Ebru Deniz Röportajı "Sinema ve Yazma Sevdam Hüseyin Peyda’dan Aldığım Genlerimden Geliyor"

Bu hafta taze taze satışa çıkan ve çıktığı ilk haftadan itibaren gerek kurgusu, gerek anlatım dili, özgünlüğü ve ele aldığı cesur konular ile dikkatleri üzerine çeken bir kitabın yazarını sizlere tanıtmak istiyorum. Çiçeği burnunda yazar Ebru Deniz, ‘Kuşlar Fısıldadı’ adlı ilk kitabıyla henüz bu dünyaya girmesine rağmen samimi bir övgüyü hak ediyor. 

Vakit kaybetmeden sizi derhal bu keyifli ve yer yer heyecan/ nostalji dolu sohbetle baş başa bırakıyorum. 

Keyifli okumalar.

-Sevgili Ebru, bildiğim kadarıyla sürecin, tasarımcılıktan yazarlığa evrilen enteresan bir yolculuk. Seni daha detaylı tanıyalım isteriz. Bize biraz kendinden bahseder misin?

Elbette…1986 yılında İstanbul’da doğdum. Doktor bir anne ve sanatın çoğu alanıyla ilgilenmiş tekstilci bir babanın tek kızıyım. İçimdeki sanat ruhu kendini belli etmeye başladığında henüz çok ufak yaşlardaymışım, neyse ki eğilimimi fark eden ailem sayesinde özgürce bu yeteneğimi geliştirme şansını buldum. Özgürce diyorum çünkü evde boyanmadık yer bırakmıyor her yere bir şeyler karalıyormuşum. Yastık kılıflarından, duvarlara ve hatta fotoğraflara kadar... Birkaç kez annemi sinir krizlerine sürüklediğimi hatırlar gibiyim. Misafirliğe gittiğimizde bile oyalanmak için istediğim tek şey kâğıt ve kalemmiş. Aslında bu iki objenin, birbirinden bağımsız gibi görünen ilgi alanlarımın ortak paydasına ait semboller olduğunu şimdi anlıyorum. 

Tutkumu görmezden gelemeyen ailem, beni ‘Marmara Üniversitesi Okul Öncesi Resim Yarışmasına’ sokmuş ve oradan da derece alarak onları gururlandırmayı başarmışım. Gel zaman git zaman, ortaokulda çizdiğim bir deseni doğum gününde babama hediye etmiştim. O zamanlar sıkça gittiği İtalya fuarlarından birinde, konu bir şekilde desen tasarımına geldiği an, dosyasından çizimimi çıkarıp İtalyan tasarımcıya gösteriyor ve haberim bile olmadan ilk desen tasarımımla tekstil piyasasına minik bir giriş yapıyorum.   

Üniversite hazırlık döneminde gelirsem, seçeceğim dal iyice kafamda oturduktan sonra, değerli hocam, duayen ressam Mahir Güven’in kapısını çaldık. Atölyesine gittiğim ilk gün hiç eğitim almadan çizdiğim eskizlere baktıktan sonraki cümleleri beni ve ailemi inanılmaz gururlandırmıştı. Kendisinden aldığım resim dersleri sayesinde tekniğimi iyice ilerletip, hedefimdeki tüm üniversiteleri kazandım. Seçimim; yetenek sınavını birincilikle ve tam burslu kazandığım Yeditepe Üniversitesi İtalyanca Sanat ve Tasarım Bölümü’nden yana oldu.  

