Ece Baban Yazio: Bir Savaşın Ortasında: RUSYA-UKRAYNA

Dünya, Putin yönetimindeki Rusya Federasyonu’nun Ukrayna topraklarına gerçekleştirdiği tarihi müdahale sonucunda ortaya çıkan savaş ortamının yankılarını, savaşın ağır bilançosunu, Orta ve Doğu Avrupa başta olmak üzere Avrupa ve NATO’nun yeni güvenlik mimarisinin nasıl şekilleneceğini konuşuyor.

Putin’in tüm dünyayı ekrana kilitleyen, Rusya’yı merkeze alarak tarihsel sürecin analizini yaptığı konuşmasının başlıkları Rusya Federasyonu’nun Ukrayna’nın geleceği ile ilgili düşünceleri ve yapacakları hakkında önemli ip uçları verdi. 

Rus ayrılıkçı grupların kendi bağımsızlıklarını ilan ettikleri bölgelerde Rus halkının yaşadığı haksızlık ve adaletsizlikleri Donetsk ve Luhansk bölgelerine müdahalesi için meşru bir sebep olarak gösteren Putin, Rus nüfusunun yoğun olduğu bölgelerde Ukrayna yönetiminin Rus halkını asimile edecek politikalar yürüttüğünü öne sürdü.

Putin, Donbas bölgesinde dökülen kanın son bulması için Ukrayna’ya Barış Gücü askeri birliklerini göndereceğini söyledi ve sonrasında Donetsk ve Luhansk bölgelerinin bağımsızlıklarının tanınması kararı ile yeni bir düzenin ilk ve önemli kırılmasını başlattı.

Peki Putin’i oldukça sinirli, kararlı, agresif ve uzunca yaptığı konuşma ile bu kararı almaya iten nedenler nelerdi?

Öncelikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasını büyük bir insani trajedi olarak tanımlayan Putin, yaptığı tarihi konuşmasında Ukrayna’nın Rusya ile olan tarihsel bağlarına ve tek bir halk olmasına dikkat çekti. Daha sonra ise Volodimir Zelensky yönetimini kukla yönetim olarak tanımladı ve Batı’nın kültür, strateji ve değerlerini transfer ederek yeni bir Ukrayna’nın inşasından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. 

Putin Gürcistan ile birlikte Ukrayna’nın NATO’ya üyeliğinin konuşulmasını 2008’de Gürcistan’a askeri harekat düzenleyerek, 2014’de ise Kırım’ın ilhakı ile veto etmişti. 

NATO’nun açık kapı politikası ve doğuya doğru genişlemesinden duyduğu rahatsızlığa vurgu yapan Rus lider, Ukrayna’nın NATO’ya üye olmaması hakkında istediği yazılı teminatı alamadıktan sonra adeta Ukrayna’nın Rusya’ya ihaneti olarak değerlendirdiği bu durum karşısındaki öfkesini dile getirdi. 

Tüm bu açıklamalar yapılırken, Donbas bölgesine düzenlenen askeri harekat sonunda oluşan savaş ortamından bugüne gelene kadar ilk olarak Ukrayna’nın tamamen Rus kontrolü altına geçmesi sonucunda oluşabilecek endişeler sıralandı.

İlk endişe şimdiye kadar tampon bölge olarak konumlandırılan Ukrayna’nın artık bir tehdit bölgesi haline gelmesiydi. Batı tarafından Rusya’ya karşı kullanılan bir kart olan Ukrayna bölgesinin tamamen Rusların kontrolüne geçmesi Orta ve Doğu Avrupa'da yeni bir çatışma cephesinin açılması anlamına gelecekti.

Rus kuvvetleri yalnızca Ukrayna'nın doğu sınırına, Polonya ve Ukrayna'nın batısındaki diğer NATO ülkelerinden ise birkaç yüz mil uzakta konuşlandırabiliyordu. 

Eğer Rusya operasyonunu tamamlarsa Rus kuvvetleri Polonya'nın 650 millik doğu sınırının tamamı boyunca, ayrıca Slovakya ve Macaristan'ın doğu sınırları ve Romanya'nın kuzey sınırı boyunca dizilebilecekti. 

