Dünya Savaşları'nda Düşmanlarına Kök Söktürmüş 12 Karakter

Savaşları ve onlardan kaynaklanan ölümleri 'sadece birer istatistik' olarak görenlerin aksine, dahil oldukları savaşlarda inandıkları idealler uğruna mücadele ederken içlerindeki insanüstü varlığı ortaya çıkararak düşmanlarının korkulu rüyası olmayı başaran insanlar. Yanlış anlaşılmasın, savaş destekçiliği değil niyet. Sadece tarihe ışık tutmak ve yaşanmışlıkları görmek belki de.

O yüzden ne olursa olsun 'Yurtta sulh, cihanda sulh.' diyerek başlayalım.

12. Lyudmila Mykhailivna Pavlichenko

Naziler II. Dünya Savaşı'nın ortalarına doğru Ruslarla imzaladıkları saldırmazlık anlaşmasını bozarak Rus topraklarını işgale başladıklarında genç Pavlichenko üniversitedeki tarih öğrenimini bir kenara bırakarak hızlıca Kızıl Ordu'ya yazılır. Önceleri, kadın olduğu için kendisine 'hemşirelik yapması' telkin edilse de, reddeder. O, cephede savaşmak istemektedir. Kızıl Ordu cephe talebini geri çevirmeyerek Pavlichenko'yu 25. Piyade Tümeni'nde görevlendirir.  

Pavlichenko, bu andan itibaren Nazilere tam manasıyla cehennem yaşatmaya başlar.  Nazilerin üzerine gönderdiği 36 keskin nişancı dahil olmak üzere toplamda 309 Alman askerini öldürdükten sonra, Almanlar onun bulunduğunu tahmin ettiklere yere büyük havan saldırıları ve topçu atışları düzenlemeye başlarlar. En nihayetinde Haziran 1942'de başarılı olurlar. Pavlichenko yaralanır ve savaşı terk etmek zorunda kalır. Yine de yılmaz, keskin nişancı okulunda öğrencileri eğitir, bizzat Amerika Birleşik Devletleri Başkanı'ndan ödül alır. En alt seviyeden başladığı askerliği binbaşı rütbesiyle bırakan Pavlichenko'ya Sovyetler Birliği'nin en prestijli madalyalarından olan Altın Yıldız madalyası verilmiş, aynı zamanda adına posta pulu bastırılmıştır.

Savaştan sonra eğitimini tamamlayan Pavlichenko, Sovyet donanmasında uzun yıllar tarih araştırmacısı olarak çalışır, 1974 yılında doğal sebeplerden 58 yaşındayken hayata gözlerini yumar.

11. Audie Murphy

Amerika Birleşik Devletleri tarihinde en çok madalya kazanan askerlerinden olan Murphy, arkadaşları arasında 'shorty' (bücür) lakabıyla tanınır. Çocukluğunda babası tarafından terk edilen, ergenliğinde annesini kaybeden, orta öğretimini pamuk toplamak için bırakmak zorunda kalan bücür,  adeta bir şanssızlık abidesi gibidir. Tabii savaşa katılana dek.

Annesini de kaybettikten sonra savaşa katılmaya karar veren bücür, ilk olarak Amerikan Deniz Piyadeleri'ne (Navy Marines) başvurur. Yaklaşık 1.65'lik boyuyla ve 55 kilogramlık ağırlığıyla o sıralar 17 yaşında olan Murphy tabii ki reddedilir. Yılmadan Hava Kuvvetleri'ne başvurur, oradan da kabul görmez. En nihayetinde kara piyadesi olarak kabul edilip eğitimden geçirilerek İtalya'ya gönderilir. Burada sıtmaya yakalanacak, uzun süre hastanede kalmasına rağmen iyileşme belirtisi gösterdiği her seferinde sahra hastanesini terk edip cepheye gidecektir. Sıtması sürekli nüksetse de, Murphy ilk iki madalyasını tek başına imha ettiği bir tank sayesinde İtalya'da alır, önce onbaşılığa, sonra çavuşluğa terfi ettirilir. 

