Dünyayla Yaralı Ruhların "Arkadaş"ı Bir Şâir: 12 Şiiriyle Arkadaş Zekâi Özger

Arkadaş Zekâi Özger, (8 Ocak 1948, Bursa - 5 Mayıs 1973) henüz 25 yaşında hayatını kaybeden bir şâir. Genç yaşında kendi sesini bulmayı başarmış, acısını ve sevdasını en yalın biçimde aktarmayı başarmıştı. Yaşasaydı kim bilir daha neler yazacaktı... 

1. Asıl adı Zekâi Özger'dir. Şiirlerini Arkadaş Z. Özger adıyla yayımladı. Selanik göçmeni işçi bir ailenin çocuğudur.

Günler Perişan

yırtarak geçiyor kalbimizden

hayatı da törpüleyen zaman

şuramızda birşey var

acıya benzer

umuda benzer

böyle günlerde hayat

hem acıya, hem acıya benzer

gün ölümle başlatıyor hayatı

her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor

her sabah ölümü anlatıyor gazeteler

sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf

yeni bir cinayetin röntgenini çıkartıyor gövdeme

beynim sabırla keskin

iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını

bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir

gelirse de bilinir nerden ve nasıl

böyle ölümün yücedir adı

ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası

çünki ölümün kanıdır besleyen

bir başka baharın tohumlarını

şuramızda birşey var

bizi onduran şey

acıya saran

umudu kuşatan

kalbim: kalbim mi desem

var kalbim: yaşayan ben

hayatla ölümle cinayetle

gazetelerde, radyolarda, eski üniversitelilerde

eski prof hocalarla

yaşayan ben: geç mi kaldık/kabul edemem

ah benim sevgili annem

oğlunda elbet yurtseverden

birgün bırakırda sizi yüzüstü

yüzüstü değil: elbette bizüstü

bırakır da: kötü sarmaşıkları, yaban güllerini

bırakır da: sekizyüzlük hırtları, şunları, bunları

giriverir senin sıcacık kucağına

yani hem sana karşı, hem senin için

giriverir o yanılmaz tarihçinin yaprağına

ölüm mü dedim annem

ölüm senin gibi güzel annelerin

senin gibi güzel çocuklar feda etmiş

o tarih atlasında

bir kırmızı gül olur ancak

koksun diye çocukların bahçesi

şuramızda, tam şuramızda

kanserli bir virüs gibi kanımıza karışsa da bizi yaşatan günler perişan

işte bir bir kırıyorlar dalıylan

yeryüzünün olgunlaşan meyvelerini

çünki biliyorlar vakit dar

oysa dalları kırılmayan ölür mü sonsuz ağaç

hayatı pekiştiren kökümüz var

dünyayı emeğe kazandırmak için

hayata ve ölüme sonsuz bir anlam veren

kanağacına sözümüz mü var

biz şimdi gidiyoruz gibi ya dostlar

birgün döneriz elbet

acısız, adsız

ölümsuyu sürünün

sürünün ölümsuyu

bir ölü bir dirinin kanıdır

besler hayatsuyu

şuramızda, tam şuramızda

tarihe nasıl anlatsam

ey anneleri korkutan

bizi yaşatan kan

günler perişan

2. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. TRT'nin Ankara bürolarında çalıştı.

Sevdadır

Göğü kucaklayıp getirdim sana

kokla

açılırsın

solmuşsun

benzin sararmış

yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün

öyle bükük bakma bana

çam kolonyası getirdim sana

kentli dağlıların haklı sevdasını

bolu ormanlarından çarpan bir koku

sanki köroğlunun ter kokusu

aman kokusu, billah kokusu

canlarım, canım benim

üzme kendini bu kadar

sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var

bak yeryüzü ne kadar geniş

ne kadar dar

Dur

akıtma gönlüm yaşını

gözünden öpecek bir yer bırak

oy bana en yakın

bana en uzak

sevgili yar

Hasretine vur beni

Giyecek çamaşır getirdim sana

adettir diye değil, sevdim diyedir

bağışla, eski biraz

bedenim uygundur diye bedenine

elimle yıkadım, ütüledim

elma ağacında kuruttum

Günler sarmal bir yay gibi

bunu unutma

Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir

bunu unutma

Seni ben her yerinden öperim

bunu unutma

kadere inansaydım

sana inanırdım

Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben

öyle kırık bakma bana

Caddeler nasıl da genişliyor

sana bunu söyleyecektim

Bileyli bir makas vardı yanımda

sana bunu söyleyecektim

Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri

sana bunu...

