"Dünyada Beş Kral Kalacak, Dördü İskambil Kağıdında"

Krallar, asiller ve liderler tarihin her döneminde tartışılmıştır. Aslında kralları, asilleri ve liderleri liderleri başarı ve zaferleriyle kutlamaya alışkınız. Çoğu kere de bütün bir ulusun başarı ve zaferi onlara mal edilmiştir. Ama bir bireyin bu kadar güce sahip olma hakkını sorgulamak, tarihin kendisini hakim karşısına çıkarmasıdır... Böyle bir mahkemeye hepimizin hakkı var.

Her kral veya kraliçenin ölümünde kraliyet tartışması yeniden açılır, şimdi de olduğu gibi… 

70 yıl önce Kral Faruk, Kraliçe 2. Elizabeth’ten daha popüler bir figürdü. Mısır ve Sudan Kralı unvanına sahip olan Kral Faruk, talihsiz bir dönemde yaşamıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’ye karşı taraftarlık göstermedi ve bu tutumu muhaliflerinin artması yanı sıra, İsrail ile savaş sonrası milliyetçi unsurların güçlenmesine sebep oldu.

Sonuçta 1952’de Cemal Abdunnasır liderliğindeki subaylar tarafından tahtan çekilmeye zorladı.

İtalya’ya sürgüne giderken ettiği bu söz, bütün kralların kulağına küpe oldu: “Bir gün gelecek; dünyada 5 kral kalacak. Dördü iskambil kağıtlarında, birisi de Büyük Britanya'da.”

Malum 50’li yıllar onlarca ülkenin bağımsızlığına veya cumhuriyet idaresine geçmesine sebep oldu. Sadece Kral Faruk değil, bütün kralların varlığı sorgulanır hale geldi. Ama İngiltere Kraliyeti Ailesi için böyle bir tartışmaya kimse girmedi. İngilizler, tarihte başkalarının değişim ve dönüşüm yapmalarına çok defa neden oldular ama kendilerini pek değişmediler.  

Geçen hafta, Kraliçe 2. Elizabeth'in hayata gözlerini yumması ve oğlu Charles’ın kral olmasıyla birlikte gündeme dair düşüncelerimi yazmadan önce, size başka bir kral ve bir kraliçeden bahsetmek istiyorum. 

Arı kraliçeliğe bir seçimle geliyor. Haliyle pek çok imtiyaz sahibi oluyor. Malum arılar çalışkanlıklarıyla bilinir. Kraliçenin öyle bir niteliği yok. Onun görevi yumurtlamak ve kovanın geleceğini garanti altına almak. Onunla çiftleşen erkek arılar, çiftleşme sırasında ölüyor. Sıradan bir arı 30 ile 40 günlük ömre sahipken, kraliçe arı 5 yıl yaşayabiliyor. 

Bahsedeceğim diğer örnek ise kral kelebeğidir. Burada bir seçim yok, krallığı ona insanlar yakıştırmış. Pek çok özelliği var ama en önemlisi, Kuzey Amerika ile Güney Amerika arasındaki yolculuğunu 4 ile 6 nesil sürecinde gerçekleştirmesi. Bu yolculuk yarım yıl sürüyor ama kral kelebeğinin ömrü 30 gün civarında. Haliyle başladığı yolculuğu torununun torununun torunu tamamlayabiliyor. Bu uzun yolculuk haritasını hangi asil genlerinde saklıyor hâlâ bir muamma… 

Bu kral ve kraliçenin misyon ve görevi insanlar nezdinde ne kadar saygın ve asil olduğu tartışılmaz. Ancak insanlar arasında saygın ve hayırla yad edilen kral ve kraliçe sayısı nadirdir. 

Saygınlık ve asalet konusunda ormanların kralı aslana hiç girmiyorum… Onun da yeri eşsizdir.

İngiltere’de kraliyet dönemi başlamadan önce, karmaşık bir uzun yıllar yaşanmıştır.

Milattan önce ve sonrayı kapsar bu dönem. Britanya adasının Keltleri, Romalılar tarafından yönetiliyordu. Bunun Keltler için bir avantajı olduğu da söylenir. Kuzey Avrupa'nın barbar Sakson kavimlerine karşı Romalılar onları koruyordu. Ancak sonra Roma İmparatorluğu çöküşe başlayınca, çekilen Roma’nın yerini Alman kavimleri, Angluslar, Saksonlar, Jütler ve Frizler okyanusun karşısına yelken açtılar ve Keltleri ortadan kaldırıp İngiliz Adaları'nda krallıklar kurdular. 

Önce Vikingler ardından Fransızların hem dilde hem de yönetim anlayışlarının gelişmesinde önemli etkileri olduğu söylenebilir. 