Bücür, Güney Fransa'da bir alanda 128 kişilik birliğinin 109'unu kaybettikten sonra kendilerine doğru gelen 6 Alman tankı ve 100 kişilik alman birliğini öğrenirler. Askerlerini bir sipere saklar, ellerinde olan M10 tanklarını ileriye gönderir. Tanklar vurulur ve yanmaya başlar, Murphy bir müddet bekledikten sonra askerlerine yerlerinde kalmalarını emrederek koşarak yanmakta olan M-10 tanklarından birinin üzerine atlar. 50 kalibrelik ağır makineliye geçerek Almanlarla çatışmaya başlar, bir yandan da telsizden 6 Alman tankının koordinatlarını vererek hepsini topçu atışıyla imha ettirir. Bücür, bir saat boyunca durduğu yanan tankın üzerinde olduğu sürece en az 50 Alman askerini öldürür. Ağır makinelinin mermisi bittiğinde tankın üzerinden atlayan Murphy arkadaşlarına doğru koşarken alevler sonunda tankın yakıt deposuna ulaşır ve tank havaya uçar. 

Audie Murphy, toplamda (Fransa ve Belçika'nın verdikleri de dahil) 40 civarında madalya almış, savaştan sonra teğmen rütbesiyle askeriyeden ayrılıp film yıldızı olmuştur. Eh, böyle bir sahnenin kahramanı ancak film yıldızı olabilirdi zaten.

Unutmadan, kendi hikayesi, yine kendisinin oynadığı 1955 tarihli bir filmle beyazperdeye yansıtılmıştır. 

To Hell and Back IMDb 7,5

10. Milunka Savic

Savaş tarihinin büyük ihtimalle en fazla madalya kazanmış kadın savaşçısı, aynı zamanda farklı savaşlarda çeşitli yerlerinden tam dokuz kez yaralanmış olan Sırp Savic, II. Balkan Savaşı'ndan sonra I. Dünya Savaşı'na da katılmak için başvurur. Balkan Savaşı'nda kadın olduğu öğrenilince I. Dünya Savaşı'na katılmak isteği hoş görülmez, kendisine hemşirelik ve cephe gerisi hizmeti teklif edilir. Savic bu durumu şiddetle reddederek 'sadece savaşçı olarak orada kalacağını' beyan edince kendisine 'kararımız sana yarın bildirilecek' cevabı verilir. Savic, 'pekala ben burada beklerim' deyip esas duruşta beklemeye başlar. Bir saat sonra komuta kademesi pes edip Savic'i savaşa göndermeye karar verir. 

I. Dünya Savaşı'ndaki ilk görevi Kolubara Cephesi'nde çarpışmaktır. Savic bu savaştaki bir çatışma esnasında iki cephe arasındaki, kimsenin gitmeye cesaret edemediği açıklığı koşarak, bir yandan da el bombalarını fırlatarak geçer, 20 düşman askerinin bulunduğu sipere dalarak tek başına süngü hücumu yapar. Avusturyalı askerler, siperlerine süngüyle dalan bir Sırp askerini görünce paniklerler ve hepsi teslim olur. Savic ilk madalyasını burada kazanacaktır.

Tarihe kazınan ikinci hareketi ise 1916 yılındaki Crna Bend Savaşı esnasında gerçekleşir. Savic, cephe savaşının kızıştığı bir anda insani ihtiyaçlarını gidermek için ormana gider, işini bitirdikten sonra yönünü kaybederek 'tamamen yanlışlıkla' düşman Bulgar askerlerinin siperine girer. Yaptığı hatayı fark ettiğinde 23 Bulgar askerinin hepsini tek başına esir alır ve onları önüne katarak kendi birliğine getirir. 

Mümkün olan tüm Sırbistan madalyaları ile birlikte iki kez Legion d'Honneur ile taltif edilen, ayrıca İngilizlerden ve Ruslardan çeşitli madalyalar alan Savic, 1973 yılında 83 yaşındayken hayata gözlerini yumar.

9. Vasily Grigoryevich Zaytsev

Hemen herkesin 'Enemy at the Gates' (Kapıdaki Düşman) filminden tanıdığı Sovyet keskin nişancısı Zaytsev, Hitler ülkesine savaş ilan ettiğinde Sovyet Donanması'nda yazıcı statüsünde görev yapmaktadır. Savaş haberini duyduğu anda arkadaşlarıyla birlikte en ön cephede savaşmak için gönüllü olurlar. 

Nazilerin ilerleyişinin Stalingrad önünde güç bela durdurulmasının sebeplerinden biri Zaytsev'dir desek yalan olmaz. Önceleri dürbünsüz Mosin-Nagant tüfeğiyle 800-1000 metre mesafeden atışlar yapan Zaytsev hemen her zaman Nazi subaylarını hedef alarak Nazi ordusunda koordinasyonun bozulmasına sebep olur. Üzerine gönderilen toplamda 11 keskin nişancıyı da öldüren Zaytsev, çavuş rütbesinde başladığı savaşı 'yüzbaşı' rütbesiyle bırakacaktır. 

