Ebeveyn Olduğunuzda Büyük Olasılıkla Karşılaşacağınız 11 Büyük Sorun

-Bakamıyorsun ki çocuğa!

-Sen bak o zaman

-Senin gibi vaktim olsa tabi bakarım

-Ben çalışayım sen evde otur bak o zaman

-Demesi kolay, daha el kadar çocuğa bakamıyorsun...

-Çocuk bakmak çok kolay çünkü

-Ya yemeğini yedir, oyun oyna başka ne?

-Hıı tabi o kadar canım

-Her gün hasta yahu çocuk!

-Ya ben ne yapayım, evde palto mu giydireyim?

-Gerekirse...gerekirse!!

-Süpersin ya, çok iyi biliyorsun bu işleri

-Senden iyi biliyor olabilirim

Çocuk hastalanınca böyle olmayarak başlayabilirsiniz misal.

1. Yemek yemiyor, oyuna dönüştürsek mi?

Bu yaşıma kadar çok büyük badireler atlattım, depresyonlara girip çıktım, dibe vurdum, yukarı çıktım, düştüm, kalktım ama bir kere olsun psikologa, psikiyatra gitmedim. Hep kendim mücadele ettim, belki bir ayda geçecek bir problem için yıllarca uğraştım. Ancak ne zaman çocuğumuz oldu resmen aile psikologu edindik. Çocuk s.çsa psikologa gittik, kuvvetli osursa, sesini yükseltse, yemek yemese, ağlasa, hüzünlense psikologa gittik. Bilinçli ebeveyn kavramının dibini gördük 5 yılda. 

İşte bu psikolog turlarından aklımda kalan tek bir şey var, eğer çocukla ilgili bir sıkıntı varsa, bir şeyi yapmıyorsa, inat ediyorsa, sizin damarınıza basıyorsa çözümü basit; “oyuna dönüştürün”. Yemek mi yemiyor, yemek yemeyi bir oyuna dönüştürün; paylaşmayı mı bilmiyor, paylaşma oyunu oynayın; tuvaletini mi yapmıyor, s.çmayı bir oyuna dönüştürün; okula mı gitmek istemiyor, okula gitmeyi oyuna dönüştürün. 

En son anaokulunda verilen boyama çalışmalarını yapmak istemediğinde, eşim yine zıpladı psikologa gidelim diye. tüm olgunluğumla ve bilinçli ebeveyn pozumla cevap verdim “başlarım psikologuna, fazla paran varsa bana ver. Yapacağımız şey basit oyuna dönüştüreceğiz” dedim. Bu olgun tavrım karşısında eşim geri adım atmak zorunda kaldı. Çocuğu karşıma aldım, 'bak evladım bu bir ödev, bir iş değil ki bu bir oyun' dememle “beni kandırmayın, bildiğin ödev bu oyun falan değil” şokuyla sarsıldım. El kadar bebe oyuna dönüştürme işinin bir kolpa olduğunu algıladı da bizim psikolog hala “oyuna dönüştürün” deyip 200 liramızı emmekten bıkmadı arkadaş.

Demem o ki oyuna dönüştürme işi yemek yedirmede, kitap okumada, diş fırçalamada işe yarıyor da her şeyi oyuna dönüştürmeye kastın mı olmuyor işte. Tamam çocuk dediğin yarı gerizekalı ama o kadar da değil. Bu noktada bence artık çocuk psikologları kendini biraz geliştirmeli. Ota b.ka oyuna dönüştürün önerisini vermekten uzak durmalılar. Anaokulunun kapısına bir gidiyorum, ayakkabı çıkarmayı, montunu giymeyi, suluğunu alıp sınıfa gitmeyi oyuna dönüştürmüş ebeveyn görmekten içim kıyılıyor.

2. Lütfen bu gece bizim yanımıza gelmesin!

- Lütfen açın kapıyı! ne olur çıkarın beni, bir daha yapmayacağım, gelmeyeceğim yanınıza, ne olur alın beni!

En son bunu düşünürken yakaladım kendimi. Çocuğu odasına kilitlemişim, annesiyle kulaklarımıza tıkaç takmış uyuyoruz. Yahu bir çocuk her uyanmasında neden kalkıp anasının babasının yatağına girer? Ne zaman biter bu? Ne zaman uyanınca kendiliğinden tekrar uykuya dalmayı başarır bunlar?

Yemin ediyorum tilki gibi sevişiyorum. millet “canım, cicim, sevgilim, aşkım, bebeğim” diyerek sevişir ben “oğlan mı kalktı?”, “sesi mi geldi”, “dur biraz bir şey duydum sanki” diyerek sevişiyorum. Öyle ki artık üst tarafımızı çıkarmadan sevişiyoruz ki odaya gelirse en azından yorganın üstünde giyinik bir anne baba görsün de travma yaşamasın. 