Oyy nasıl söyleyebilirim

deliren sevdamızın kısrak huyunu

Elimi tut

tuttururlar, o kadarına izin verirler

kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu

Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız

sen içerde

Ben dışarda...

Oyyy mahpusluk mahpusluk...

3. Kent 16, Soyut, Forum, Papirüs, Yordam, Dost, Yansıma dergileri ile Ulus gazetesinin kültür-sanat sayfalarında şiir ve yazıları yayımlandı.

Merhaba Canım

ben az konuşan çok yorulan biriyim

şarabı helvayla içmeyi severim

hiç namaz kılmadım şimdiye kadar

annemi ve allahı da çok severim

annem de allahı çok sever

biz bütün aile zaten biraz

allahı da kedileri de çok severiz

hayat trajik bir homoseksüeldir

bence bütün homoseksüeller adonistir biraz

çünki bütün sarhoşluklar biraz

freüdün alkolsüz sayıklamalarıdır

siz inanmayın bir gün değişir elbet

güneşe ve penise tapan rüzgârın yönü

çünki ben okumuştum muydu neydi

biryerlerde tanrılara kadın satıldığını

ah canım aristophones

barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum

ölümü de bir giz gibi tutuyorum içimde

ölümü tanrıya saklıyorum

ve bir gün hiç anlamıyacaksınız

güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum

düşüvericek ellerinizden ellerinizden ve

bir gün elbette

zeki müreni seviceksiniz

(zeki müreni seviniz)

4. 1965 yılında, henüz 17 yaşındayken Kent 16 dergisini arkadaşı Ömer Zafer Göktürk ile birlikte çıkardı.

Yeryüzü Ağacı

Kış geliyor

elim yaprak altında

es ey bad-ı semen

çatlak bedenime çarp kalbimi harmanla

gencelmiş tarih kabartmalarının haklılığı aşkına

beni kendime gebe bırak

kış geliyor

otobüs ne kalabalık

yaslan bana yeryüzü ağacı

dikili gövdenin üretkenliği için

çıldırtan bir gübre mi arıyorsun

kökünü toprağımda dene

kış geliyor

koru gövdemi pardösüm

ağzıma konacak kışlarım nerde

tutsana elimi canikom tarih tekerrürden ibaretmiş

Miş bir geçmiş zaman failiymiş

ey beşeriyet beni beş iftarda öp

şair olmak kolay değil yavrum

uzvun o kadar güzelken

bir yanda yaş ağaca balta vuran çokluk

bir yanda kanımı azdıran bokluk

beni artık hücre çoğaltmaktan da yargılarlar

zahir

5. Tek sayı çıkan (Aralık 1965) dergide şairin yayımlanan ilk şiiri de "Niye Kapalı Kapılarınız - Bulamıyoruz" yer almaktadır.