Savaştan sonra Komünist Parti'ye üye olup siyasete atılan Zaytsev, 'Sovyetler Birliği'nin Kahramanı' madalyası ile birlikte birçok diğer şeref madalyasına sahiptir. Sovyetlerin yetiştirdiği en büyük 'defansif' keskin nişancısı olan Zaytsev, 1991 yılında, 76 yaşındayken doğal sebeplerden dolayı hayatını kaybetmiştir. 

Zaytsev'in Stalingrad Savaşı'ndaki aksiyonlarını konu alan film için: Enemy at the Gates' (Kapıdaki Düşman) IMDb 7,6

8. Alvin Cullum York

Kavgacı bir Amerikan vatandaşı olan York, gençliğinde en samimi arkadaşını bir bar kavgasında kaybettikten sonra 'bu işlere' tövbe ederek normal bir hayat yaşamaya başlar. Fakat, hayatın ona hazırladığı sürprizler bitmemiştir. 1917 yılında Amerikan hükümetinin kendisine gönderdiği seferberlik emrini yeminini gerekçe göstererek 'ben vicdani retçi bir pasifistim' diyip reddeder, fakat yine de askere alınır. Bundan yaklaşık 6 ay kadar sonra, Amerikan çıkarma kuvvetlerinin bir azası olarak Meuse ofansif gücünde ona bir görev verilir. Görev, 150 kişilik bir Alman birliğini ve onların hakim bir tepeye konuşlanmış 3 ağır makineli tüfeğini safdışı bırakmaktır. 

York ve 17 kişilik birliği pusu ümidiyle tepeye yaklaşmaya başlarlar, fakat tespit edilirler. İlk atışlar sonucunda York'un 10 askeri hayatını kaybeder, hayatta kalanlar da kaçarak York'u bir başına bırakırlar. Bundan sonrasını kendi sözcüklerinden dinleyelim: 

'Bir ağacın arkasına saklanmaya veya bir çalılığa dalmaya vaktim yoktu. Ben de hemen sürünme pozisyonuna geçip Almanları vurmaya başladım. Tıpkı memlekette yaptığımız atış yarışmaları gibiydi, ama bu kez hedefler daha büyüktü. Yaptığım atışları kaçırmam imkansızdı, kaçırmadım da.'

York 20 kadar Almanı öldürünce Alman komutan York'un etrafından dolaşması için 6 askerini süngü hücumu emriyle yan taraftan gönderir. York, gelen askerleri fark ederek sadece 8 kurşunu olan tabancasını çeker ve hepsini öldürür. Bunun üzerine Alman teğmen Paul Jurgen Vollmer daha fazla kayıp vermek istemeyerek, savaşın da Almanlar'ın aleyhine geliştiğini bildiğinden York'a seslenir: 'Tanrım. Yeter artık. Eğer ateş etmeyi bırakırsan teslim olacağız.'

En nihayetinde Alvin York, toplamda 132 kişilik Alman kuvvetini 'esiri' olarak Amerikan karargahına götürür ve rapor verir. 'Alvin York, esirlerimi getirdim efendim!' Komutanı şaşkınlıkla kaç kişi getirdiğini sorar, Alvin York'un cevabı ise oldukça enteresandır: 'Dürüst olmam gerekirse hiçbir fikrim yok komutanım!' 

'Medal of Honor' dahil olmak üzere yaklaşık 40 madalyası olan Alvin York'un savaştaki kahramanlığını konu alan 1941 yapımı bir film de bulunmaktadır.

Sergeant York (Aslan Yürekli Çavuş) IMDb 7,8

7. Simo Hayha

Gelmiş geçmiş en başarılı keskin nişancı olan Finlandiyalı Hayha, (isminin Fince'de yazılışı Simo Häyhä) Rusya'nın Finlandiya'yı işgali sırasında Fin ordusunda görev yapmıştır. Hayha, -20 derece ila -40 derece arasında değişen kutup soğuklarında bembeyaz kamuflajı içinde bulduğu her uygun atış noktasından Rus askerlerine cehennemi yaşatmıştır.

Bazen ölmüş bir ağacın oyuğunun içine giren, bazen karın içinde kendine siper kazan Hayha, 100 günde  karşısına gönderilen keskin nişancılar da dahil olmak üzere toplamda 700 Rus askerini öldürmüştür. 