Her çocuk mu böyle yoksa bizimki mi kıl bilemiyorum. Ödip kompleks falan mı yapıyor, anasını benden mi kıskanıyor bilmiyorum. Ne zaman hanımla biraz yakınlaşsak, 'anneee' diye bağırarak odaya damlıyor, sanırım annesini kötü kalpli babasının elinden kurtarıyor. 5 yaşında olmasa karşıma alıp konuşacağım ama bu yaşta ne diyeyim, akşama kadar dövüşçülük diye koşturan bir çocuğa “anneni benden kıskanman çok saçma” temelinde bir konuşma ne ifade eder bilmiyorum.

3. Uyuyamıyor bu ne yapsak ki?

- Eee peki sonra ne olmuş

- İşte onlar da şatoya gitmişler hep beraber

- Hangi şatoya

- Olm masalın başında dedim ya, büyük şato hani

- Kim gitmiş

- Hepsi

- Kim yani

- Yavrum gözünü kapat dinle sen böyle soru sorunca uyuyamazsın ki…

- Sonra kötü kraliçe çıkmış dışarı

- En kötü olan mı?

- Soru yok!!!

Yemek yemeyi bilmese, yedirirsin; okuyamasa, okursun; kalem tutamasa, öğretirsin; oyun oynayamazsa, oynarsın da uykuya dalmayı bilmeyen çocuğa ne yapılır bilmiyorum. Kaç masal okuduğumu kaç ninni söylediğimi unutuyorum bazen. Yeri geliyor çocuk gelişimi kitaplarının çalışma kampını andıran, odasına kilitleyin bırakın ağlasın nasıl olsa uykuya dalacaktır türünden insanlık dışı önerilerini uyguluyorum ama bana mısın demiyor çocuk. Uykuya dalmak nedir bilmiyor, öğretemiyorum.

Uykuya gidip de yarım saatte dışarı çıktım mı evde zafer turu atıyorum. Uykudan ölen çocuğun nasıl olup da 1 saat yatakta beni soru yağmuruna tuttuğunu anlayamıyorum. Gözünü kapatır uyursun, bunu çocuğa öğretemiyorum. Sanırsın yarın iki vizesi var, sanırsın senedinin günü geldi, sanırsın çeki karşılıksız çıktı da sıkıntıdan uyuyamıyor. Lan çocuksun, kafa pırıl pırıl devrilip uyusana?!

Bir saat sonra, 10 dakikalık sessizliğin ardından…

- Kraliçe hani o siyah giysili olan mıydı?

- ………

- ………

- O prenses değil miydi ki?

- La uyusan ya!!

4. Çocuğum okulu çok seveceksin, inan bana

-Neden ağlıyorsun şimdi?

-Annem bıraksın beni

-Saçmalıyorsun!

-Böaaaa (ağlama şiddetinde artış)

-Bak şimdi, inan seni tanıyamıyorum Emrecan!

Bu diyalog daha bu sabah bir çocuk ile onu yuvaya bırakmaya çalışan babası arasında geçmiştir. Sanırsın baba 4 yaşındaki Emrecan ile değil de şirketin satın alma müdürü ile konuşmaktadır. Babaların sorunu bu işte, mantıklı konuştuklarında çocukların anlayacağını sanıyorlar. Hemen, 'oysa ne güzel izah ettim, neden anlamamakta ısrar ediyorsun' türünden bir yaklaşım içine giriyorlar.

Annelerin öğretmen, hemşire, vb. devlet memuru olduğu ve babadan daha erken bir saatte iş başı yapması gereken ailelerde çocuklar yuvaya baba tarafından bırakılıyor ve yuvaların önünde sabah saatlerinde resmen bir mantık silsilesi yaşanıyor. “Bu hareketine anlam veremiyorum” diyen mi ararsın, “kendine bir bak yakışıyor mu bu hareketler hiç sana” diyen mi ararsın “bunu akşam detaylıca konuşacağız” diye gözdağı vermeye çalışan mı arasın “ağlamak sana hiçbir şey kazandırmayacak” diye tavır koyan mı ararsın. 

Oysa anne geliyor çocuğu bırakıyor çocuk ağlarsa, ayrılmak istemezse “ben hemen şuradayım, korkma rahat rahat oyununu oyna sen” deyip çocuğu rahatlatıyor kocaman bir öpücükle işine gidiyor. Baba geliyor çocuğu bırakıyor çocuk ağlarsa, ayrılmak istemezse “çok değiştin sen beren!” diye bir tartışmanın içine giriyor. sanıyor ki bunu dersem çocuk kendisiyle yüzleşip hatalarını anlayacak ve benden özür dileyecek. Babalar çok saf, çocuk dilinden zerrece anlamıyorlar.