Ek olarak Rus birlikleri Kırım'dan Moldova'nın ayrılıkçı bölgesi Transdinyester'e bir kara köprüsü oluşturduğunda Moldova da muhtemelen Rus kontrolü altına girme tehlikesinde olacaktı.

İkinci önemli endişe Baltık ülkeleri için duyuldu. Her ne kadar Putin açıklamalarında Baltık ülkelerinin endişe duyacak bir politika izlemediğini Ukrayna’nın bir istisna olduğunu ifade etse de Rusya’nın Estonya ve Letonya'ya doğrudan sınırının bulunması ve Belarus üzerinden ve Kaliningrad'daki karakolu aracılığıyla Litvanya'ya uzanması büyük endişe yarattı. 

Bu durum da NATO’nun Baltık ülkelerini olası bir Rus müdahalesinden koruyup koruyamayacağı ile ilgili yeni bir endişeyi ve güvenlik sorgulamasını beraberinde getirdi. 

Her ne kadar NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve Joe Biden’ın açıklamaları NATO’nun Doğu kanadını askeri yönden güçlendirmeyi ve savunma yeteneğini geliştirmeyi hedeflese de bu durum yeni güvenlik anlayışının inşası durumunda önem kazanacak ve ittifakın anlamı ve amacında önemli bir düzenlemeyi zorunlu kılacaktı. 

Üçüncü önemli durum Rusya’nın Doğu ve Orta Avrupa’daki geleneksel nüfuz alanını yeniden kurmak istemesi oldu.

Hem güvenlik mimarisini yeniden şekillendirmek isteyen hem de Ukrayna’da Rus yanlısı bir yönetim ile çalışmak isteyen Putin, Ukrayna ordusuna sürecin hızlanması için darbe çağrısı yaptı.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden biri olan ve kendisine yönelik alınan kararları veto etme hakkını kullanan Rusya Federasyonu, sürecin daha çözümsüz bir noktaya doğru evrilmesinde de önemli bir rol oynadı.

Peki sürecin bu noktaya gelmesini hızlandıran nedenler nelerdi?

2014'ün başlarında, Ukrayna'da kitlesel protestolar başladı ve bu protestolar sonucunda Moskova yanlısı Cumhurbaşkanı devrildi. Rusya, bu durumun karşısında Ukrayna'nın Kırım Yarımadası'nı işgal ve ilhak etti. Moskova destekli ayrılıkçılar bu süreçte Rusya sınırındaki doğu sanayi bölgeleri Donetsk ve Luhansk'ı ele geçirdi. Özellikle isyancıların hükümet binalarını ele geçirmesi ve yeni “Halk Cumhuriyetleri”ni ilan etmesi Donbas bölgesinin geçen zaman içinde müdahale edilecek ilk bölge olacağının işaretini vermiş oldu.

2015 yılında Rusya ve Ukrayna, tartışmalı Donbas bölgesindeki Kiev ile Rus destekli ayrılıkçılar arasındaki meydana gelen çatışmayı sona erdirmek için Fransa ve Almanya'nın aracılık ettiği Minsk Barış Anlaşması hayata geçirdi. Ancak anlaşma çatışmaları sona erdiremedi. Ve Putin için NATO'nun doğuya doğru genişlemesinde Ukrayna Belarus kadar önemli olduğu için güvenlik açısından en riskli bölge olarak ilan edildi.

Süreç içinde Moskova, ayrılıkçı bölgelerde özellikle bu bölgelere müdahale alanını arttırmak için yaklaşık 800 bin Rus pasaportu çıkarttı.

Putin, Temmuz ayında Kremlin'in internet sitesinde paylaştığı makalede Ruslar ile Ukraynalıları tek bir halk olarak tanımladı ve “Ukrayna'nın gerçek egemenliği ancak Rusya ile ortaklık içinde mümkündür” dedi. 

Ayrıca konuşmasında Ukrayna’nın bağımsız bir ulus olduğu fikrini de reddetti.

BMGK konuşmasında da görüldüğü gibi Rusya Federasyonu temsilcisi, “Birleşik Devletler liderliğindeki yozlaşmış bir Batı'nın yarattığı dünyadan ve Ukrayna’ya bu anlayışın dayatılmasından” duyduğu rahatsızlığı aşağılayıcı bir şekilde ifade etti. 