Bir Gün Sevişmeyi Bana

kandan

ve ceninden bir gün daha

başlarken

bir dalı kanatıyorum tırnaklarımla

ağzı açılmamış bir güle dokunuyorum

geceden kalma bir şeyle oynuyor kalbim

bugün biraz daha yorgun başlıyorum

sabah

yeni doğmuş çocuk çirkin ve sisli

vurdukça ilk ışıkları penceremden içeri

kımıldaşır içimin ölü dolu coşkusu

güneş bir ürkekliği gizliyemez

ne de olsa çözülmez yüreğimin kuşkusu

gün, o sevecen çığırtkan

beni yeni bir oyuna çağırıyor

yalnızlık yenilmeyen gladyatör

bana eski bir ölümü anımsatıyor

sabah

taşıyarak bir celladı odama

aşkımın ve bırakılmışlığımın celladını

hüznümle ve çirkinliğimle yargılamadan beni

tanıdığım bir ölümle tehdit ediyor

yalnızlık her sabah öldürüyor beni

çözerek gecenin ipliğini hızımla

hüznümü ve yalnızlığımı sarıyorum sabaha

adi bir etiketi yamayarak üstüne

boyna genişliyen bir orospu gibi

genişledikçe küçülen bir orospu gibi

aşksızlığım küçültüyor beni

korkum ve çirkinliğim utandırıyor beni

gecikilmiş bir aşkı yaşamıya

cinayet tek kurtuluşsa bir yanlışlıktan

önce acıya direnmesini öğrenmeliyim

eskitilmiş bir kurşunla kaplıyorum yüreğimi

acıya ve aşka hazırlıyorum

hergün yeniden yaşamak

boşalan bir birikimi kocamış acılarla

uzuyan bir ölümü bitimliyen vücudum

yani istek. o hep tiksinç görünen

çirkin ve güzel orospu. yeniyetme

bir çırpınışın yorgunluğu yüreğimde

o hep güzel görünen bana

çirkin ve güzel orospu

vücudum. seni seviyorum

acıyla büyütüyorum aşkımı

bir gün bana sevişmeyi öğreticek.

6. 24 Ocak 1971 tarihinde SBF yurduna yapılan polis baskını ve gözaltı sırasında işkenceye varan dayağa maruz kaldı ve başına ağır darbeler aldı.

Pencere

pencereyi kapama

gök dolabilir içeri

sen neyi görebilirsin

ıslak bir bulutun ağışını mı

pencereyi kapama

kuş dolabilir içeri

sen neyi taşıyabilirsin

kırık bir dalın yükünü mü

Pencereyi aç

soluğun çıksın dışarı

sen büyütmedin mi ciğerinde onu

Kokusu hayatı yıkasın diye

Pencereyi aç

sesin sarsın dünyayı

duyulur elbet ta ötelerden

Yürek kendini tanır

7. Aradan yıllar geçtikten sonra 29 Nisan 1973 sabahı Ankara'da, sokakta ağır yaralı bir halde bulundu, kaldırıldığı Numune Hastanesi'nde 5 Mayıs 1973’te öldü. Beyin kanamasından öldüğü belirlendi. Arkadaşları, ölümünü SBF yurdunun basılması sırasında başına aldığı ağır darbelere bağladılar.

Orman

yusufçuğum

kanadından mı vuruldun

ben vuruldum

av erken başlamadı

hanidir yaslı dağlar

bu tüy kimden düştü

hangi avcı, hayın avcı

gergin kanatlarının gölgesinde avlanır da

görmez mi ki, bilmez mi ki

kendi ormanıdır

usu gelişirken büyüyen tüylerinde

okşanır onlar yalnız, arınır, parlanır,

çoğalsın diye kanadının ormanı

yolunmaz ki, koparılmaz ki

yusufçuk, yusufçuğum

kanadından mı vurdular, vursunlar

gün tanlayınca gövertisini

halk ormanı ışıyacak

bin yusufçuk uçacak

bin yusufçuk konuşacak

8. Erken ölümü nedeniyle "Ne zaman yayımlarsam yayımlayayım adı 'Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası' olacak!" dediği şiir kitabını yayımlama olanağı olmadı.