Ben de onlardan biriyim, daha bu sabah iki saat konuşarak ikna ettiğim çocuk yine yuvanın önünde benden ayrılmak istemedi, benim verdiğim cevap ise “bunu seninle daha önce konuşmuştuk” oldu. Çocuk gözyaşlarını silip “haklısın baba, bir an kendimi kaybettim kusura bakma” dedi… Yani dese tam olacaktı ama ben annemi isterim diye tutturdu. Tam annesinin iş hayatında yaşadığı zorluklardan bahsedecektim ki öğretmeni imdadımıza yetişti ve gel bak bugün tiyatro yapacağız diyerek sabiyi kurtardı. 

Oysa çalışma hayatında yaşadığımız zorluklar 4 yaşındaki evladımın çok ilgisini çekebilirdi!

5. Ahmet Bey veli toplantısı bitince siz kalın lütfen...

Bu psikolojiyi anlatmam mümkün değil. Zaten 50 kişilik sınıf ve gördüğüm kadarıyla bütün veliler gelmiş. Herkes çocuğu hakkında bilgi alma, “Aleyna çok akıllı”, “Semih çok iyi bir öğrenci”, “Merve çok başarılı”, ”keşke bütün çocuklar Cem gibi olsa…” türünden laflar duymak istiyor. Ama ben gerçekçiyim “Selim bey oğlunuzda bi sıkıntı yok” dese bana yetecek. 

Ali, Yasin, Sinem, Fatma, Çağla, Bartu, Filiz… bizim oğlanın numarası kaç? Diye düşünmeye başlıyorum. Sanki başarılı öğrencileri en başa koymuşlar da başarısızlar sonlara kalmış gibi bir hissiyat kaplıyor içimi. İsmi ilk okunan çocuğun velisine bakıyorum, suratındaki gülümseme onun da benim gibi düşündüğünü gösteriyor. Çocuğu birinci olmuş gibi kıvançlı eleman. 

50 veli içinde sayılı erkek velilerden biri olmam, çocuğun isminin hala okunmaması, öğretmenin çok gerçekçi olması, lafı pat diye koyması beni gerdikçe geriyor. Hazırladığım cümleler bir bir uçup gidiyor aklımdan, çocuk hangi kitapları okudu? Toplama yapabiliyor mu? Okuması hızlandı mı? Bir dakikada kaç kelime okuyor? Hecelemeyi tamamen bıraktı mı… Olm hiçbiri yok lan aklımda?

Derken bizimkinin adı okunuyor, içinde bulunduğum gerilimle sanki öğretmen beni sözlüye kaldırıyormuş ya da sınav notumu söyleyecekmiş gibi ayağa kalkıyorum. Millet bir hamlede bulunacağımı sanıp bana bakıyor ama ben kendimde bir tuhaflık görmüyorum. 'Ulan senden önce 35 çocuğun adı okundu, bir tek veli ayağa kalktı mı geri zekalı!' diye bir düşünce gelmiyor aklıma. Öğretmenin 'Selim bey oturarak da dinleyebilirsiniz' demesiyle mallığımı fark edip oturuyor, öğretmenin oğlunuz über demesini bekliyorum. 

“Selim bey isterseniz sizinle toplantıdan sonra konuşalım” diyor. Artık toplantıdan sonda bana, “herkesin içinde demek istemedim, olan var olmayan var ama oğlunuz dahi Selim Bey” dese bile fark etmez çünkü herkes ama herkes bana döndü ve acır gibi baktı. 'yazık lan artık ne kötü bir durum varsa insan içinde diyemedi öğretmen' diye düşünmeye başladı. Bu gurup içinde ben de varım. Aklıma en kötü şeyleri getiriyorum. Halbuki diyorum kendi kendime, çocuk hiç de geri zekalı gibi görünmüyor diyorum, kendimi avutacak kelimeleri bulamıyorum. Ahmet’i, Ayşe’si bitse de ne duyacaksam duysam diyorum. Acaba milletin bir şeyini mi çalıyor, kızların eteğini mi kaldırıyor, kavga mı ediyor, küfür mü ediyor, hiperaktif mi lan… Kafam patlayacak.

23 nisan’da gezi varmış çocukların başında olabilir miymişim?!… Arkadaş bunu içeride söylesene ya da 'çocuk iyi sizden de bir şey isteyeceğim toplantıdan sonra kalın' desene. Beni niye geriyorsun, niye evladım hakkında bilinç altımda kalmış pis düşüncelerle yüzleştiriyorsun beni? Allah insanı veli toplantısından sonra “sen kal” denilen velilerden etmesin. O 15 dakikada kendi öz evladımdan tiksindim yemin ediyorum.

6. İsyaaaaaeeeaan!!

Çocuk ilk üç ayında bitki gibidir, etrafında ne olup bittiğini anlamaz, adam gibi göremez, ağzına memeyi ver emer, vermezsen ağlar. Bütün olayı budur. ancak 3. ayına geldiğinde bazı şeyleri ağlayarak hallettirebildiğini algılamaya başlar. Ağlayınca sürekli kendisiyle ilgilendiğinin farkına varır ve ufak ufak bunu kullanma eğilimine girer. 6. ayına geldiğinde ise sizi kandırmaya başlar. Artık olmayan şeyleri var gibi gösterip sizi aldatabileceğini, sizin de bu tongaya sürekli düştüğünüzü fark eder. 