Rusya’nın işgal girişimine karşı dünyadan gelen tepki ve yaptırımlar da giderek Rusya’yı hem dünya ekonomisinden hem de uluslararası iletişimden izole etme konusunda daha sert adımların atılmasına neden oldu. 

Rus bankalarını, elitlerini ve politikacılarını hedef alan yaptırımlar, SWIFT sisteminden bazı bankaların çıkartılması,  Kuzey Akım 2 projesinin askıya alınması, Rusya’nın Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınması, Apple, Volkswagen, Volvo, BP, Shell gibi dünya markalarının Rusya ile anlaşmalarını askıya alacaklarını söylemeleri, yaptırım uygulanan elit Rus ve Belarus kesiminin Avrupa bankalarında bulunan paralarının dondurulması gibi bir çok yaptırım ve tepki Rusya’nın dünya sisteminin dışına itilmesini ve izolasyounu hızlandırdı. 

Ekonomik yaptırımlar sonucunda savaş istemeyen Rus halkının, iş adamlarının ve oligarkların da sesi Putin’in politikalarına karşı yükselmeye başladı. 

Rusya’nın Kiev’e kadar uzanan askeri harekatı Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 19. maddesinin uygulanması ile yani savaşa taraf olan ülkelerin savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçişinin engellenmesi ile Karadeniz’de ve Türkiye’de güvenliğin sağlanması açısından önemli bir etki yarattı.  

Tüm bu yaptırımlar sonucunda Rusya elinde en güçlü kartı olan nükleer silah tehdidini kullanarak dünyayı alarma geçirdi. 

Rusya-Ukrayna savaşında gün geçtikçe tartışılan konuların çapı da genişlemeye başladı. Donbas bölgesi ile başlayan ve sonunda Avrupa, Amerika ve Rusya arasında bir bilek güreşine dönüşen, sivil halkın vatanını terk etmek zorunda kaldığı, kalanların ölümle burun buruna sığınaklarda yaşadığı, şehirlerin bombalandığı, nükleer silahlanmanın tırmanması ile ilgili endişelerin arttığı bir süreçle tüm dünya karşı karşıya kaldı.

Ukrayna devlet başkanı Zelenski’nin çok uzun süredir Batı’dan durumun bu noktaya gelmemesi için yardım istediğini biliyoruz. 

Peki şu an toprakları bombalanan Ukrayna’nın gelecek endişesi artarken, Zelenski’nin konuşması sonrasında ayakta alkışlayan Avrupa ülkeleri temsilcilerinin Ukrayna bayrağı renginde giyinip, Lavrov konuşurken salondan çıkarak verdikleri tepki yaşanan savaşın bitmesinde ne kadar etkili olacak?

Daha net sormak gerekirse Batı Rusya’nın işgalinde Ukrayna’ya desteğinde ne kadar samimi? Henüz işgal bitmemiş ve Ukrayna’da sivillerin hayati tehlikesi geçmemişken, Kiev’de karartmalar ve bomba sesleri duyulurken, Biden Ukrayna meselesini kendi liderliğini yeniden alevlendirecek bir mesele haline getirmeye başladı bile.

Özetle;

Batılı ülkeler tarafından verilen cezalar, Rusya'nın önlemlere aynı sertlikle sahada yanıt vermesi ile Washington - Moskova arasında tırmanan bir döngü yarattı. 

Putin saldırısı ile Soğuk Savaş sonrası küresel düzene doğrudan meydan okudu. 

Süreç nükleer güç kartını kullanan Rusya’nın, nükleer silahlanmanın tırmanmasına neden olacak yeni bir dönemin kapısını araladığını bize gösterdi. Diğer yandan da nükleer gücün savaşı caydırmak için değil, bu güce sahip olan devletlerin, nükleer gücü olmayan devletleri kendi hegemonyaları altına almak için büyük bir baskı aracı olarak kullanılmaya başladığını da işaret etti.

Saldırının giderek şiddetlenmesi de Rusya’nın amacının sadece Ukraynalı lider Volodymyr Zelensky'yi devirmek değil, Ukrayna’yı Belarus gibi Sovyet tarzı bir uydu devleti haline getirmek olduğunun kanıtı sayılabilecek nitelikteydi. 

