Yanıtımız şudur: Duygusal zekâ.
Beyni şekillendiren teknolojidir. Ama ruhu inşa eden sevgidir.
Ekran, bilgi sunar… Şevkat ise, karakter kurar.
Harvard Üniversitesi’nin çocuk gelişimi araştırmalarına göre, ilk 3 yılda beynimizde saniyede 1 milyon sinaptik bağlantı kurulur.
Bu bağlantıların temel malzemesi ise oyuncak değil, yazılım değil…
İlişkidir. Temastır. Güvendir.
Duygusal zekâ, dijital çağın karşısında savunmasız kalmayacak bir iç pusuladır.
Finlandiya bunu gördü.
Eğitim sistemini testlere değil, çocukların mutluluğuna göre yeniden kurdu.
Şimdi dünya çapında bir referans oldu.
Biz neyi bekliyoruz?
Kolektif Bilgelik
Oysa bizim elimizde bir hazine var.
Bir çocuk yalnızca evde değil, mahallede büyür bizde.
Bir çocuğa sadece ailesi değil, bütün toplum göz kulak olur.
Hatırlayalım: İmece kültürü.
Komşunun çocuğu ağladığında, ilk yardıma gelen annemiz değil miydi?
İTÜ’nün araştırmasına göre, imece kültürünün yaşadığı bölgelerde büyüyen çocuklar daha fazla toplumsal sorumluluk alıyor.
Daha dayanışmacı, daha işbirlikçi oluyor.
İşte bu yüzden, Doğu’nun kolektif ruhuyla, Batı’nın bireysel hak ve ifade özgürlüğünü dengeleyerek yürümeliyiz.
Kültürel sentez, geleceğin anahtarıdır.
Dost mu, Düşman mı?
Bir diğer kritik alan: Sosyal medya.
Bir nesil, Instagram filtrelerinde kusursuzluğu ararken, kendi iç sesini bastırıyor.
TÜİK verilerine göre, 10–14 yaş arası çocuklarımız günde 2,5 saat sosyal medyada. Ama çözüm bu çocukları sosyal medyadan koparmak değil.
Çözüm: Onlarla birlikte dijital dünyayı keşfetmek.
Sabancı Üniversitesi’nden Dr. Zeynep Kara’nın dediği gibi:
“Koruma devri bitti. Güçlendirme devri başladı.”