Kişi, stres, kaygı, öfke, yalnızlık veya boşluk hissettiğinde, bu duygusal gerilimi azaltmak için besine yönelir. Amaç enerji almak değil; bedeni ve zihni kısa süreliğine rahatlatmaktır. Bu durum yalnızca “fazla yemek” şeklinde görülmez. Bazı bireylerde duygusal uyarım iştahı tamamen bastırabilir. Yani duygusal yeme, fazla yeme ve yemekten kaçınma gibi iki farklı uçta seyreden bir düzenleme davranışıdır. Her iki durumda da asıl işlev aynıdır: duygusal dengesizliği bedensel bir eylemle dengelemek.
Yemek yeme eylemi yalnızca midede değil, beyinde başlar. Beyin ile bağırsak arasındaki çift yönlü iletişim ağı — “beyin–bağırsak ekseni” — hem sindirim sistemini hem duygusal sistemi etkiler. Bu sistem, stres anında salgılanan hormonlar (özellikle kortizol) ve nörotransmiterler (örneğin dopamin ve serotonin) üzerinden çalışır. Zihinsel gerilim arttığında, beyin “ödül” devrelerini aktive eder; kişi anlık rahatlama sağlayan yüksek kalorili, tatlı veya karbonhidratlı yiyeceklere yönelir. Bu yiyecekler kısa süreli dopamin artışıyla geçici bir haz yaratır; ancak ardından dopamin düzeyi düşer ve huzursuzluk geri döner. Bu döngü, duygusal yeme davranışını öğrenilmiş bir baş etme mekanizmasına dönüştürür.
Duygusal yeme, çoğu zaman çocuklukta öğrenilen bir davranıştır. Bebek için yemek yalnızca doyum değil, temas ve güven anlamına gelir. Bakım veren kişi, ağlayan bir çocuğu duygusal olarak yatıştırmak yerine sürekli yiyecekle sakinleştiriyorsa, çocuk “yemek = rahatlama” bağlantısını kurar. Bu öğrenme beyinde yerleşir ve yetişkinlikte otomatik bir regülasyon biçimine dönüşür. Kişi, duygusal bir stres yaşadığında farkında olmadan aynı yolu izler: yemekle duygusal boşluğu doldurmaya çalışır. Zamanla bu davranış, duyguların tanınmasını ve sözel olarak ifade edilmesini zorlaştırır; yeme, duygunun yerine geçen bir tepki hâlini alır.