Ağzından çıkan buhar dolayısıyla yeri tespit edilemesin diye çoğu zaman ağzına kar alıp öyle hedef bekleyen, görülmesine sebep olur diye asla optik dürbün kullanmayıp silahın orijinal nişangahını kullanan Hayha'ya Ruslar tarafından 'Beyaz Ölüm' lakabı takılmıştır. Zaten Rus askeri kanadı, belli bir zaman sonra Hayha'nın olduğu yeri tahmin etmeye çalışarak o bölgeyi doğrudan bombardımana tabii tutmaya başlamıştır. En sonunda, Hayha bir Rus asker tarafından çenesinden patlayıcı mermiyle vurulur. Öldüğüne dair söylentiler yayılsa da, Hayha tedavi olur ve tam savaşın bittiği gün taburcu olur. Yüzü oldukça disfigüre olmuştur, fakat Hayha buna aldırmaz. Savaş bittiğinde vahşi hayvan avcılığı ve köpek eğitimi işi yapan Hayha, 96 yaşında Nisan 2001'de bir köyde hayata gözlerini yumar. 

Kendisine 'Nasıl bu kadar iyi bir nişancı oldun?' diye sorulduğunda 'Pratik yaparak.' diyen Hayha, 'O kadar adam öldürdün, pişman mısın?' Sorusuna ise 'Ben sadece görevimi yaptım, ve ben bana söylenenleri elimden gelen en iyi şekilde yerine getirdim.' cevabını vermiştir.

6. Seyit Ali Çabuk (Seyit Onbaşı)

Tarihler 18 Mart 1915'i gösterirken, Avrupa'nın görkemli deniz zırhlıları birleşerek Çanakkale Boğazı'nı geçmeye çalışırlar. Bu, 15 Kasım 1914'den beri devam eden deniz taarruzunun sonuncusudur. Bu saldırıyla, müttefik devletler Osmanlı Devleti'ni başkentten işgal ederek devreden çıkarmak, aynı zamanda Rusya'ya destek olmak niyetindedirler. 

Seyit Onbaşı, Balkan Savaşları'nda yetiştirilmiş, tecrübeli bir askerdir. Çanakkale Deniz Zaferi'nde Rumeli Mecidiye Tabyası'nda (topçu birliği) görevlidir. 18 Mart günü müttefiklerin en yoğun ateşi ilk olarak Mecidiye Tabyası'na gelir, gemilerden atılan toplardan biri isabet kaydedince Seyit Onbaşı'nın neredeyse tüm silah arkadaşları hayatını kaybeder. Tabya susunca müttefik zırhlıları diğer hedeflere ateş etmeye başlarlar, bu aralıktan faydalanan Seyit Onbaşı topu ateşlemek için mermilere davranır, fakat mermiyi kaldırmaya yarayan vinç kırılmıştır. Seyit Onbaşı pes etmez. 215 kilogram ağırlığındaki ilk mermiyi sırtlar, 1.5 metre yüksekliğindeki top haznesine kadar merdivenlerle çıkarır ve görevli yüzbaşıyla iki arkadaşının yardımıyla ateşlemeyi yapar. İlk atışta mermi uzun düşmüştür. Onbaşı yılmadan ikinci mermiyi kaldırır, bu kez de atış kısa düşecektir.

Üçüncü mermiyi yerleştirdikten sonra ateşleme yapılır ve Seyit Onbaşı ile arkadaşları bu kez isabet kaydeder. İngiliz zırhlısı HMS Ocean ağır darbe almıştır. Gemi geri çekilmeye çalışırken bu kez de Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlardan birine çarpar ve batmaya başlar. O gün batırılan üç zırhlı gemiden bir tanesi, Seyit Onbaşı'nındır. 

Sonrasında Seyit Onbaşı bizzat Mustafa Kemal ile görüşür. Mustafa Kemal ona ödüller vermek ister, Seyit Onbaşı razı olmaz. Savaştan sonra top mermisini kaldırıp fotoğraf çektirmesi istenir, Seyit Onbaşı ne kadar denese de başaramaz. 'Bir daha savaş olsa bir daha kaldırırım evelallah!' der. O meşhur fotoğraf, ahşap bir mermi maketi kullanılarak çekilmiştir. Aynı fotoğraftaki Seyit Onbaşı'nın heykeli Kilitbahir civarında görülebilir. 

Savaştan sonra terhis olan Seyit, köyüne döner. Odunculuk ve hamallık yaparken vereme yakalanır, 'ben görevimi yaptım' diyerek kendine takdim edilmeye çalışılan madalyaları dahi reddeden Seyit, 50 yaşında vefat eder.