1 yaşında duygusal bağlar, kendini keşfetme derken karakter oluşturma sürecinin başında sizinle çatışmaya başlar. 2 yaş konuşmanın oturmaya başladığı yaşlardır sizinle iki kelimelik dağarcığı ile atışmaya girer. Tuvalet alışkanlığı, memeden kesme bu yaşa denk geldiği için bir hayli sinirli, gergin ve asidir. 3 yaş karakter oturmasının sonuna denk gelen yaştır haliyle sürekli çatışmalar, isyanlar ile geçer. 4-5 yaş kendisini tanıma, birey olduğunun farkına varma sürecidir, haliyle bir birey olarak kendi istekleri şekillenir ve sizin her yasağınıza karşı isyan başlar. 

6-7 yaş okula başlama yaşıdır. Yeni bir çevre, yabancı ortamlar, annenin babanın kendisini bırakıp gitmesinden dolayı duyulan öfke sebebiyle isyan doruktadır, bir de buna elektra, ödip kompleksler eklendi mi vay halinize. 8-9 yaş dediğin ergenlik provasıdır. Bildiğin sesi kalınlaşmamış ergen tavırlarına maruz kalacağınız yıllardır. 

Zaten bu yaşın ardından da ergenlik başlar ve lise bitene kadar “asi ruh” evinizde dolaşıp durur. Bacakları kıllanmış, sakalları tel tel çıkmaya başlamış, boboli sesli çocukla ve onun isyanlarıyla uğraşıp durursunuz. Üniversite yılları nispeten daha az isyankar geçer ancak “evlenicez biz”, “kitap alıcam para gönder”, “herkes gidiyor yaz okuluna”, “trenle avrupa’ya gitmemde ne sakınca var”, “okulu 1 yıl uzatmayan yok gibi” türünden çıkıntılıklarla bu yılları da size çok tatlı bir isyan havasında geçirtebilir. 

Ne zaman ki askerliğini yapıp, ekmeğini eline alıp evlenir ve çocuğu olur. Kendi çocuğunun isyan sürecine girmesiyle sizin yakanızdan düşer. Bu takriben 27-32 yaş arasında olur. Yani 3 aylıkken başlayan isyan macerası asgari 27 yaş civarında biter. 

Bize reva görülen bu mudur? Bir insan yetiştirmenin bedeli 27 yıl aralıksız isyana maruz kalmak mıdır? Arkadaşım kim dayanır böyle bir isyan dalgasına? Oğlan 8 yaşında isyanın zirvesinde, kız 6 aylık oldu yalanı öğrendi, iş mi yapayım, para mı kazanayım yoksa evdeki isyanı mı bastırayım bilmiyorum. Şimdi de çocuk çıkmış ben vampirim diye geziyor, evde ışık yaktırmıyor. Niye? ışık yanarsa ölürmüş. lan olm diyorum, o ışık dediğin sadece güneş ışığı, tasarruflu ampul vampire zarar vermez diyorum yok, anlatamıyorum. En son 'Çin malı tasarruflu ampulün yaktığı vampire başlayayım' deyip balkona çıktım, sinirden 3 sigara içtim art arda. Kaldı ki bu daha 8 yaşında ve alttan da yeni yetişen eleman geliyor. 

İnsan yetiştirmek bu değil arkadaşım, bu olmamalı. Tıp buna çare bulmalı, psikoloji bilimi buna eğilmeli. 30 yaşına kadar her ayı ayrı bir isyan havasıyla geçen gelişim süreci olabilir mi? Tamam hepimiz birey olduk, birey olmanın zorluklarını biliyoruz ama bireyliğin temeli bu kadar mı zor atılır. Hiç uçmam diye isyan eden kuş yavrusu gördünüz mü? Hiç ben avlanmayacağım diye aslan yavrusu var mı? Yahu sırtlan yavrusu bile ben bu leşi yemem, taze et yok mu demiyor. 3 aylık hayvan leşin dibine dalıyor, ben bizimkine vampirliğin ne demek olduğunu anlatamıyorum.

7. Kardeş kıskançlığı

Çocuk dediğin komple dert diyorum kimse bana inanmıyor. Çocuk, 1-anne karnındayken; 2-doğumdan sonraki ilk 3 gün içerisinde nispeten sorunsuz, ondan sonra 45 yaşına kadar yakanızdan düşmüyor. Oral evre, anal evre ile başladığınız macera “baba ev alacaz bize yardım et” noktasına kadar aralıksız sürüyor. Kendi dertleri yetmiyor tabi bazen, o zaman da kardeşi üzerinden ağzınıza s.çmaya devam ediyor. Kardeşini kıskanan bir çocuktan daha beteri varsa o da 'seviyorum ayağına yatıp kardeşini hırpalayan' çocuktur. 

