Ekranların Yetenek, Güzellik ve Akademik Kariyer Reçetesi: Ahu Çat

Bugün okuyucularıma, ekranların çok yetenekli, çok güzel ve akademisyen bir oyuncusunu tanıtacağım. Aslında ekranlardan onu zaten tanıyorsunuz ama maalesef her eğitimli sanatçının kaderinde olduğu gibi, magazine tamah etmemelerinden dolayı çok görünür olmayı tercih etmiyor Ahu Çat da. Tabii biz bu kuralı kırarak Onedio.com ailesi olarak, başarılı insanların tanınması gerektiğini düşünerek bugün size bu güzel ve özel insanı tanıtıyor olacağım. Haydi buyurun bakalım.

Sizi Barbaros Akdeniz'in Kılıcı dizisinde "Yenge" karakteri ardından Tozkoparan İskender dizisinde “Sema” karakteriyle görünce epey şaşırdık. Taban tabana zıt karakterlerdi. Bu değişimi siz kendi içinizde nasıl yaşıyorsunuz?

Oyunculuğa dair pek çok metot var ancak oyuncu kişisi yolculuğu esnasında kendine en yakın olanı seçer. Benimki biraz daha içgüdüsel ilerliyor açıkçası. Ben alaylı oyuncuyum. Çok kıymetli hocalardan eğitim aldım ancak benim en büyük eğitmenim yedi yaşımdan beri ayaklarımı üzerine bastığım sahne oldu. Gözlem yeteneğimle doğmuş olmam en büyük şansım elbet mesela; Yenge karakterim rahmetli anneannem, Sema karakterim ise kıymetli bale hocam Yıldız Alpar Emiroğlu'nun eseridir aslında. Hayatıma girmiş insanların belirgin özellikleri benim de onları bir heykeltıraşın özveriyle Ahu'nun ruhuyla yontmamla ortaya çıktı.

Bale hocanızı merak ettim açıkçası... 7 yaşındaki Ahu ilk sahneye çıktığında neler hissetti?

Ben baleyi hayatımdaki en büyük kahraman olarak tanımlarım çünkü henüz 7 yaşımda bir çocukken babamın böbrek nakli için iki ağabeyimi ardımızda bırakıp Londra'ya böbrek beklemeye gittik, bugüne kadar yaşadığım en büyük travmadır... Londra'da soğuk, bir odanın içinde çaktırmamaya çalışsa da gecenin belli saatlerinde ağlama sesine uyandığım  annem, her gün hastaneye diyalize giden babam ve İstanbul'da ikinci sınıf öğrencisi olmama rağmen sırf boyum uzun diye dilini bile bilmediğim bir okulda okul idaresinin kararıyla girdiğim üçüncü sınıf ve orada tanıştığım bir arkadaşım benim tüm hayat hikayemi yazdı diyebiliriz. Baleye gidiyormuş ve canım annem bu durumu fark edip beni onun gittiği Royal Academy of Dance’in bale okuluna yazdırdı.

Peki Türkiye'ye nasıl uzandı hikayeniz?

Londra'da bale dersine girdiğimde ne babam ne abilerim ne de annemin çektiği ıstırap geliyordu aklıma. Sadece bedenimin müziği somutlaştırma çabasını hatırlıyorum. Ve uçak iner İstanbul'a... Her şey yolunda; babam böbreğine kavuşmuş abilerim yanımda, annemin sıcak çay servisi bir pazar kahvaltısında babamın elindeki gazetenin arka sayfasına ilişti gözüm, yerimde sarsıldığımı hatırlıyorum. İşte en yakın arkadaşım, bana en zor zamanında sıcacık kucağını açan, kabusumu düşlere çeviren peri oradaydı... Londra'daki bale hocamın ikizi olsaydı onun adı kesinlikle Yıldız Alpar Emiroğlu olurdu.

Peki bale dansçısı olma hikayeniz oyunculukla nasıl buluştu?

İşte bu konuda çok şanslıyım diyebilirim çünkü bale hocam sayın Yıldız hanım bale tekniğini oya gibi bedenimize işlemekle kalmayıp bugün hiçbir özel bale okulunun müfredatında olmayan mimik, jest ve solfej dersleri verirdi bize ek olarak ve onun yüzünde gördüğüm bir sürü tiple o kadar eğlenirdim ki... Müziğin en son tınısı uzay boşluğuna karışana kadar bedenimde de onu hissetmeyi kendisinin o engin ruhundan görmüşümdür. Velhasıl yeteneğimi fark etti aileme iletti ancak ailem kendi tabirleriyle 'elle tutulur gözle görülür' bir mesleğe sahip olmam gerektiğini düşünerek beni koleje yazdırdı oysaki İstanbul Devlet Konservatuarı'nın ilk iki aşamasını geçmiş olmam ve üçüncü aşamamın bir Marmaris tatiline tercih edildiği benim yıllar sonra öğreneceğim güne kadar sandıkta kapalı bekleyecekti.

Anne ve babamın kararıyla koleje girdim, şans bu ya müzikal seçmesi için duyurular asıldı okula. Girmedim, öyle ya ben balerin olacaktım ne işim olurdu tiyatroyla fakat bale yaptığımı bilen hocalarımın ısrarı üzerine tek bir replik bile bilmeden seçmelere girdim. Grease müzikali için sunucu karakterini istedim dolayısıyla. Ertesi gün listede kendimi Sandy olarak görünce yaşadığım duyguyu tarif edemem. O zamanlar vhs kasetler vardı, ben kaç kez döndürüp izledim bilmiyorum ama şu an bile Olivia Newton John'un her mimiği beynimin tüm kıvrımlarında diyebilirim. Ve ben gördüm ki benim içimde benden başka birilerine de yer varmış Sandy geldi ruhuma.

