam Ali Paşa, atama ile kendi yandaşlarını Şura’ya

doldurunca onun da bir etkisi kalmadı.

Sultanın keyfi yönetimi, uygulanan sansür, halka yönelik baskı, demokratik yöntemlerin kısıtlanması gibi gerekçeler toplumdaki öfkeyi de arttırdı. Mayıs 1876’da başta medrese öğrencileri olmak üzere geniş kesimlere yayılan ayaklanma sultanın tahttan indirilmesiyle sonuçlandı.

Tahta geçirilen 5. Murat’ın psikolojik sağlığını kaybetmesi üzerine de 2. Abdülhamid tahta oturtuldu. Tahta gelmesinin ilk koşulu da meşrutiyetin ilanıydı.

Tarihler 23 Aralık 1876’yı gösterdiğinde, demokrasimizin ilk adımı olan ilk anayasamız Kanun-i Esasi ilan edildi.

www.tarihiolaylar.com

145 yıllık demokrasi mücadelemizde sizce ne kadar ilerledik?

Popüler İçerikler

Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
YORUMLAR
12.04.2019

İnsanlar varlığını bilmediği şeyin yokluğunu çekmez. Bu ülkenin en büyük sorunu hakların hep verilmiş olması. Yani bir başkaları bizim için düşünmüş ve vermiş. Cumhuriyet, demokrasi, kadınlara seçme hakkı vs. vs. Bu yüzden insanımızın çoğu haklarının ne olduğunu bilmeden kolaylıkla devrediyor. Bugün ki siyasetin beslendiği noktalardan biri de bu.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