5. Baron Manfred von Richthofen (Red Baron)

I. Dünya Savaşı, uçakların aktif olarak kullanılmaya başladığı ilk savaştır. Baron Manfred, çocukluğundan beri havacılığa ilgi duyan bir asilzadedir. Babası onu çocukluğundan itibaren askeri disiplinlere uygun olarak yetiştirir, mümkün olan her türlü askeri eğitimi alan Manfred, savaşla birlikte  süvari olarak orduya katılır, fakat hayali uçmaktır. Hasılı, 1915 yılında Alman Hava Kuvvetleri'ne pilot olarak girer. 

Manfred'in yükselişi, doğal yeteneğinin ve zekasının katkısıyla inanılmayacak derecede hızlı olur. Kendisi, Alman propagandasının en mühim öğelerindendir, zira savaş Almanlar için pek iyi gitmemektedir. Manfred ve komutası altındaki 48 uçaklık filo ise başarıdan başarıya koşar. Manfred, Almanya'nın birincil uçak imalatçısı olan Fokker'in uçaklarını kullanmaktadır, uçakların tasarımlarına kendi fikirlerini de ekletir. 

Aktif savaşta kaldığı 2,5 yıllık süre boyunca tam olarak 80 müttefik uçağı düşüren Manfred, düşmanlarını korkutmak için uçağını kan kırmızısına boyatır ve böylece 'Kızıl Baron' lakabını alır. Elbette bununla da kalmaz, 'sürpriz faktörünü kaybedeceğiz, bizi uzaktan kolayca görecekler' diye itiraz eden diğer pilotlara aldırmadan tüm uçakları gökkuşağının renklerine boyatır. Soranlara 'ben sürprize uğramalarını değil, korkmalarını istiyorum' diyecektir. Uçakların farklı renkleri hasebiyle İngiliz ve Fransız askerleri, Manfred'in kuvvetlerine 'Uçan Sirk' adını takmışlardır.

Hermann Göering'in de komutanı olan Kızıl Baron, 21 Nisan 1918'de, yaraladığı bir uçağı takip ederken bir uçaksavar mermisiyle vurulmuştur. Ağır yaralı olmasına rağmen uçağı sağlam bir şekilde indirmeyi başarmış, yanına gelen müttefik askerleri ona ulaştıktan 10 saniye sonra hayata gözlerini yummuştur. Son sözü 'Kaputt' (bozuk) olan Kızıl Baron, öldüğünde 25 yaşındadır. Ziyadesiyle genç yaşına rağmen pekçok insan tarafından 'gelmiş geçmiş en iyi savaş pilotu' olarak görülür, zira I. Dünya Savaşı'nda uçakların teknolojisi çok zayıf olduğu için, bir pilotun bu kadar başarılı olması neredeyse imkansızdır.

Kızıl Baron'un savaş hikayesini anlatan bir film de mevcuttur: 

Der rote Baron IMDb 6,3

4. Erich Hartmann

Dünya havacılık tarihinin en çok uçak düşürmüş pilotu olan Erich Hartmann, 'Asların Ası' olarak bilinir. Hartmann'ın annesi, Almanya'nın ilk kadın pilotlarından biridir, oğluna çocukluğundan başlayarak uçmanın temel prensiplerini öğretmiştir. İlk uçuş deneyimini 14 yaşındayken planörle yapan Hartmann, Luftwaffe'nin kurslarına katılır ve 17 yaşında iken pilotluk belgesini alır.

Savaştığı iki buçuk yıl boyunca genelde Sovyet Cephesi'nde çarpışan Hartmann, bir kez bile vurulmamıştır, yalnız yaşadığı çarpışmalar ya da mekanik arızalar dolayısıyla uçağını 10'dan fazla kez bulduğu 'en uygun' yere indirmek zorunda kalmıştır. Hatta bir keresinde Rus cephe gerisine inmiş, yaralı olarak Ruslara yakalansa da, nakliyesi esnasında kaçmayı başarmıştır. 