Altı ay sonra babam vefat etti ve halen büyük bir minnetle andığım sayın Osman Öztürk bu performansımız sonucunda beni ve Danny'i oynayan kıymetli arkadaşım Sertaç'ı burslu okuttu. İlk paramı tiyatrodan kazandığım yıl oldu diyebilir miyiz? Deriz bence :)

Bu hikâyenin sonuna bir oyunculuk bölümü kazanma serüveni yakışır öyleyse?

Yooo Cenk Bey, benden kolay kurtulamazsınız buldum anlatacağım :)

Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı şimdiki adıyla Çağdaş Dans Bölümü'nü kazandım ve Babamın vefat etmiş olma sebebiyle annemin yükü daha da ağırdı, annemin isteği üzerine o yıl İngilizce' den sınava girerek İstanbul üniversitesi Latin Dili Edebiyatı'nı kazandım hatta kayıt bile oldum ancak tüm bunların üstüne  henüz kapanmamış olan Yıldız Teknik Üniversitesi çağdaş dans bölümünü de kazanınca belki de ilk baş kaldırımı yapıp evimizin balkonunda annemin önüne kazandığıma dair üç kağıdı koyup anne bu dedim. Ve artık Mimar Sinan öğrencisiydim. Beşiktaş'taki kampüsümüzde bale bölümüyle oyunculuk bölümü karşılıklıdır, o kadar çok ortak projemiz derslerimiz vardı ki... Dünya tiyatrolar günü dünya dans günü cümbüş içinde kutlanırdı o minnacık avluda... Tirat çalışanlar, pirouette çalışanlar, doğaçlama hareket eden dansçılar, enstrüman sesleri bir yandan sesini temizlemeye çalışan şancılar... Belki de bu muazzam yaşam sebepli sanatın bir parçasını diğerinden az ya da çok göremiyoruz bütünsel yaklaşıyoruz.

Peki Sandy ile başlayıp sözlerinizde bir türlü bulamadığımız oyuncu Ahu tekrar nasıl buldu sizi?

Uzun süre uyudu, ta ki bir gün bir dans filmi projesinin provasına gidene kadar. O gün provaya yardımcı kadın oyuncu gelmedi, yönetmen nedendir bilmem okuma provasına benim katılmamı rica etti ve okudum. Sonrasında kendimi Akademi 35 Buçuk'ta kursiyer olarak buldum.

Bir gün Mimar Sinan'dan sınıf arkadaşımla karşılaştım ve devlet tiyatrosunda bir çocuk oyununun koreografisini yaptığını oyuncu eksiğinin olduğunu söyledi ve ben kendimi devlet tiyatrosunda sözleşmeli oyuncu olarak buldum. Sonrasında yönetmenimden gelen özel tiyatro teklifi ardından Sadri Alışık Tiyatrosu'nda başladığım Guguk Kuşu oyunu ve eğitmenlik sürecimden sonra yuvama geri döndüm ve 35 buçuk Akademi'de oyuncu adaylarına beden hareket dersi vermekteyim.

Röportaj yapmadan önce sizi araştırdığımda Tango, krav maga ve yemek tariflerinize de gözüm çarptı ve gördüğüm kadarıyla hepsinin içinde bir benlik yaratıyorsunuz. Biz sizi hangisinde bulabiliriz?

Siz nerde bulmak isterseniz (güler).

Bana göre yemek yapmak, tango yapmak, dövüşmek, bale yapmak, tığ işlemek, örgü örmek, makina tamir etmek... Birinin birinden bir farkı yok. Çünkü girdiğim her alanda görüyüm ki siz emeğiniz için belli bir disiplin oluşturduktan sonra kendi ruh parçanızı yaptığınız işe teslim ederseniz orada çiçekler açıyor... Bir de bakmışsınız bir gün beni tarla biçerken görüp bunun üzerine röportaj yapıyorsunuz (güler) şaşırmayın olur mu? Demek ki yaşam kanalımı o an o mecra besliyor. Yemek yapmak da böyle bir laborantın bir kâşifin merakını bekler. Hiç tahmin etmediğiniz baharatlar, sebzeler ve hatta pişirme sıranız bile sizin ortaya koyduğunuz ürünü biricik kılar 

Henüz vizyona girmemiş olsa da Imdb'den gördüğüm kadarıyla Zehra Amir karakteriyle bir sinema filminde başrol üstlendiniz, televizyon ekranlarında ne zaman göreceğiz?

Ahhh Zehra'm, karda üşüyen papatyam diyorum ben O'na...Umarım buluşur seyircisiyle. Menajerim Ayşegül Bafralı ile yeni projeler için görüşmelerimiz devam ediyor.

Peki sizin bu hayata duyduğunuz heyecanı seyirci olarak nerde şahit olma şansını bulacağız?

Henüz prova aşamasında olan iki kişilik bir oyuna hazırlanıyorum ve içimde yine önüne lego parçaları konmuş en estetik figürü yaratmaya çalışan bir çocuğun heyecanını yaşıyorum, umarım en yakın zamanda buluşuruz.

Bize söylemek istediğiniz son bir söz olsa bu ne olurdu?

Hayatı oyuncak hamuru, şimdi al eline ve hayal et; kat, karıştır, renkleri birleştir, şekilsiz de olsa şekiller yap ama OYNA....

Instagram

Twitter

LinkedIn

Facebook

Popüler İçerikler

Tarih Verildi: 500 TL'lik Banknotlar Yolda
Askerlerine Cinsel Saldırıda Bulunan Komutana 38 Yıl 70 Ay Hapis Cezası Verildi
Domuz Eti Skandalıyla Gündeme Gelmişti: Köfteci Yusuf Yeni Bir Sektöre Giriş Yapıyor!