Her yıl Nisan ayının 15. günü Dünya Sanat Günü olarak kutlanır. Pandemi döneminde en çok sekteye uğrayan alanlardan biri de sanat dünyası oldu. Peki öncesinde durum çok mu iç açıcıydı?
Her yıl Nisan ayının 15. günü Dünya Sanat Günü olarak kutlanır. Pandemi döneminde en çok sekteye uğrayan alanlardan biri de sanat dünyası oldu. Peki öncesinde durum çok mu iç açıcıydı?
Bu yüzden algılama ve yorumlama biçimlerimiz çok farklı. Sanata, at gözlükleri ile bakmaktan bir türlü kurtulamıyoruz.
Temel derslerde bile deneye ve uygulamaya yönelik eğitim alamayan çocuklar ne yazık ki bu konuda da kendilerini geliştirebilecek çalışmalardan mahrum kalıyor.
Karnede bile ailenin ilk baktığı yer; Matematik, Fen, Edebiyat gibi dersler olurken, Resim, Müzik gibi dersler önemsiz olarak görülüyor. 'Ne olacak canım alt tarafı bir Resim dersi, 5 verse ne olurmuş?' denilerek öğretmenler de baskı altında bırakılıyor.
Özellikle son dönemlere baktığımızda; heykellere ve genel olarak sanata karşı süregelen bir vandalizm söz konusu, aslında bu durum sadece bize özgü değil. Bütün coğrafyada yükselip duran bir durum.
Farklı fikirler ortaya atan, hayal gücü geniş olan çocukların düşünceleri; aile, okul toplum ve televizyon iş birliğiyle köreltiliyor.
Sinema ya da oyunculuk okumak isteyen bir çocuğa kolayca 'Çocuğum para kazanabileceğin garanti bir işin olsun. Memur ol, devlete sırtını daya.' denilebiliyor. Hayaller umursanmıyor!
Televizyona çıkan ya da şarkı söyleyen herkes sanatçı olarak algılanıyor.
Ne yazık ki kendi birikim ve duyarlıklarımızla sahici bir yüzleşme yapmaya izin vermeyen mitlerle doluyuz. İşte; ancak şöyle yazarsan, böyle çizersen sanat olur diye bir çok kıstas önümüzü kesmiş durumda ve bunlara uymayan, özgürce işini yapmak isteyen sanatçılarımız ise; sansüre uğramak, tehdit edilmek, eleştiri adı altında linçe uğramak gibi tehlikeler ile karşılaşıyor.
Sanat konusunda yeterince ilgili olmadığımız gibi bir de moda akımların baskınına uğratılmış bir toplum olarak, düşünmeye ve sorgulamaya teşvik eden, gerçekten yüksek sanat değeri taşıyan işler yerine daha popüler, tabiri caizse beynimizi uyuşturan işleri tercih etmeye meyilliyiz.
Diğer bölümlere göre çok daha büyük bir gelecek kaygısı taşıyan, bu alanda öğrenim gören öğrenciler, bir de çalışmalarında ve derslerinde kullanmak zorunda kaldıkları malzemeler için ciddi paralar harcamak zorunda kalıyorlar. Ve bu konuda okullarından bile yeterince destek göremiyorlar.
Örneğin çoğu özel tiyatronun bilet fiyatları gerçekten de çok yüksek. Bir öğrencinin ya da ortalama gelir ile geçinen bir ailenin, hep beraber bir oyuna gitme şansı oldukça düşük. Aslında bu noktada sanata erişmeyi daha da güç hale getiren sanatsal kurumların da payı olduğunu kabul etmek, ve halkın 'sanata uzak' olduğunu iddia etmeden önce bu kurumların, kendilerine de iğneyi batırmaları gerekiyor.
Tiyatrolara, opera binalarına, sinemaya, baleye kısacası sanata ve sanatçıya yapılan yatırım yok denecek kadar az. Kültür ve sanat alanında yapılan yatırımlar genellikle turizm bölgeleri ile sınırlı kalıyor.
Kimileri tarafından sanat 'ucube' olarak nitelendirilirken destek verilmesi de tabii ki ütopik bir senaryo halini alıyor...
Hayatın her tarafında var olan, tanıdık/adam kayırma olayı sanatın içerisinde de var. Bazı kişilerin yeğenleri yüzünden gerçekten yetenekli bireyler hak ettikleri eğitimi göremiyor ya da teşvik edilmiyor.
Anlaşılmayan sanatçılar, değer görmeyen müzisyenler ve daha birçoğu... Kimisi örneğin Yavuz Çetin gibi intihar ederek yaşamını sonlandırıyor, kimisi de sanatı bir kenara bırakıp kendisine dayatılan işi yapıyor.
Belki de büyük bir sanatçı olacak onlarca insan yalnızca geçim derdi yüzünden çok farklı işlerde çalışıyor. Ortaya da mutsuz, sanattan zevk almayan bir toplum çıkıyor...
"Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir. "Mustafa Kemal ATATÜRK."