Her Şey Tekrardır Biraz 

Öperse sakalımı biralanmış bir berber

Aşkımın civcivleri kanatlanmış

merhaba

şiirlere kılıç çeken gökyüzü

yerin bu şiirde de bir çocuk ağlamasıdır

(yerin bu şiirde küçük bir çocuk ağlamasıdır)

yani ki sen

EY

li bir heple başlayan

hüzünlerin ve yalnızlığın bekçisi

bütün şiirlerin babası

üvey

babam

merhaba

EY

(artık küçül)

-ey-

acıların güç çeşmesi

suyun artık beslemiyor çocukları

ey babam

merhaba

olmasa babamın karısı

büyütün artık beni

(ağlamak acıların yontulmuş biçimidir

hüzünse bir çocuğun gökyüzünü sevmesidir)

yorgunum bir gülü devşirmekten

görseniz artık

yüzüm

bozulan bir çiçektir

evde kalmış kızların göğsünde sık bulunan

beni solduran akşamüstleridir pencerelerde

çünkü hüznü hüzün besler yalnızca

merhaba

diyorum bir acıyı ikiye bölmek

bir elmayı ikiye bölmek kadar güçtür

görseniz artık

yüzüm

bozulan bir dengedir.

bir serçeyi gökyüzünde barındırmaktan kıyan

(bence bütün serçeler yaşlandıkça serçedir)

güneş(ki göğün orospusudur)

yatar da çirkinliğin baykuş kuşuyla

unutur bir serçeyi kendisiyle sevişmeyi

şimdi yaşlanan bir gökyüzüdür hayatı

aşkı ve sevişmeyi kendisinde arıyan

merhaba

diye bir ses nerden

gelirse küçük bir çocuğun

serçeleri çok seven bir çocuğun

eskiyen yüzüdür güneşe karşı

(babam benim

annemi sana emanet ediyorum)

9. Dergi ve gazetelerde yayınlanan şiirleri ölümünden sonra "Şiirler" adıyla bir kitapta toplandı. İkinci basımı "Sevdadır" adıyla yapılan kitap daha sonra da bu adla yayımlanmaya devam etti.

Aşkla Sana

alnını

dağ ateşiyle ısıtan

yüzünü

kanla yıkayan dostum

senin

uyurken dudağında gülümseyen bordo gül

benim kalbimi harmanlayan isyan olsun

şimdi dingin gövdende

uğultuyla büyüyen sessizlik

birgün benim elimde

patlamaya sabırsız mavzer olsun

başını omzuma yasla

göğsümde taşıyayım seni

gövdem gövdene can olsun

söyle bana ey

ölümün açıklayıcı pervanesi

hangi yavru tek başına yiğittir

hangi yangın bir başına söndürülür

ah herkes susuyor

hiçkimse bilmiyor içimin yangınını

ah herkes mi susuyor

kalbimi kalbine bağladım dostum

ah herkes mi susuyor

kalbi kalbimize benzeyen dostlar

bir çarmıh gibi bırakıyorken kendini dünyaya

hayatın ateş renkli kelebekleri

bir bir tutuluyorken korkunç koleksiyonlar için

ah herkes mi susuyor

bağırsam içimdeki dehşeti

hırsım deler mi toprağı

beni

acısıyla onduran

dostumu

aşkla vurduran hayat

sana

yaşananla harlanan bağrımın sevdasını akıttım

dünyanın yeni baharına

çatlarken kadim güneş

bağrım delinirken fidanların kanıyla

anamın doğurgan karnıdır diye

sevgilimin sütlenecek göğsüdür diye

dostumun üretken gülüdür diye

sana bağlandım

sana sarıldım

beni umutsuz koma

tarihle avutma beni

çünki aşkla sınanmışım sana

sana yangınla, suyla, ateşle

ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım

ey yaşarken kanayan acı

şimşekli gök, tufan, kan fırtınası

uçurum kıyısında hızla büyüyen ot

yapraksız bir ölümün anısı için

körpecik kuzuların derisi için

beni tarihle avutma

umutsuz koma beni

akıtsam deliren sevdamı

köpürür mü hayatı besleyen su

ey benim

yedi başlı kartalım

her başını

bir dağ başlangıcında koyanım

senin

böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir

bizim aşkımızı solduranların korkusu

çünki elbette bir su

kendi akacağı toprağın sertliğini bilir

ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak

artık ırmak mı ne denir

işte devrim

ona benzer bir akışın hızına denir

yarın ne olur bilirim ben

bahar gelir, otlar büyür

ölüm de yapraklanır

bir dağ bulur uzun uzun bakarım

bir çam ağacı gölgesi

güzel kokular veren

bir damla güneş görünce

sana da gülümseyeceğim yarın

şimdi senin uzanıp yattığın otlarda

yarın yeni bir yeşillik büyüyecek

10. 2014 yılında çıkan "Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası" adlı kitapla şâirin şiirleri gerçek adına kavuştu.