Almanların 'Sarışın Şovalye', Rusların 'Kara Şeytan' lakabı taktığı Hartmann, savaş boyunca tam 352 uçak düşürerek kırılması imkansız bir rekora imza atmıştır. Stalin'in belirli bir süre sonra 'kellesine 10.000 Ruble ödül' koyduğu Hartmann, savaşın bitişiyle birlikte Amerikan kuvvetlerine 'Binbaşı, grup komutanı' rütbesiyle teslim olur. Stalin'in ısrarlarıyla Sovyetler Birliği'ne iadesi yapılır, kurulan bir mahkemeyle Sibirya'da esir kampında (gulag) 20 yıl hapis cezasına çarptırılır. Mahkemenin ona yönelttiği suçlardan biri '345 pahalı Rus uçağını yok etmesi'dir. (Düşürdüğü diğer 7 uçak Amerikan uçağıdır) Ural Dağları'nın eteğinde bir kampta 10 yıl geçirdikten sonra, annesinin o zamanki Batı Almanya Şansölyesi Konrad Adenauer'e bir mektup yazmasıyla kaderi tekrar değişir. Batı Almanya ile Sovyetler Birliği'nin pazarlığının akabinde Hartmann'ın 10 yıllık mahkumiyeti biter ve evine döner

Batı Almanya Hava Kuvvetleri'nin kurulmasına önayak olan Hartmann, 1970 yılına kadar bu kurumda albay olarak çalışır. Sonrasında emekli olarak uçuş eğitmenliği ve akrobasi uçuşları yapar. 1993 yılında, 76 yaşında ölen Hartmann'a Rusya Federasyonu tarafından 1997 yılında iade-i itibar yapılmış, kendisine yöneltilen suçların fabrikasyon olduğu ve mahkumiyetinin haksız olduğu açıklanmıştır.

3. Erwin Rommel

Cengiz Han, Büyük İskender, Timurlenk, Hannibal ve Julius Caesar ile birlikte tarihin en büyük komutanlarından biri olarak sayılabilecek durumdaki Erwin Rommel, I. Dünya Savaşı'na teğmen olarak katılmış, tepeden tırnağa bir askerdir. I. Dünya Savaşı'nda kahramanlıklarından dolayı iki kez madalyayla ödüllendirilen Rommel, savaşın sonlarına doğru Alp Dağları'nda 100 kişilik birliğiyle hakim tepedeki, 7.000 düşmanın koruduğu mevziyi ele geçirince Almanya'nın en önemli madalyası olan Pour le Merite ile ödüllendirilir. 

İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce albay olan Rommel, askeri okullarda eğitmenlik yapar, bu sırada 'Piyade Saldırıyor' isimli bir kitap yazar. Yazdığı kitap savaş boyunca piyade doktrini ile ilgili önemli bir kaynak olarak kalacaktır. 

Fransa'nın işgali öncesinde komuta kademesinden kendisine bir Panzer Tümeni verilmesini rica eden Rommel'in isteği gerçekleştirilir. Heinz Guderian ile birlikte Fransa'nın çok kısa sürede işgal edilmesinin mimarlarından olan Rommel mekanize birlikleriyle o kadar hızlı ve sürpriz manevra yapar ki, müttefik askerler onun tank kuvvetlerine 'Hayalet Tümen' adını takarlar. Fransa ve Belçika işgal edilirkenki başarılarından dolayı general rütbesine yükseltilen Rommel, 1941 yılında Almanya'nın Afrika'daki birliklerinin (Afrikakorps) komutanı olarak atanır. Nazilerin Afrika'daki savaştan pek bir beklentisi yoktur, sadece savunmada kalıp İngilizler'in rahatsız edilmesini isterler Rommel'den. Fakat böyle olmayacaktır. Çoğu zaman yeterli tankı, yakıtı ve hatta bazen suyu olmayan Rommel harikalar yaratarak İngiliz kuvvetlerini Mısır'a kadar kovaladı. Libya'dan yola çıkıp, Kahire'ye 90 kilometre mesafeye kadar gelmeyi başaran Rommel, İngilizleri panikletip tüm kaynaklarını geçici olarak Afrika'ya nakletmelerine sebep olmuştur, zira Süveyş Kanalı'nı kaybetmek İngilizler için bir yerde savaşı kaybetmek demektir. 

Araçlarının etrafına başka malzemeler bağlayıp çölde toz kaldırarak kuvvetlerini kalabalık gibi gösteren, anti tank mayınlarıyla birlikte yüzlerce konserve kutusu gömdürüp İngilizleri bıktıran, yakıtı her bittiğinde İngiliz üslerini basarak onlardan yakıt ve tank çalan, 'topyekun geri çekilme' dedikodusu yaydıktan iki gün sonra topyekun saldırıp müttefik kuvvetleriyle alay eden Rommel, 'Çöl Tilkisi' lakabıyla anılmaya başlamıştır.

Hiçbir zaman Nazi Partisi'ne üye olmayan, adı asla Yahudilerle ilgili savaş suçlarına karışmayan, 'savaş esirlerinin ve ele geçirilen sivil Yahudilerin öldürülmesi' emirlerini görmezden gelen, düşmanları tarafından bile inanılmaz bir saygıyla anılıp esirleri tarafından 'şövalye ruhlu' olarak adlandırılan, sonradan Almanya'nın birkaç Mareşalinden biri haline gelen Rommel, 'Hitler'e karşı suikasta karıştığı' iddiasıyla intihara zorlanacak, 1944 yılında, 52 yaşındayken Ulm şehri yakınlarında intihar edecektir.

2. Mirliva Halil Paşa (Halil Kut Paşa)

Mirliva (Tuğgeneral) Halil Paşa, Osmanlı askeri tarihinin en büyük başarılarından birine imza atmış, ve ne yazık ki unutulmaya yüz tutmuş bir askerdir. I. Dünya Savaşı sırasında Rus sınırında ve Irak Cephesi'nde savaşmış olan Halil Paşa, İngiliz tarihçilerin bugün dahi 'İngiliz askeri tarihinin en aşağılayıcı yenilgisi' olarak nitelendirdikleri Kut'ül Amare Zaferi'nin mimarıdır.

Tarihler 1916'yı gösterirken, General Townshend komutasındaki İngiliz birlikleri Bağdat'ı fethetmek amacıyla kanal Basra Körfezi'nden kuzeye doğru ilerlemeye başlarlar. Osmanlı ordusu arka arkaya yenilgilerle geri çekilir. Osmanlı'nın gittikçe daha zayıf düştüğünü düşünen Townshend ilerlemeye devam eder. O sıralarda 6. Ordu'nun komutanlığına atanan Halil Paşa, hilal taktiği benzeri bir taktikle 13.000 kişilik İngiliz kuvvetini Kut'ül Amara'da çevreler.

Haber ulaştığında İngiliz hükümeti askerlerinin kurtarılması için operasyon düzenlemeye karar verir. Başka cephelerden kaydırılan yaklaşık 50.000 kişilik bir kuvvetle dışarıdan kuşatmayı yarmayı denerler, fakat Halil Paşa komutasındaki 6. Ordu her saldırıyı püskürtür. Kuşatma altındaki İngiliz kuvvetleri kurtulma şanslarının kalmadığını anlayınca 13 generali 481 subay ve 13.300 er mevcuduyla 6. Ordu'ya teslim olmaya karar verirler. Halil Paşa, bu zaferden sonra yayınladığı bir mesajla tüm ordusunu kutlar: (Fars ve Arap kökenli kelimeleri mümkün mertebe Türkçeleştirdim)

'Arslanlarım;

Bugün Türklere şeref-ü şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli gökyüzünde şehitlerimizin ruhları neşeyle pervaz ederken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum. Bize iki yüz seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Cenab-ı Allah'a hamd ve şükür eylerim. Allah'ın azametine bakınız ki, bin beş yüz senelik İngiliz Devleti'nin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu. İki senedir devam eden cihan harbi böyle parlak bir vaka daha göstermemiştir. Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut'u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10.000 neferini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık bugün Kut'ta 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki sayıya bakınca cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu vakayı yazmak için kelime bulmakta zorlanacaktır. İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale'de, ikinci vakayı burada görüyoruz. Yalnız süngü ve göğsümüzle kazandığımız bu zafer yeni tamamlanan savaşımız karşısında başarılı başkaldırımızın parlak bir başlangıcıdır. Bugüne Kut Bayramı ismini veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü geçirirken şehitlerimize Yasinler, Tebarekeler, Fatihalar okusunlar. Şehitlerimiz hayatı semada kızıl kanlarla devam ettirirken gazilerimiz de gelecekteki zaferlerimizin bekçisi olsunlar.'

1952 yılına dek, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde kutlanan 29 Nisan Kut Bayramı, Türkiye'nin NATO'ya girmesinin akabinde, İngilizlerin baskısıyla bayram olmaktan çıkarılmış, İngiliz güçlerini felç ederek Güney Cephesi'ndeki savaşı en az bir yıl uzatan, İngiltere'nin üç ana kara ordusundan birini başkomutanı ile birlikte ele geçiren Halil Paşa'nın hikayesi ilk ve orta öğretim tarih kitaplarından dahi silinmiştir.