Elinizi kolunuzu bağlar bu çocuk. Çünkü kıskanıyor olsa tedbirleri açık, yapılacaklar belli, hiç olmadı psikologa gidip akıl danışabiliyorsunuz. Ama sinsi gibi, kıskandığını belli etmeden, seviyorum ayaklarına yatıp “canım benim canım benim” diye diye kardeşini telef eden çocukla baş etmek güç. Çünkü küçük iblise yapma diyemiyorsunuz, seviyorum diyor, dokunma diyemiyorsunuz çünkü kardeşime neden dokunamazmışım diyor, acıtıyorsun diyorsunuz, aynısını size yapıp, acıtıyor mu bu? diyor, o hassas diyorsunuz, ben değil miyim? diyor. Lan el kadar çocuğun her şeye lafı olur mu arkadaş? Her dediğine cevap yetiştirebilir mi insanın? Ebeveynliğimden soğudum yemin ediyorum. 

Seviyorum ayağına kardeşini gözümüzün önünde, yasal yollardan hacamat ediyor resmen. Vursa bağıracağız, ittirse, yapma diyeceğiz, dürtse o daha küçük abisi yapma diyeceğiz ama iblis yanağını sıkıyor, elini kolunu çekiştiriyor, sorsan seviyor. Elimizi kolumuzu bağladı. Eşimle ben 8 yaşındaki çocuğun gözümüzün önünde 8 aylık bebeyi telef edişini çaresizlik içinde izliyoruz. Kardeşi ile iyi bağlar kursun, ondan uzak büyütmeyelim derken çocuk buldog köpeğine döndü, yanakları sarktı yemin ediyorum. 

-Oğlum yavaş biraz

-Hızlı değilim ki

-Hız anlamında değil, yani hassas davran

-Öyle davranıyorum

-Davranmıyorsun

-Nerden biliyorsun

-Görüyorum

-Görülecek bir şey değil bu, hissedilecek bir şey

-Hissediyorum o zaman

-Sana yapmıyorum ki hissedemezsin

-Ben babayım hissederim!

-…Bunu hissettin mi?

-Neyi?

-Bak gördün mü hissedemedin, arkamda kendi parmağımı sıktım, ben hissettim ama sen hissedemedin.

-…Tamam al oyuncak et lan bebeyi

-Oyuncak değil o, seviyorum ben onu 

-Aferin ama acıtmadan

-Acıtmıyorum ki

-Tamam lütfen sus ve al ne yapıyorsan yap… al

-Senin kucağında dursun, oradan şey yapıcam

-peki, ona da tamam…

8. Tuvalet alışkanlığı mühim konu!

Çiş neyse de çocuğu kakaya alıştırmak zor. Otursa kalkmıyor, kalksa oturmuyor, azıcık bir zorlanma hissetse ağlayarak kaçıyor. Bir de psikologlar çocuğun s.çmasına öyle derin anlamlar yüklemiş ki laf edemiyoruz, korkmasın, çekinmesin, endişelenmesin diye çocuğun tuvalet seanslarını bir şenlik havasına çeviriyoruz. Bir hafta mumlarla, çakmaklarla ayin yaptıktan sonra baktık ki bizimkinin rahat rahat s.çacağı yok ve ben baktım ki eşim deprem olacağını hissetmiş karınca gibi evin içinde bir oraya bir buraya seğirtiyor dedim başka yollar deneyelim.

Demez olaydım, benim duyarlılık abidesi eşim hemen psikologa gitme fikrini ortaya attı ve bu fikrine ahtapot gibi sekiz kolla sarıldı. Yok tuvalet alışkanlığı çok önemliymiş, yok gelecekte birçok şeyini etkileyecekmiş, yok şöyle yok böyle beni kandırdı. Daha doğrusu bezdirdi, kalktık gittik psikologa. Anlattı da anlattı, konuştu da konuştu çocuğun b.kunu resmen totem yaptık tapar hale geldik. 

Bir saatin sonunda vardığımız nokta çocuğun kakasını bir hediye olarak gördüğü ve bunu vermekte nazlandığı yönünde idi. Ben üzerimden şaşkınlığı atamamışken eşim doktorun bize, bizim sittin sene aklımıza gelmeyecek bir şey söylemiş olmasından dolayı mutluluktan uçuyordu. 2.5 yaşındaki sabi b.kunu vermekte nazlanıyormuş çünkü o bir hediyeymiş bize. Lan dedim s.çarım öyle hediyeye, ben her gün iki defa gönderiyorum o hediyeyi iski’ye bu neyin nazı?

Neyse sonuç olarak kakasını yaptığında pasta kesmiştik. Üstüne de bir b.ku temsil eden bir mum dikmiştik. Allah'tan devamı gelmedi, bu performansla maaşı pastaya yatırabilirdik.