Hüzün Mevsimi 

Gece

bir tabut gibi çöker omuzlarıma

bir ölünün iç çekmesi olur rüzgar

hüzünle düşünürüm uzaktaki bir evi

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta

hasreti bir ben bilirim

bir de gecenin gözlerindeki baykuş

baykuş kötü kuş baykuş çirkin kuş

onu hüznümle güzelleştiririm. hüznümle

süsler. bir damın üstüne oturturum

süsler. Damımın üstüne oturturum

-sizi hiç bu kadar yakından görmedimdi

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta

abimin acıyla yontulmuş yüzü

yaşlı bir güvercin gibi düşer avuçlarıma

dağılır ses olur acısı

ezberlediğim bir öğüdü yineler bana

-çocuğum üşütme yüreğini

şimdi hüzün mevsimidir bütün şiirleri gezen

ben doğma büyüme evciyim göç benim harcım değil

hasret bana çabuk dokunur yalnızken karanlıktan

korkarım

mesela mevsim kışsa yağmur yağıyorsa

mesela annem de yoksa yanımda

mesela, şimşek de çakıyorsa ben çok korkarım ağlarım

-ana bana kurşun dök. dua oku. üfle ana

ana ben daha çok küçüğüm. bana ninni söyle ana

yalnızım. bunu hep söylüyorum

yalnızım. bunu hep söylüyorum

geceyi çarmıha geriyorum kimseler tapmıyor

hüznümü ölçeğe vuruyorum yüreğine sığmıyor

her şey ne kadar olabilir meraklanıyorum

yüzüme dokundukça tırnaklarım kanıyor

yalnızlığımı hüznümle yoğuran gece

öyle basitsin ki sen bütün şiirlerin içinde

biliyorum. biliyorum bunu da biliyorum

gökteki yıldızlar kadar dizeler yazılsa da

kendime kendimden başka kendim yok

ne utancımı kuşanan bir sevgi

ne çirkinliğimi öpen bir kız

yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız

-ana bana bir hal oldu. hep böyle titriyorum

ana çok üşüyorum, ıhlamur ısıt bana

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta

ben sevgiye hasretim, sevgi uzakta

ey insanlar

ey gecede unutulmuşluğumun yargıçları

iğrenerek öpüyorum parmaklarınızı

iğrenerek. hepinizi kucaklıyorum ilkin

ağzınızı dudaklarınızı dişlerinizi öpüyorum

bilmiyorsunuz. ben kendimi öpüyorum

cinsel bir çiftleşmedir çarşaflar

ıslak bir gece en fazla kendini çoğaltır

bir solucan vücuduna yeni bir halka ekler

döllenir acı. sevişme daha da erselikleşir

-hü'yü tanıdım size anlatmalıyım bir gün

size bir gün mutlaka hü'yü anlatmalıyım

geceyse

tükenmişse güneşin güçlülüğü

gök gözlerinin buğusunu yansıtır

senin acın acıların ölümüne gebedir

korkma yavrum

ne gece ne geceler senin

suçsuz mızıkçılığını küçültemez

bir çirkini öpmek için uzattığın yüreğini

güzelleşip bir sevginin göğsüne yatmak biraz

biraz yorgun biraz korkak bir insan sevmek biraz

dayayıp sırtını gecenin duvarına

bir ölünün ağzını dudağını öpmek biraz

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta

ben sevgiye hasretim, sevgi uzakta

ey kanımda tefler çalan mevsimle gelen

sesimi çakallarla boğan gece

hüznüme vur acımı soy

beni de kuşat

boris karlof kadar masum yüzümü

karanlığınla frenkeştaynla

çünkü artık büyütmeliyim içimde nefreti

kalbim ki yıllardır iyiliğe abone

nerde bir insan görse

bırakır sevgi kuşlarını

çünkü o bağışlar yargıçlarını

kendi yasalarını kuramıyan yargıçlarını

ey gecede unutulmuşluğumun suçluları

ey yanlışlığımın yanlış yargılayıcıları

