Bunu da biraz tuhaf bulduğumu söylemeliyim. Hellinger vefat ettiğinde bu hesabımdan onu yad eden ve psikoloji dünyasına katkılarından dolayı onurlandıran bir yazı kaleme almış biri olarak bunların da bilinmesi gerektiğini düşünüyorum. Psikoloji’de bir söylem vardır. Kuramcının kendinden bağımsız, yani onun kişilik öyküsünden ve buna yönelik gelişen kişilik örgütlenmesinden bağımsız bir kuram yoktur. Bunun nasıl Freud, Jung, Adler, C. Rogers vb. gibi isimler için bir karşılığı varsa Hellinger için de var.
Avrupa ve Amerika’da nörobilim ile psikoterapinin artık olmazsa olmaz bir şekilde iç içe geçtiği ve modern psikolojinin yanına maneviyatın kuvvetli bir şekilde eklemlendiği bir gerçeklik mevcut.
Örneğin Almanya’da bilişsel davranışçı ekolün önde gelen temsilcilerinden ve ülkemizde de yaygın olarak kullanılan “Şema Terapinin” kurucularından olan Psikiyatri Profesörü ve Nörolog Dr. Eckhard Rödiger, çalışmalarında ve kitaplarında Rudolf Steiner’in Antropozofi eserlerinden ve Zenbudist öğretiden maneviyatı psikoterapiye başarıyla entegre etmiştir.
Yabancı uzmanlar kendi köklerinden ve o topraklarda yetişmiş kadim öğretilerden ve bilge insanlardan gocunmadan ilham alıp bunları çalışmalarına dahil ederken, burada ki uygulayıcıların, Hellinger tapınması içinde olmalarını, yapılan ritüellerin büyük bir kısmının halen Katolik Hristiyan inançlardan esinlenerek yapılmasını, büyük bir eksiklik ve problem olarak görüyorum. Bizim topraklarımızdaki Anadolu irfanını yok sayarak ya da görmezden gelerek Batı’dan, Hint kültüründen, Uzak Doğudan gelen öğretilere meftun olurken Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Muhyiddin İbnü’l-Arabi ve daha nicelerinin insan ve hayat öğretilerine bakar kör olmayı izana mecbur bir konu olarak belirtmeliyim.
Bu durum aile dizimi yönteminde köklerin önemi ilkesine de oldukça ters düşmektedir.
Hellinger’in o dönem Almanya’da psikoloji alanındaki uzmanlar tarafından oldukça önemsenen en önemli kitaplarını Türkçeye kazandıran birisi olarak, dizide referans alınan Seninle Başlamadı kitabı ile ilgili yorum yapmam gereken bir durum yok.
Sadece bir uzman ve psikoterapist olarak mesajım “aslında her şey seninle başladı” olacaktır.
Benim inancım psikolojik bozuklukların altında kişinin gerçek kendini inşa etmekten korkması, sahte yetişkin kendiliğin esiri olması, başkalarının gözünde kendini var etmeye çabalamasıdır. Bunların geçmişin bir tür hasarlı bağlanma tecrübelerine istinaden gelişen reaksiyonlar olduğunu görüyorum.
Kişilik dediğimiz şey dışarıdan gözlemlenebilir ama varlığı tanımlayan “Kendilik” (SELF) ise içeriden hissedilir. Kendilik içinde kırılgan vs. olabilir ama kişilik narsisistik ya da border olabilir.
Şahsım da dahil her birimizin iki hayat sürdüğünü düşünüyorum. Bir yetişkin kendiliğimizin içinde, bir de sosyal beynimize çocukluktaki acı, yoksunluk vs. gibi durumlar sonucu oluşan kaydolmuş, ayarı bozulmuş duygularımızın an itibarıyla yaşadığımız tetiklenmeler sonucu geliştirmek zorunda kaldığımız daha sahte, öz kendiliğimize yabancılaştırmak zorunda kaldığımız sahte yetişkin kimliğimizin içinde iken yaşadığımız hayat.
Ama çoğumuz sanki tek bir hayat yaşıyormuşuz gibi düşünüyor ve davranıyoruz. İyileşmek olgunlaşmak, kendini yaşadığımız tüm hayatlarla çocukluk ve nesiller arası geçişle devraldıklarımızla bilmek, farkında olmak demektir. Olgunlaşma kendimizi olduğu gibi kabul edebilmek demektir. Kendimizi onaylamak demektir. Bu olduğunda içimizden geçmiş dönem ile ilgili ne kadar fütursuz davranmışsanız davranın onu da bağışlayıcı ve affedici bir duyguyla olur.
Her çocuk yerleşik bir kendilikle (self veya çekirdek-öz) ve uzun bir süre karşılanması elzem duygusal ihtiyaçlarla doğar. Bu yerleşik öz çocuklukta yakın ötekilerin özellikle anne, baba ve yakın çevrenin olumsuz etkileriyle gelişimi durabilir, sakatlanır veya gelişim sekteye uğrar.
İşte bu durumun yarattığı acı, yoksunluk veya sosyal beyine kodlanan korku ve tehlikeleri bertaraf etmek için yabancı bir sahte kendilik geliştirmek zorunda kalır. Bu bizi belki hayatta tutar, profesyonel hayatta başarılı yapar, ama hayatın içinde olmaktan ve kendi yerleşik benliğimizi yaşamaktan da bizi alıkoyar.