9. Otorite algısı

-Yahu gerek yok saçmalıyorsun iyice

-Anlamıyorsun sen, davranış bozukluğu seziyorum ben

-Ben de sende grip seziyorum, doktora götüreyim mi seni?

-Öfff hep aynı banal yaklaşım, götüreceğiz işte çocuğu bir psikologa 

-Peki, seninle mücadele edemeyeceğim.

-Etme zaten, sıkıntı var diyorum ya

-Evet, sıkıntı var ama çocukta değil zannımca

-Eheheheh çok komiksin…

Netice itibariyle gittik psikologa, zaten aklına bir şeyi yapmayı koymuş kadının önünde hiçbir şey duramaz, duramadım da. Psikolog aldı çocuğu, odaya soktu, resim çizdirdi, oyun oynadı, konuşturdu, soru sordu, güldüler, eğlendiler 2 saat sonra çıktılar. Adamın suratından düşen bin parça, yüzüme bakamıyor resmen. Aha dedim oğlan adama küfretti kesin, e anası öğretmiş olamayacağına göre anladı benim ne mal olduğumu. 

Derken konuya girdi, çocukta bir sıkıntı yok sıkıntı sizde deyiverdi. Aklıma “sıkıntı var ama çocukta değil zannımca” dediğim anlar geldi ve suratıma manyak bir gülümseme oturdu. Eşimin ters ters bakışlarına aldırmadan sırıtarak dinledim adamı. Keyifli keyifli otururken adam pat diye oğlanın çizdiği bir resmi çıkarıp koydu önümüze. Oğlanın bu kadar iyi resim çizebildiğini bilmemenin verdiği şaşkınlıkla, resmi inceledim. 

Resimde bir kadın, bir çocuk bir de kurbağa gibi, kertenkele gibi, böyle sıçan gibi yeşil bir mahluk vardı. Dedim güzel çizmiş kerata, bir de yavşak gülüş patlattım ardı sıra. 'Ne görüyorsunuz?' dedi psikolog adamımız. Eşim psikoloji testine kendi giriyormuş gibi, gördüğü her şeyi en ince ayrıntısına kadar yorumladı, kendi deyişiyle anlamlandırdı, irdeledi, yerdi, soyut düzlemde örseledi. Lan ne diyor bu diye düşünürken, psikolog bana dönüp “siz?” dedi. Kadın, çocuk ve yaratık, diye çok kısa özetledim. Eheh meheh diye gülmeyi de unutmadım. 

Resmen bir Amerikan filmindeydik, psikologa gelmiştik ve karanlık güçlerin ele geçirdiği yavrumuzun resimlerinden tahliller yapıyorduk. Psikolog gözlüğünü çıkardı, 'Ahmet Bey, o resimde anne var çocuk var peki siz neredesiniz?' diye sordu. içimden “Has.ktir, yaratık ihalesi bana kaldı” dedim, ama psikologa “bilmem, işe mi gitmişim? eheh meheh” diye çok mantıklı ve arzu edilen bir görüş bildirdim. Eheh meheh şeklindeki yavşak sırıtışı suratımdan atamıyordum…

Psikolog elini resme uzattı, işaret parmağını bir şeyi gösterecekmiş gibi hazırlayıp yeşil mahlukun üzerine koydu, “siz busunuz Ahmet bey” dedi. Yeşil şeye uzun uzun baktım, duygusallaştım, hüzünlendim, düşüncelere daldım ve sordum “kurbağa mı o?”

Psikolog, sanki o yeşil şey can bulmuş da benim yerime oturmuş gibi baktı bana ve “ne olduğu önemli değil Ahmet bey, siz burada baba değil busunuz, bu yaratıksınız, siz oğlunuzun hayal alemindeki bir oyunsunuz” diye saydırdı. çocuk anneyi otorite olarak gördüğü için, beni kendine oyun arkadaşı seçmişmiş, ben onun babası değil, hayalindeki bir oyunmuşum falan fistan. Anlattı, anlattı, anlattı, sadece “neden yeşil peki?” diye sorabildim. Psikolog cevap vermedi, sanırım vermek istemedi. 

Bu kadar yazının üstüne bir de çocuğun anneyi otorite olarak görmesinin, babayı yavşak, yeşil bir mahluk gibi görmesinin, vs. etkilerini anlatacak değilim size. tek bir şey diyeceğim, allah hiçbir babayı otoritenin karşısında yere yapışmış yeşil sümük gibi bırakmasın.

10. Kendi kendine oynama alışkanlığı

Çocuk psikologu aynur çildırın: “çocuğun hayal gücüne hiçbir yetişkin ulaşamaz. kendini odasına kapatıp, kendi kendine konuşarak uçaklar uçuran bir çocuğun hayal dünyası, yetişkinlerin henüz varlığını bile bilmediği bir yer.”

Ayşe Sorumluebeveyn (iş kadını): onu odasında legolardan şatolar yapıp ejderhalarla savaşırken izlemek sanırım dünyanın en keyifli işi. 