Üniversite son sınıftayken bazı tekstil fabrikalarında staj yapmaya başladım. Bu süreçte birçok tasarım programı öğrendim ve çeşitli eğitim kurumlarından aldığım farklı sertifika programlarıyla kendimi geliştirdim. AutoCAD, 3DsMax, Photoshop ve Ramsete gibi birçok programı gözüm kapalı kullanmaya başlamıştım. Mezun olduktan sonra ailemin desteğiyle; dijital baskı, tasarım ve teknik tekstil şirketimi kurup, tasarımcı ve desinatör olarak çalışırken, bir yandan da serbest olarak iç mimarlık yapıyordum. Bu zaman içerisinde ülkemizin ve dünyanın önde gelen firmalarına arka planda bizzat tasarım hizmeti verdim. Sekiz senenin sonuna geldiğimde, eşzamanlı olarak kendi markamı oluşturma macerasına atıldım. Patentini aldığım tasarımlarım özel eğitim programlarından birinde derece aldı. Keyifli ve emek dolu bir yolculuk olsa da global olarak yaşadığımız talihsiz süreçlerden ötürü kısa süren bu girişime veda etmek durumunda kaldım. Tabii o zamanlar beni bambaşka bir noktaya getireceği sürprizini bilmeden…

-Değişimler sancılıdır. Bambaşka bir alana geçiş seni zorlamadı mı, tasarımcılıktan yazarlığa? Buna nasıl karar verdin?

Pek tabii… Fakat insan zorlanmadan kendi potansiyellerini fark edemeyen bir varlık. Doğamız bu. Ben de yapım gereği geçmişe takılmayı sevmeyen ama bana tecrübe olarak kazandırdıklarını da unutmayan biriyim. Gelecek, keşfedilmeyi bekleyen onca potansiyel ve yeni kapılar barındırırken geçmişe ah vah çekmek pek bana göre değil. Zamanla bu bilinci içselleştirip, uygulamayı da öğrendikçe eski ‘beni’ yok etmeye başladım. Negatifi dönüştürmeyi becerebilen herkes zaten kendi kurtarıcısı oluyor. İnsan her defasında küllerinden yeniden doğmalı ki, yeni doğanı senden başka kimse bilmesin. Ben de öyle yaptım ve geride bıraktıklarıma bakmadım. Açıkçası bu süreçteki en büyük dönüm noktam geçirdiğim büyük trafik kazasıydı diyebilirim. Hayatımdaki pek çok şey o kazadan sonra kökten değişti. 2010 senesiydi. ‘Hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçti’ olayını bizzat yaşadım ve daha birçok farklı şeyi. Kurtulmam tamamen bir mucizeydi. Hatta sonra öğrendiğim kadarıyla yetkililer aracımızın halini gördüğünde benim naaşımı alacaklarına adları gibi eminlermiş. Şükürler olsun ki hâlâ buradayım. Sanırım ölüme yakın deneyimler insan hayatında kalıcı kapılar açabiliyor. Sadece maddesel dünyaya karşı değişen bakış açısından bahsetmiyorum, daha manevi daha metafiziksel kapılar…

-Geçmiş olsun dileklerimle başlayarak, bizzat benim de ilgimi çeken bir yere değindiğin için soruyorum: Neler değişti bu talihsiz olaydan sonra hayatında?

Çok teşekkürler, kimsenin böyle bir süreç yaşamasını istemem. Kazamdan sonraki 2-3 senem hep bulanık ve kaybolmuş zamanlar… Bu da algımı epey değiştirdi. Hayata ve ötesine olan bakış açımı. Farklı gerçekliklerin de var olduğunu daha net bilmek, yaşamak, tatmak… Gerçi çocukluğumdan beri iç içe olduğum şeylerdi bunlar fakat bazı travmatik deneyimler daha başka açılımlara vesile oluyormuş. Zaten kazayı da önceden rüyamda görmüştüm fakat kadere müdahale etme şansımız olmuyor. Sistem bir sürü bilinmez dinamiklerle iç içe ve bizim kusur olarak gördüğümüz çoğu şey bile inanılmaz kusursuzlukla tasarlanmış bir kurgunun parçaları. Hayran kalmamak elde değil.  

Aslında kitabımdaki hikâyelerin bilinçaltıma akma sebebini de buna bağlıyorum. Her öyküm kendi adıma çok değerli olsa da itiraf etmeliyim ki benim için özel yeri olan bir tane var aralarında. 

-Peki, kitap yazmaya nasıl karar verdin? 

Bunun cevabı ayrı bir hikâye aslında. Ne kadar ayakları yere basan bir karakter olsam da bir o kadar gerçeklikten kopuk bir tarafım da var. Tek bünyede iki tezatlığın varlığı epey zorlayıcı oluyor bazen. Zaten beni tanıyan herkes nevi şahsına münhasır bir tip olduğumu söyler. Kendimi keşfetmek adına birçok farklı alanla ilgilendim ve eğitimler aldım senelerce. Fakat şuna gönülden inanıyorum ki, insan bu arayışa girdiği zaman cevaplar da kendiliğinden gelmeye başlıyor. Çünkü bazen bize esas hizmet edecek şey, derinlerde bir yerde gizli olabiliyor. Her insan fark ettiği veya henüz fark edemediği baskın bir yetenekle doğar ama bu illa hayat başarısı veya manevi tatmin açısından o alanla ilgilenmesi anlamına gelmiyor. Çok baskın bir yetenek de insanı köreltebiliyor, birçok farklı yeteneğe sahip olmak da odak noktasını bozabiliyor. Bu yüzden kişi, sınırların dışına çıkmalı, bilmediği alanlara girmeli, kendini test etmeli ve bilmemekten korkmamalı. Mükemmel diye bir şey yok ve bu gerçek, olabildiğince cesaret verici. Şahsen bu motivasyonla keşfettim yazmaya olan sevgimi. 

Ve en önemlisi her insan derdini anlatmak ve anlaşılmak ister. Zaten varoluş savaşımızın esas sebeplerinden biri de bu. Fakat bazen dile vurulmayan anlatılar çok daha kalıcı ve etkileyici. Sanatın her dalı da bu açıdan büyülü birer iletişim aracı.

-Bu senin ilk kitabın, ’Kuşlar Fısıldadı’. Sahi, neler söylediler sana, neden bu isim ve biz okuyucuları bu yolculukta neler bekliyor?

Sürreal dünyalar ve o gerçekliklerden hikâyeler… Biraz dram, biraz komedi, biraz metafizik, biraz bilimkurgu ama çokça sorgulama… Aslında hayatın ta kendisinde olan tüm çarpıklıkları farklı kurgusal dünyalardan anlatan, sade ama düşündüren bir kitap. Karanlık ve aydınlığı, varlığımızın korkutucu şeffaflığını, yüzleşilmesi gerekirken yeteri kadar konuşulmayan hatta kaçınılan konuları ele aldım diyebilirim. Sıra dışı maceralar bekliyor okuyucuyu. Sessiz kalınan çok konu var bu dünyada. Ben sessizlerin sesi olmak istedim. Konuşamayan herkesin ve her şeyin sesi… Hayvanların ve doğanın isyanı, çıkmazdaki insanların yardım çığlıkları, ötekileştirilen veya bastırılanların sessiz savaşları… Aslında, hikâyelerimin hepsinde ortak noktalar var. Yüzleşme, arınma, madalyonun diğer yüzü, ‘ya böyle olsaydı’ diye aklımızdan geçirdiğimiz ama dillendirmediğimiz çoğu şey… İnsanlar gerçeğin peşinden koşarken asıl kendi gerçekliklerinden kaçıyor, bir yandan da kendilerine her daim dürüst olunmasını istiyor. Bence bu hepimizin zaman zaman düştüğü muhteşem bir çelişki. Öykülerimin her birinin özünde, karanlığımızla yüzleşemeden aydınlanamayacağımıza dair vurgular var. 

İsim sürecine gelirsem bu konuda o kadar arada kalmıştım ki… Her şeyin ismiyle yaşadığına inandığım için kitaba isim bulmak, evladının adını koymak kadar zor aslında. Hatta bir gün çok sevdiğim bir dostumla ismi tartışırken, beni bir noktada aydınlatması üzerine aklımdaki ilk ismi değiştirme kararı aldım. Haftalar geçti, her şey hazır ama hâlâ kitabın isim yoktu. Baktım işin içinden çıkamıyorum, sıkıştığım her an seçtiğim yola başvurdum. Çok kısa geçeyim, rüyamda aldığım bir mesajın ardından bu isme karar verdim. Her sabah pencere önünde beslediğim, martı, karga ve diğer kuş dostlarımın kulakları çınlasın.

