Zaman, insanlığın en kadim ve gizemli yol arkadaşı...
Kimi zaman bir nehir gibi akıp giden, kimi zaman bir kum saatinin içinde ağır ağır süzülen bu kavram, sanatın ve edebiyatın da vazgeçilmez bir teması olmuştur. Kum saatlerinin sessiz dilinden divan şairlerinin dizelerine uzanan bu yolculuk, okuyucuyu zamanın ruhunu anlamaya ve kendi içsel yolculuğuna çıkmaya davet ediyor.
Konya’nın dar sokaklarından geçerken, rüzgârın taşıdığı ney sesi Nami’yi eski bir kütüphanenin önünde durdurdu. Kapının tokmağında, paslanmış pirinçten bir kum saati kabartması vardı. İçeri girdiğinde, raflarda tozlu ciltler arasında kaybolmuş bir Saatname el yazması buldu. Sayfalarını çevirirken, mürekkebin solmuş izlerinde Osmanlı’nın zamanla dans eden ruhunu gördü. Saatname geleneği, ona göre, sadece zamanı ölçmek değil; insanın varoluşunu, mevsimlerin döngüsünü ve ilahi aşkın peşindeki yolculuğu kaydetmekti. Kum saatleri, güneşin hareketleri, ayın evreleri… Tüm bunlar, bir şairin kaleminde hayat bulmak için bekliyordu.