Salih Elitbaba (oto galeri sahibi): bazen yanına ilişeyim, onunla formula 1 yarışları yapayım istiyorum ama, odası onun alanı girmeme sıklıkla izin vermiyor (gülüşmeler).

Ben (ızdıraplı baba): odasında 10 dakika kendi başına vakit geçirse de bir çay içsem diye sıklıkla allah’a dua ediyorum!!

Lan olm milletin çocuğu nasıl bir şey ben anlamıyorum. “Sabah bir girdi odasına, baktım oynamaktan yorulup uyumuş, üstelik pijamalarını giymeyi de unutmamış!” milletin çocuğu “akşam uyumanıza yardımcı olur anneciğim, babacığım” diyerek birer kadeh şarap ikram edecek olgunluğa ulaşmış, kurduğu hayal dünyası ile ailesinin yaşamını boyuyor, hayali arkadaşlarını anne, babasıyla tanıştırıyor, bizim ki de “baba hadi atçılık, baba hadi kılıççılık, baba hadi boyamacılık…” diye diye her oyununa beni, anasını katma peşinde koşuyor. 

Yahu el alemin çocuklarını örnek alsana, yarattığın eşiz hayal dünyasına sokmasana bizi, lan bir hayal dünyan olsa ya? Bugüne kadar odasında tek başına oynama rekoru 17 dakika falan, o da yeni bir oyuncak alırsak. 17 dakikada oyuncağı kırıp atıyor sonra baba kılıççılık. Yahu tamam kılıççılık ama milletin çocuğu ejderhalar ile savaşıyor, sen de en azından bir keçi falan öldürsene tek başına. 

Yok, sanırım ben o eşi menendi bulunmayan çocuk hayal dünyası nedir hiç bilemeyeceğim, saatlerce odasında kendi başına oynayan çocuğumu izleyip kahvemi yudumlayamayacağım. 'Evladım elimde çay var yanacağım!!' diye inliyorum, bizimki kılıççılık derdinde.

hay kırılsın o kılıcı alan ellerim. Bir de ışın kılıcı almışım ki o yalancı kılıç çınlama sesi akşama kadar beynimi daha iyi pelteye çevirsin diye.

Sevim Çocukyetiştiren: '6 saat odasından çıkmadığı günler oluyor.'

niye uyuşturucu falan mı veriyorsunuz sabiye? Terbiyesiz sorumlu ebeveynler sizi ya.

11. Yoksa çocuğum bir pısırık mı?

- Oğlum kardeş oynamak istiyor niye kaçıyorsun?

- Yavrum vermesene oyuncağını, senin elin yok mu git al

- Oğlum cevap versene arkadaşa bak bir şey soruyor

- Sen isteyemiyor musun?

- Dilin yok mu senin

- Bak herkes kayıyor hadi çık

- Oğlum sıra senin, niye binmiyorsun, sahip çıksana sırana…

Böyle geçiyor günleri pısırık çocuk sahibi ebeveynlerin. Evet, benim de. Hani derler ya Allah açılıkla, yoklukla imtihan etmesin diye, ben Allah pısırık evlat ile terbiye etmesin diyorum uzun zamandır. Karışmayayım, kendi sorunlarını kendi çözsün, kendine güvenli bir birey yetiştireyim derken çocuk elimde patladı resmen. Dualarım bu pısırıklığın ergenlikle beraber silinip gitmesi. 

Teyzelere bakılırsa onların çocukları da böyleymiş ama şimdi atom mühendisi olup NASA’da genel müdür olmuşlar ama benim hiç umudum yok. Ölecek olan hastaya son günlerini iyi geçirsin diye söylenen yalanlara benziyor her lafları. İleride düzelirmiş, torunu da böyleymiş, küçükken pısırık olan çocuklar ileride çok başarılı oluyormuş, vs. Yalan yalan yalan. Bu çocuk ileride bankacılıktan öte geçemez, şimdiden görüyorum bunu. Müşterinin karşısında iki laf işitince hemen güvenliğe kaş göz eden gişe memuru elektriği alıyorum kendisinden.

umarım yanılıyorumdur.

Bonus - Şu 22 bin şeyi sakın unutmayın!!

İlk çocukta çok hevesliydik. Haftalık olarak çocuk gelişimini gösteren 1000 sayfalık bir kitap, çocuk eğitimini anlatan 500’er sayfalık iki kitap, bebek ve çocuk yemekleri üzerine biri yabancı (çocuk Avrupai büyüsün istedik) iki kitap, daha da ileri gidip ergenlik dönemi sıkıntıları ile ilgili bir kitap, çocuğunuzla etkinlik yoluyla iletişim kurun türünden bir kitap, 2 tane masal kitabı, 2 tane cd’li hikaye kitabı, çocuk oyunları kitabı, nasıl iyi bir ebeveyn olurum kitabı, çocuk için evdeki tuzaklar kitabı, vs. derken yaklaşık 50 tane kitap aldık. Sonuç ortada, bir proje gibi yetiştirelim, 12 yaşında üniversiteye gitsin diye çıktığımız yolda oğlanın 4+4+4’ten bile kazasız belasız çıkabileceğine olan inancım bir hayli zayıf. 