İngiltere’de ilk kral unvanına sahip olan Offa, 700’lü yıllarda yaşadı. Birleşik Britanya krallığı için de aradan bin yıl geçmesi gerekecekti. Bu süreç öyle karmaşık ki uzun bir süre saray ve asiller arasında Fransızca esas olmuştu. Çok kişi bilmez, İngiltere’nin tarihteki üç kralı Almancadan başka dil bilmiyordu. Bunu söylememin sebebi, tarih boyunca ada Avrupalıların hakimiyet sevdası içindeydi. 

Muhtemel ki adalılar, birleşik kral ihtiyacını bu süreçte hissettiler. Ve tartışmasız biat ettiler. 

Ancak İngilizlerin asıl kendilerine dönüşü Kral 8. Henry zamanında yaşandı. 1509 yılında tahta geçip 38 yıl saltanat sürdü. Tarihte bıraktığı en önemli iz, Katolik Kilisesinden ayrılıp, Anglikan Kilisesini kurması olmuştur. Buna sebep de, kilisenin karısından boşanmasına izin vermemesidir.  Sonuçta kralların, liderlerin istediği bir durum ortaya çıktı. Kral, kiliseye de yön verecekti. Malum, Konstantin de kiliseye yön vermek için İznik Konsülünü toplamıştı. 

Sadece o mu, açtığı amaçsız savaşlarla hazineyi boşalttı, tahta varis bırakmak için eşlerini öldürttü, bilim adamlarını katletti. Haliyle bütün bunları yaparken, parlamentodan sürekli onay almayı ihmal etmedi. İktidar, din ve siyaset… Bu sacayağının işlediği her yerde iktidarların ömrü uzun olmuştur. 

Kralların olduğu çağlar  bugün garipseniyor ama o dönem için olmazsa olmazdı. Ya kral olacak, ya padişah ya da tiran… Napoleon kral değil bir tirandı. Hitler de, Stalin de öyle… Adı ne olursa olsun tarzları aynıydı…

Tarihi süreç çoğu zaman sürprizlere gebedir. Kraliyet ailesi çoğu kere soyun devamı için bir erkek evlat aramasına rağmen; Britanya’yı kendi içinde ve dışarıya karşı üç kraliçenin etkisiyle üstünlük sağlamıştır. Kraliçe 1. Elizabeth, Kraliçe Victoria ve Kraliçe 2. Elizabeth… 

İktidarlar bakımından Roma daha karmaşık olaylar ve kişilikler sergiler… Sezar, Neron, Augustus ve diğerleri… 

Yıllar içinde parlamento, yönetim, cumhuriyet, demokrasi kavramları entelektüeller arasında kabul edilebilir hale gelince, kraliyetlerin de alternatifleri de tartışmalara konu oldu. Sadece krallıklar değil, kilisenin varlığı da tartışmaların odağında yer aldı. 

Platon, daha milattan önce kralların varlığına bir dipnot düşürmüş: “Ya bilgeler kral, ya krallar bilge olmalı” sözü ona aittir. Keşke sözü bilge lider, bilge yönetici, bilge seçilmişler olarak değiştirebilsek ve uygulayabilsek…

Tarihin kuralı gücün peşinden gidilmesidir. Bugün de aynı kural, çoğunlukla işliyor ve yığınlar gücün peşinden gidiyor. Krallar sonrası dönemde, ilginçtir ki gizli güçler ortaya çıktı. Derin devlet, masonlar veya İlluminati gibi gizli örgütler kilise ve kraliyetin gücünü devralmaya yöneldi. Unutmayın, günümüzün fenomenleri de fırsat bulursa ileride küresel güç peşinde koşacaktır. 

Muhtemel ki dünyanın en büyük devletlerinden biri olan Amerika, kralsız yönetilmeye başlamasaydı, bugün bu tartışma konumuz olmazdı. “En iyi kral bizim kralımız” bağlamında bir cümleyle yazıyı bitirecektim. Aynı şekilde, Amerika ile birlikte gizli örgütlerin artması ve yaşamlarını sürdürmesi de ilginç bir durumdur. Konu sadece devletlerin istihbaratı da değildir. 

Yine günümüzde çok tartışılan ulusalcılık mı, küreselcilik mi tartışmasının arka planında bu güç arayışı olduğunu söylemek, aşırı bir yorum olmaz. Karmaşık dünyamızın karmaşık sorularından olan bu soruya yaratıcı bir cevap bulmak gerekiyor.

Popüler İçerikler

İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı
Demet Akalın 'Laiklik' Açıklamasıyla Gündem Olan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'e Ateş Püskürdü!
Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
YORUMLAR
16.09.2022

Uzun zamandır Onedioda okuduğum en iyi yazı. Devamını beklerim 👏👏👏

16.09.2022

İskambil kağıdındaki kırallara saygımız sonsuz. Batakta çok işe yarıyor. Geri kalan kıralın amk be

16.09.2022

Cay burnumdan fiskirdi... :)))) sikayet ediyom seni.

20.09.2022

Kralsın be Faruk

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