suçum: nefreti öksüz bırakmak

savunmam: sevgimi yüceltmek içindir

sakalım yok biliyorum ama kötü değilim

büyükleri sayarım küçükleri severim

çocukları incitmeden severim. kadını öpmesini

bilirim

sizi de sizi de öpmesini bilirim

-ana ben çok yalnızım. benim başka sevgim yok

içimde utanç çiçeği gibi büyüyor hü

kural tanımayan sevgim benim

aykırım fizikötem doğaüstüm yanlışlığım

aşkım. sevgili yanılgım benim başyargıcım

nefretim nefretim nerdesin

kalbim

bir gün elbette sana hükmedeceğim

elbet geçer bu hüzün mevsimi

bir baykuş bir serçeyle arkadaş olduğu gün

o gün size sevinci de anlatıcam

bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün

o gün bahar mevsimidir size aşkı anlatacağım

ve bir gün elbette yıldızları sayacağım

-gelin kucaklayın beni. yıldızları sayamıyorum.

11. Şiir yazdığı yıllardaki üniversite ortamının da etkisiyle ölüm ve cinsellik konularını sık sık işledi. Çoğu arkadaşının aksine dönemin sert siyasi şiir geleneğine uymayıp kendi yalnız yolunu oluşturduysa da ölümünden sonra adı akıllarda kalan arkadaşları değil, o olmuştur.

Kan Reçetesi

Kara bir gök için çok şey söylenebilir elbet

İşte benim bulutum

pas tutmamış sözcüklerden örgülü bir ağıt

alnına halk sıçramış neferlerin çılgar gözleriyle

sana

ey rengi tarihini utandıran elbise

Yüzün hiç yabancı değil

sen eski borazanların gedikli çalgıcısı

sesine küflü ambarların kokusu sinmiş

irin salgını, cinayet fotokopisi ve kangren depolanmış

eskimiş tarih satıcısı ambarların kokusu.

Burnum duymuyor ama seni

uslanmış ıtır kokusunu da duymuyor

benim burnum

benim burnum

vahşi dağ çiçekleri, bozkır gülleri ve devedikenlerinin

kırları genişleten halk kokusuyla yanıyor

genzim çatlıyor

genzim çatlıyor ve seni de çatlatıyor

el illizyonizmin sırça küresi.

sana kim sus dedi Kalbim.

Dünya bir ateşten top gibi kavruluyorken

toprak güneş sıtmasıyla sarsılıyorken

burda, orda, öte yanlarda

alınterinin öfkeyle fışkıyan şavkı

yeryüzünü yeniden biçimliyorken

ve depremle sarsılan halkların beyni

illizyonizmin büyüsünü bozuyorken

seni kim büyülemek istiyor Kalbim.

Bildim hiç kuşkusuz

su yılanları, yeraltı fareleri ve akbabaların koruyucusu

çarpıcıların, kemirgenlerin, leşçilerin

şaşırtılmış kolcusu.

Usul usul da gelsen, harlayarak da gelsen

el illizyonizmin güleryüzlü büyücüsü

masken kandırmıyor çoktandır beni

beni ve benim gibi

dünyaya kanından dürbünle bakanları

soluğu cehennem yakanları.

Çünkü biz hayatı kendi aynasından gördük

biliriz sırça kürenin yaldızındaki puştluğu

Ey tırnaklarımı büyüten tahammülsüzlük

beynimde hora tepen on sivri bıçak

senin kendi damarında denediğin keskinlik

halkının alnındaki tomurcuğu patlatsa da

kan kendini aldatmaz

kan kendini aldatmaz

Kalbim!

bu acıya dayan

varsın işkenceler dağlasın seni

duru bir gök için vahşete katlananlar

acıyı bir silah gibi göğsünde saklamalı

Kalbim!

bu acıya dayan

bu acıya dayanman için

yaranı iyileştirmek için sana

parçalanmış gül cesetlerinden bir reçete

vereceğim

vahşet dağlarından kızgın kemik külleri

işkenceler ovasından kan dölleri

ve yangınlar vadisinden dehşet bir ateş.