Konumuz benim oğlan değil, o konuda zaten yeterince yaralıyım bir de sizi darlamak istemiyorum. Konumuz şu ki, gerek satın aldığımız ve gerekse de internet üzerinden edindiğimiz bilgiler ışığında normal bir çocuk yetiştirmek için, bakın normal diyorum, bir ebeveyn asgari 22 bin şeyi göz önünde bulundurmak zorunda. Doğduğu günden itibaren kesintisiz şekilde hatırlaması gereken 22 bin madde var. Yemesinden içmesine, uyumasından yürümesine, oynamasından gelişimine, sağlığından sporuna, gazından tuvaletini yapmasına, tırnak kesiminden banyosuna, konuşmasından tuvalet alışkanlığına, sosyal ilişkilerinden aile bağlarına kadar değişen alanlarda 22 bin maddeyi bilmeli ve yeri geldiğinde kullanmalısınız. 

'Hass..tir lan oradan, anamız bizi böyle mi büyüttü?!' dediğinizi duyar gibiyim de, sen ne biliyorsun ananın seni nasıl yetiştirdiğini? İllaki kitaplardan öğrenmesi gerekmiyor, default olarak gelen analık içgüdüsü ile yetiştirmiş işte, kaldı ki bu soruyu sorduğuna göre birkaç noktada başarısız olmuş da diyebiliriz. Peki neden bu baskı altında hissediyoruz kendimizi? Neden bu 22 bin maddeyi bilmek zorunda bırakılıyoruz? Neden Avrupalı, Amerikalı gibi serbest yetiştirme ilkesini benimsemiyoruz? Çünkü gerek kamu spotları gerekse de reklamlar bize sürekli nasıl bir ebeveyn olmamız gerektiğini anımsatıyor. Bunu bunu yapmazsanız kendinize ana baba demeyin diye diye ağzımıza ediyorlar. Adam giymiş beyaz önlüğünü, takmış stetoskobunu sana “Çocuğa günde iki çay bardağından fazla mama verme!” diyor, hadi sıkıysa versene bunu duyduktan sonra. Tamam diyorsun, bu adamı dinleyeyim, ama kaynanan oradan “bu çocuk aç!” diye ünledikçe kimi dinleyeceksin? Kamu spotu mu kaynana mı? 

Demek istediğim bu da değil, çocuk yetiştirmek bu kadar zor olmamalı onu diyorum. Hele bir de kardeşi falan oldu mu, kıskançlık falan giriyor devreye olaya kafadan 7 bin madde daha ekleniyor. Lan olm o kadar bilgiyi alacak kafam olsaydı 'London Schools of Economics'de okurdum ben. Derhal pediatrist, çocuk psikologları, gelişim uzmanları, vb. kişilerden oluşan bir şura toplansın ve bu 22 bin madde, azami 100 maddeye çekilsin. Yanlış bilgiler atılsın, aynı bilgiler bir araya getirilsin, az önemli olanlar elensin de biz de biraz nefes alalım yahu. Mesela bu liste güncellensin. devir vampir, kurtadam, Minecraft, Regular Show, Adventure Time, vs. devri. çocuğun kendisini Pokemon zannettiği devirler geçti, mesela kendini vampir zanneden çocuğa karşı neler yapmalıyız bir türlü bulamıyorum. Psikologa gidiyorum adam kendini örümcek adam zanneden çocuğa uyguladığı terapiyi uyguluyor tutmuyor haliyle. 

Demem o ki, anne baba olmadan önce bunları bilin, küçük çocuğunuz varsa kendinizi hazırlayın, nedir ne değildir farkında olun. Doğan büyüyor bir şekilde diyen büyüklerinize kulak vermeyin, büyüyor ama sonunda kurt adam mı olacak, Optimus Prime mı olacak size bağlı. 

Bizimki geçen alerji gibi bir şey olmuş. vücudu kabardı, suçiçeği zannettik. Gittik doktora, alerji dedi ama geçmedi, sonra psikolog bir arkadaş “bunlar stresten olmuş, size hissettirmiyor olabilir ama kardeşini kıskandığı için stres yapmış, içine atmış' dedi. Lan olm 8 yaşındaki çocukta ne stresi? Ben günde 15 saat çalışıyorum, işler bir bir g.tümde patlıyor bunun 6 aylık bebeği kıskanması gibi strese girmedim. Hem içine atmak nedir? Babasına “şat dı fak ap, yo mada faka” diyen bir çocuk, neyi içine atıyor onu da anlamadım ki?

Popüler İçerikler

Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu