Hazır cevaba alışmış çocuk, sınavlarda hızla doğru seçeneği işaretleyebilir; fakat yaşamın ona yönelteceği belirsiz ve çoğu zaman cevabı olmayan sorularla karşılaştığında tökezler. Buna karşılık, düşünmeye cesaret eden çocuk, yanıtı olmayan bir sorunun dahi peşinden gitmeyi değerli bulur; çünkü onun için asıl kıymet, cevabın kendisinde değil, düşünme sürecinde saklıdır. Nietzsche’nin “yanıtı olmayan soruların peşinden gitmek, yaşamın en yaratıcı eylemidir” düşüncesi, burada yol gösterici olabilir.
Yeni eğitim-öğretim yılına girerken yüzleşmemiz gereken en esaslı mesele, çocuklarımızı hangi insanlık tasavvuruyla yetiştirdiğimizdir. Onları hazır cevapların güvenli, fakat kırılgan dünyasına mı mahkûm ediyoruz, yoksa düşünmenin sancılı, yorucu ama özgürleştirici yolculuğuna mı davet ediyoruz? Bugünün dünyası, ezberlenmiş bilgilerin değil; eleştirel, yaratıcı ve çok yönlü düşüncenin dünyasıdır. Bu nedenle asıl risk, çocuklarımızın hata yapmasından, yanılmasından ya da cevabı bilmemesinden değil; hiç sormamasından, sorgulamamasından ve düşünmenin zahmetinden kaçmasından doğmaktadır.
Unutulmamalıdır ki tarih boyunca insanlığı ileriye taşıyanlar, çoğunluğun kabul ettiği hazır cevapları tekrarlayanlar değil; alışıldık düşünce kalıplarını kırarak yeni sorular sorabilenler olmuştur. Geleceğin dünyasında “kazanan” çocuk, sınavda en hızlı doğruyu bulan değil; belirsiz bir problemi cesaretle analiz edebilen, kendi aklını kullanma gücünü hayata geçirebilen, zihinsel bağımsızlığını koruyabilen çocuk olacaktır. Bu yüzden eğitim, artık yalnızca bilgi aktarmanın aracı değil, özgür düşüncenin ve entelektüel cesaretin inşa edildiği bir alan olarak görülmelidir. Çünkü asıl başarı, doğru cevabı ezberleyen değil; yanıtı olmayan soruların peşinden gitmeyi göze alabilen çocuklarda gizlidir.