Kan kokusu büyüyü bozmak için

Kemik sıcaklığı sırça küreyi eritmek için

Ateş kırmızısı göğü aydınlatmak için

Böylece dirilir içindeki gül cesetleri bile

dirilir ve o zaman

çılgın bir şafakla tazelenen gökyüzü

bir taze tomurcuk gibi açar

kanıyan alnında senin.

Kalbim!

sen varsın

sen tökezleyen bir şarkı değilsin

ne de uzun, yanık havalı türkü

sen kendinin ezgisisin.

Yırt öfkenin sabredilmez dağarcığını

dağılan, saçılan ne varsa hepsi senindir

kara bir gök ancak bunlarla arınır

ve elbette yeter bunlar sırça küreyi dağıtmaya

acı diye ne varsa hepsini onarmaya

Kalbim!

elimden tut

elimden tut

sensiz birşey yapamam.

12. Arkadaş Zekâi Özger adına, 1996'dan bu yana her yıl şiir ödülü verilmektedir.

Sığıntı Kuşu 

akşam

hüznümün soluk aynası

vurdukça yüreğime kanım oynaşır

derinleşir acısı parmakuçlarımın

kırmızı bir ölümü görmüş gibi

kanarım.

yoruldum

değiştirmekten kanını yüreğimin

hergün yeniden başlayan

çığırtkan bir şarkıyı söylemekten

hergün

yeni bir şarkı bestelemekten

ben hüznün

ben gölgemin kiracısı

yeni bir ev değiştirmekten

hergün

gövdemle büyüyen hüznümle

kimselerden habersiz eskiyen yüreğimin

dinlemiyorlar

dinlemiyorlar şarkısını oy

sustukça çoğalıyor tekliğim

ah benim sıska yüreğim

ah benim kimselere söz geçiremez yüreğim

ah benim

neyim kaldı elimde

ah benim

üreyemiyorum kendime

böyle niye beni

biraz yankı biraz karıncayken

şimdi eski bir enosis düşlerim

kendimi koparıyorum kendimden

yetişemiyorum.

tekliğim

yorgun ve kanadı kırık kuştur

hüznün yapraklarında gölgelendiği

kim koparır dalından

ağzı açık bir gülü

kırmızı bir ölümü görmüş gibi

kanarım

yoruldum

değiştirmekten kanını yüreğimin

ne zaman bitecek

bu hüzün.

Binlerce km uzakta olmasına karşın, ruhumun en yakını olan Arkadaş'ıma selam olsun...! 

Bonus: Arkadaş Zekâi Özger'in "Aşkla Sana" şiirinden bestelenen "Alnında Dağ Ateşi" isimli Ahmet Kaya şarkısı.

Popüler İçerikler

10 Kasım 1938’de Hayatını Kaybeden Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Son Sözü "Aleykümesselam" Oldu
Kızılcık Şerbeti'nde Giray'ı Canlandıran Kaan Taşaner Dizide Rol Almaktan Duyduğu Pişmanlığı İtiraf Etti
Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı
YORUMLAR
01.06.2016

Şiirlerini her okuduğumda nasıl bir yürek , nasıl bir beyin diye düşünürüm hep. A.Zekai bambaşka bir insan. ""uyurken dudağında gülümseyen bordo gül / benim kalbimi harmanlayan isyan olsun""

01.06.2016

yaw memleket acılarla dolu anlarını paylaşan şairlerle dolu. Rahmetli Zekâi Özger için atıfta bulunmuyorum, genelleştirilmiş toplum izleğimi olarak söylüyorum. Bir tür hayata experienced mazoşist bakışı hükm sürüyor. Ha, durumdan zevk alan varsa ne mutlu ona ...

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