Yaşamımızın her alanına, ruhumuzun derinliklerine ve bedenimizin tüm hücrelerine sızmış olan tüketimcilik, özünde tam tersi bir kavrayışa muhtaç hakikat arayışında da kendini gösteriyor. Tüketim pratikleri, kişisel gelişim şeklinde tanımladığımız o devasa alanı çoktandır esir almış durumda. 5 adımda mutluluk, 10 adımda başarı hedefleri koyma, en hızlı ve cam kenarı konforlu hakikat seyahati biletleri tadında çekicilikler bunun göstergesidir. Varoluşunu anlamaya yönelirken dahi tüketim ve sahiplik tezgahından geçmek insanoğlunun en büyük paradoksu olsa gerek.
Hepimizin bir şeye dayanmaya ihtiyacı var. Kişisel gelişimle ilgili ve özellikle new age çatısı altında tanımlanan akımların mantar gibi türemesi ve çok büyük kitleleri etkisi altına alması bir bakıma bundan kaynaklanıyor. Yaşantılarımızın gittikçe daha stresli hale gelmesi, dijitalleşmesi, gerçekle kurgunun bu kadar iç içe girmiş olması ve aradaki çizginin silikleşmesi, insanların bu yönelimlere kaymasında etkendir. Bu nedenle inançlar, akımlar, hikayeler, kısa yoldan umut vaat eden içerikler çekici geliyor. Nedeni her ne olursa olsun, beğenelim beğenmeyelim sonuç olarak bunlar var ve varoluşun bir parçası. Kendimizi bu masala ait hissediyoruz.
Gizli çekmecelerimizde her zaman başka olasılıkların var olduğuna inanırız. Çünkü umut olmadan yaşamak pek mümkün değildir. Kierkegaard’a göre umutsuzluk kişinin kendi benliğinden uzaklaşmasıyla ortaya çıkar. Kendi benliğinden memnun olmayan ve olduğundan başka biri olmak isteyen insan, bunu başarsa da başarmasa da umutsuzluğa mahkumdur. Kişinin gerçek benliğini fark etmesi ve kabul etmesi, varoluşunu anlamanın ilk adımıdır. İşin can alıcı kısmı tam da burasıdır!
O değilde paralel evrenlerde mutsuz yaşadığımız ya da aşık olduğumuz insanlarla evlendiğimiz, genç yaşta öldüğümüz ya da torun torba sahibi olduğumuz, başarılı, başarısız, zengin, fakir, ünlü, sıradan ya da hiç var olmadığımız milyarlarca alternatif gerçeklikten her birine kader diyoruz. Evet kader bile sürekli değiştirilebilir yapıdadır.