-Kitabındaki öyküler gerçekten enteresan. Peki, hem karakterleri hem de kurguları tasarlama sürecin nasıldı, hangi alanlardan beslendin?

Öncelikle çok teşekkürler. Kendiliğinden aktı desem çok mu klişe olur? İtiraf etmeliyim ki kitap okumayı sevsem de süper bir okuyucu olduğum söylenemez. Bu eğilimimi fark etmeden önce ise çeşitli alanlarda bilgi ağırlıklı veya spiritüel kitaplar okuyordum ama sinemayı da çok severim, filmler her daim ilgi alanım olmuştur. Hatta popülerlikten uzak daha az bilinen veya tercih edilen sıra dışı yapımlar. Bunu da görsel algımın yüksek olmasına ve bununla bağlantılı işler yapmama bağlıyorum. Sanırım biraz da kan çekti. Ruhu şad olsun, Yeşilçam’ın usta oyuncusu Hüseyin Peyda ile olan yakın akrabalığım buna teşvik etmiş olabilir. Yakın kan bağı derken, kendisi dedemin erkek kardeşiydi. O da bir nevi manevi dedem sayılır. Rahmetlinin unutulmaz sinema oyunculuğu dışında senaristlik, yönetmenlik ve yapımcılıkla uğraştığını söylememe gerek yok. Hatta benim bile çok sonra öğrendiğim kadarıyla birçok farklı sektörde verdiği mücadeleler dışında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü kazandıktan sonra ‘TÜRK YOLU’ isimli edebiyat ve sanat dergisini de çıkarmış olduğu. Dedemin, bunların yanında ipek ve bakır ticareti yaptığı zamanlar bile olmuş. Daha ne hikâyeler, anılar… Zamanının ötesinde, vizyoner kişiliği ve pes etmeyi sevmeyen karakterini ailemden de çokça dinlemişimdir. Tabii ben çok küçüktüm onu kaybettiğimizde ama kan bağının bu anlamda ne çok ortak zevk ve yeteneklere gebe olduğunu görünce şaşıyor insan.  Ruhu şad olsun, buradan da sevgi ve saygıyla anmış olduk.

Soruna dönecek olursam; 

Öykülerimi edebi bir dilden ziyade, daha senaryo tadında, akıcı ve günümüzü yakalayan bir üslupta yazdım. Biraz deneysel bir iş oldu. Okuyucunun yorulmadan o anda ve o dünyanın içinde olması esas hedefimdi. Sürece gelirsem; pandemi dönemiydi ve bir gün odamı toplarken, çok eskiden yazdığım bazı notlar buldum bir defter arasında. Aslında hikâyelerimin çıkış noktası bu oldu. Çoktan unutulmuş, ne zaman ve neden yazdığımı bile hatırlamadığım başlıklardan ibaretlerdi. Az kalsın yırtıp atacaktım hepsini.  Bir yanım tutmamı söylediğinde, henüz kafamda yazmakla alakalı en ufak bir planım dahi yoktu ama içten içe, bu konulardan enteresan senaryolar çıkabilir, fikri onları saklamama vesile oldu.   

Bunun üzerinden seneler geçti ve elim tekrar o notlara gittikten sonra başladım hali hazırda mevcut konuları kurgulamaya ve karakterlerin dünyasını inşa etmeye. Tabii sözünü ederken çok kolay ağızdan çıksa da, daha önce deneyimi olmayan biri için keyifli ama bir o kadar da zor bir süreçti. Fakat bir an olsun içimde ne bir şüphe ne de inanç eksikliği olmadı. Zaten en büyük işaret de buydu kendi adıma… 

Özellikle çoklu karakter barındıran öykülerimde, karakter ve bağlantılarını oluşturma ise en detaylı kısımdı. Her biri tanımaya değer olmalı, her biri bir amaca hizmet etmeli ve kendi içinde en doğru şekilde dile getirilmeliydi. Okuyucuyla buluştuğunda herkes kendinden, çevresinden, hayattan bir şeyler bulsun, özdeşleşsin ve aynı zamanda sorgulasın istedim. Tabii insan psikolojisine hâkim olmakla da alakalı biraz. Bu noktada hayatıma giren tüm insanlara, beni besledikleri ve bana ilham oldukları için teşekkürler! Karakterleri iyi tanımlamak için onları gerçekten tanıdığınız insanlarla bağdaştırarak yazmak epey geliştiren bir durum oldu kendi adıma. Öğrenmek asla bitmeyen bir yolculuk, ben de halen bıkmadan öğrenmeye devam eden bir hayat öğrencisiyim.

-Kapak tasarımını da senin yaptığını biliyoruz, peki bundan sonraki süreçte hedeflerin neler ve yeni projelerin var mı?

Evet, her şeyiyle beni temsil etmesini istediğim için kapak tasarımını da kendi desen çalışmalarımın arasından seçtim. Çizimden vazgeçmeyi asla düşünmüyorum ve bununla alakalı olarak da sürpriz projelerim olacak fakat asıl hedefim elbette yazmak. Şimdiden ikinci kitabıma dair fikirler var ama başlamadan önce biraz dinlenmek istiyorum. Açıkçası bu yolda ilk ateşi yakan motivasyon hikâyelerin senaryolaştırılma potansiyelleri olduğundan, bu konuya ağırlık vermeyi planlamaktayım. Zamanın hızlanması, dönemin dijitalleşmesiyle beraber tüm alışılagelmiş sistem yeniden evriliyor. Artık insan algısını ve dikkatini bir şeye odaklamak çok zorlaştı. En basit örneği sosyal medyada paylaşılan görsellerin içeriklerini bile okumaya vaktimiz yok. Maalesef insan fıtratına ters bir hızlanma yaşıyoruz. Her şey önü alınmaz bir süratle değişse de bu gerçeği kabul edip, yaptığımız işlerde ona göre şekil almamız gerektiğine inanıyorum. Öykülerimde kullandığım üslupta bu detaya çok dikkat ettim. 

Sonuçta her sanat dalının kendine has ve özgün bir anlatım biçimi var ve her biri de kendi içinde inanılmaz etkilere sahip. Tam da bu sebeple neden bir gün yazdıklarımı sinema veya dijital platformlarda izleme fırsatı olmasın fikri düştü aklıma. Sonuçta ikisi de birbirini besleyen ve geliştiren bağlantılı alanlar. Ayrıca bu sektörde ülkemi gururla temsil etmeyi gönülden isterim. Hepimiz benzer işlerden sıkılmadık mı? Her konu işlendi, artık yapacak yeni bir şeyler yok diyor çoğu insan ve maalesef kendilerini buna inandırmışlar. 

Ben de diyorum ki; her zaman daha yeni, daha deneysel, daha farklı şeyler yapılabilir. 

Yeter ki biraz kabuğumuzdan çıkıp, egolarımızı kırarak, potansiyellerden korkmadan onlara şans verelim. Bu noktada bir nebze de olsa farklı bir pencere aralayabilirsem, ne mutlu bana. Yaşadığım sürece üretmeye, emek vermeye ve hayallerimden vazgeçmeye hiç niyetim yok!

-Röportajımızın sonuna gelirken, bizlere son olarak söylemek ya da şu ana kadar söylediklerine eklemek istediklerin var mı?

Öncelikle bu keyifli ve samimi röportaj için sana gönülden teşekkür ederim. Hiçbir emeğin boşa çıkmamasını ve herkesin hak edişi doğrultusunda hedeflerinden öte güzellikler yaşamasını diliyorum. Emekleriyle başarıya ulaşan, ulaşmayı bekleyen ve bu yolda istikrar ve inançla ilerleyen herkese selam olsun.  

-Ben teşekkür ederim.

Instagram

X

Linkedln

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı
ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi
Türkiye Kaçıncı Sırada? Bir Ankete Göre En Güzel Kadınların Bulunduğu Ülkeler Açıklandı