Savaşın akabinde Alman gazetelerinde yayınlanan bir karikatür: http://galeri2.uludagsozluk.com/371/kut-%C3%BCl-amare-zaferini-anlatan-karikat%C3%BCr_506190.jpg

1. 57. Piyade Alayı ve Mustafa Kemal Paşa

1916 yılında yarbay olan Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesi'nde 5. Orduya bağlı 19. Piyade Tümeni komutanıdır. Askerleri cephe gerisinde istirahatteyken o, haberleşme subayıyla birlikte keşfe çıkar. O gün, tam da Anzakların çıkarmaya başladığı gündür. Arıburnu Yarları civarından karaya çıkan Anzaklar serbest bir şekilde yarımadanın içine doğru ilerlemektedir. Mustafa Kemal Conkbayırı 261 rakımlı tepeye tırmanır, tam o esnada geri çekilmekte olan bir müfreze askerle karşılaşır. O askerlerin önüne çıkar. 'Neden kaçıyorsunuz?' diye sorar. 'Efendim düşman...' derler. 'Düşmandan kaçılmaz!' diye cevaplar. 'Cephanemiz kalmadı' yanıtını duyunca, 'Cephaneniz yoksa süngünüz var! Süngü tak!' diye emir vererek askerleri yatırır. Bunu gören Anzak kuvvetleri de mevzi almak zorunda kalır.

Bu oyalama taktiği Mustafa Kemal'e yeterince zaman kazandırmıştır. Haberleşme subayını göndererek biraz geride emir bekleyen 57. Piyade Alayı'nı çağırtır. Alay hızla geldikten sonra çıkarma yapan askerlere doğru taarruz emri verir. O emir, hemen hepimiz tarafından bilinmektedir:

'Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zamanda yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar geçebilir.'

Bu emirle, yaklaşık 3000 mevcutlu 57. Piyade Alayı taarruza geçer. Bununla birlikte, Mustafa Kemal yine kendisine bağlı olan 72. ve 77. Piyade Alayları'nı da o esnada Arıburnu ve Conkbayırı civarında savunmada kalan tek kuvvet olan 24. Alay'a destek olmaları için yönlendirir, fakat geneli Suriye ve Arabistan'dan derlenmiş olan 72. ve 77. Piyade Alayları yeterli dirayeti gösteremezler, hatta bir kısım tarihi kaynaklara göre bu askerlerin büyük kısmı kurşun atmadan geri dönmüştür.

57. Piyade Alayı, genel olarak bilinen kanının aksine son neferine kadar şehit olmamıştır, fakat mevcudu 280'e kadar düşmüştür. Alay komutanları, alay doktoru dahil hemen herkes şehit olmuştur. 

Mustafa Kemal'in 57. Alay'a verdiği emir, tarihi açıdan incelendiğinde Çanakkale Savaşı'nda bir dönüm noktası olarak görülebileceği kesindir. Üstlerinden direktif almadan, tamamen şahsi inisiyatifiyle durumun vehametini anlayıp Anzak ilerleyişi kesilmediği takdirde mağlubiyetin kaçınılmaz olduğunu anlayan Mustafa Kemal, emrindeki askerlerin büyük çoğunluğunu kaybetmek pahasına savaşın kazanılmasına büyük katkıda bulunmuş, bunun sonucu olarak İngiliz ve Fransız kuvvetleri mağlubiyet alarak geri çekilmek zorunda kalmıştır. 

Tarihin gördüğü en kanlı muharebelerden olan Çanakkale Savaşı hakkında İngilizlerin sonradan düzenlediği 1932 tarihli bir raporda Mustafa Kemal ve 57. Alay hakkında şöyle bahsedilmiştir:  '...tarihte, bir tümen komutanının üç ayrı yerde duruma müdahale ederek yalnız bir çatışmanın gidişine değil, aynı zamanda bir seferin akıbetine ve bir milletin kaderine etki yapacak başarıya ulaşmasına nadiren rastlanır...'

Çanakkale'de özel bir alan içinde şehitliği bulunan 57. Piyade Alayı'nın neferlerine saygı olması açısından Türk Silahlı Kuvvetleri, günümüzde 57. Piyade Alayı'nda hiçbir asker görevlendirmemektedir.

Popüler İçerikler

Icardi'nin A Milli Takım Forması Giymesi İçin CİMER'e Başvuruda Bulunuldu!
Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?
Ayliz Duman Çok Sade Kaldı: Miss Universe 2024'te Gelmiş Geçmiş En Çarpıcı Ulusal Kostümler Giyildi!