Tüm bu tehditler, Avrupa ülkelerinden Almanya’nın Merkel dönemindeki “Wandel Durch Handel”, yani “ticaret ile ilerleme /yükselme” anlayışından uzaklaşarak Scholz döneminde savunma ve güvenliğe bütçe ayırmasına neden oldu. 

Scholz, son gelişmelerin ve Vladimir Putin ile yaptığı görüşmelerin kendisini Rusya başkanının yeni bir Rus imparatorluğu kurmayı amaçladığına ikna ettiğini ve bunun Avrupa'da daha güçlü bir barış ve demokrasi savunması gerektirdiğini söyledi. Almanya ordusunu modernize etmek için özel bir fona bu yıl 100 milyar Avro yatırım yapma ve yıllık savunma harcamalarını GSYİH'nın yüzde 2'sinin üzerine çıkarma sözü verdi.

Tüm bu savaş ortamında Ukrayna'nın Rusya’ya bağlı bir hükümet anlayışı ile varlığını sürdürmesi ya da Batı ile ilişkilerini geliştirmek isteyen halkın Turuncu Devrimler ile verdiği mücadele sonucunda Rus baskısının askeri müdahalesi ne kadar kalıcı ve istikrarlı bir Ukrayna’yı geride bırakır?

Bu sorunun cevabının da ayrıca tartışılması gerekiyor.

Daha geniş anlamda geleceğe yönelik baktığımızda Putin, Avrupa güvenliğini Moskova'ya uyacak şekilde yeniden şekillendirmeye kararlı görünüyor. 

Ekonomik yaptırımlara rağmen Rusya’nın sahada gösterdiği kararlılık Ukrayna'ya karşı askeri güç gösterisiyle NATO’yu Ukrayna’dan uzak tutmanın ekonomik yaptırımlardan daha önemli olduğunu ortaya koyuyor.  

Rusya'nın askeri saldırısı bir diğer yandan da Ukraynalılara seçimlerinin Rusya ile NATO arasında değil, Rusya ile yıkım arasında olacağını gösteriyor.

Ukrayna’nın Karadeniz ile bağının kesilerek bölünme ihtimalinin olması da yine akıllarda önemli bir soru işareti olarak yerini koruyor. 

Bu satırları savaş hala devam ederken, Kiev’e bombalar düşerken yazıyorum. Belki siz okurken diyalog masası işe yaramış ve diplomasi ile sorun çözülmüş olur. Ümidim bu yönde. Tek söyleyebileceğimiz hangi taraftan olursa olsun devletlerin sınırlarına, egemenliklerine, özgürlüklerine saygı gösterilmesi ve hangi bloktan olursa olsun sömürgeci ve emperyalist yaklaşımların karşısında durmanın gerektiği.

Aynı şekilde farklı ülkelerde yaşayan Rus vatandaşları işten çıkartmanın, üniversitelerden uzaklaştırmanın ya da onları izole etmenin sadece faşizmi doğuracağı ve bunun asıl soruna yani güçsüz devletlerin sömürülmesine bir engel olmayacağını da hatırlatmakta fayda var.

Savaştan kaçan insanları sınıflandıran ve bazı bölgelerde istikrarsızlığı ve savaşı makul görerek eşitsizlik yaratan anlayış da ayrıca yine sorgulanması gereken en önemli konular arasında yer alıyor. 

Yazımı  1984'ten beri BM duvarında asılı olan Pablo Picasso'nun savaşın dehşetini anlatan “Guernica”sına gönderme yaparak bitireceğim.

Guernica, Pablo Picasso tarafından 1937'de yapılan, İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası'na ait 28 bombardıman uçağının 26 Nisan 1937'de İspanya'daki Guernica şehrini bombalamasını anlatan, 7,76 m eninde ve 3,49 m yüksekliğinde anıtsal tablodur.

BM üyelerinin bu tablonun önünden geçerken savaşın yarattığı dehşete bir kez daha bakmalarını temenni ediyorum. Ama bir savaşı kendi iç politikalarının şovuna, ezeli rakiplerini yıpratacak bir sürece dönüştürmeyi hedeflemeden. Sadece o topraklarda yaşayan masum insanları düşünerek…

Instagram

Twitter

Popüler İçerikler

Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!