Dünya'nın şekline dair tartışmalar bugün günümüzde hâlâ devam ediyor. Dünya'nın düz olduğunu iddia edenleri duymuşsunuzdur ancak bu seferki teori bundan biraz daha farklı. Devamı için...👇
Dünya'nın şekline dair tartışmalar bugün günümüzde hâlâ devam ediyor. Dünya'nın düz olduğunu iddia edenleri duymuşsunuzdur ancak bu seferki teori bundan biraz daha farklı. Devamı için...👇
Örneğin bir çocuğa gezegenimizin düz olduğu aşılanırsa, ebeveynlerinden şüphe duyması için hiçbir sebep yoktur. Merakımız ise bizi çok küçük yaşlardan itibaren sadece kökenlerimize değil, aynı zamanda üzerinde yaşadığımız bu gezegen konusunda da araştırmaya yönlendiren şeydir.
Binlerce kilometrelik anakaya ve çok sıcak bir magmanın yanı sıra pek de ilgi çeken bir durum yok aslında. Peki o zaman neden yıllardır bu konuyla ilgili yıllardır bitmek bilmeyen sorular var?
O dönemlerde araştırma yapan jeologlar vardı ancak hiçbir zaman halkın dikkatini çekmedi. Kamuoyunun dikkatini çekmesi ise 19. yüzyılın sonlarında gerçekleşti ve sadece halkın desteğini değil, bilim insanlarının, politikacıların ve dünya liderlerinin dahi desteğini topladı.
Teoriye göre Dünya'nın aslında boştu ve orada ayrı bir ekosistem bulunuyordu. Dünya'nın yerkabuğu ise yer altındaki bu medeniyet ile kabuğun dışında bizi birbirinden ayıran şeydi.
Teorinin kökeni, Jules Verne tarafından 1864'te yayınlanan Dünyanın Merkezine Yolculuk (Journey to the Centre of the Earth) adlı ünlü romandan geliyordu. Romanın orijinal Fransızca olarak yayınlanmıştı, ancak kısa sürede farklı dillere çevrildi ve tüm dünyaya dağıldı.
Romanın hikayesi, Güney Kutbu üzerinden dünyanın merkezine doğru indikleri sürpizlerle dolu bir yolculuğu konu alıyor. 2 ay yolculuktan sonra keşif ekibi nihayet Dünya'nın çekirdeğine ulaşır ve burada kendi Güneş'lerinden güç alan yepyeni bir uygarlığı keşfederler.
Kitap gitgide daha popüler hale geldikçe, bazı insanlar bu kitabı aslında bir roman olarak değil, sanki yeni bir keşfin bulgularını anlatıyormuş gibi algıladılar. Aynı zamanda, bu kitaptan ilham alan ve bu teorinin gerçekten doğru olduğuna inanmak isteyen bilim insanlarının da ilgisini çekti. Tıpkı bugün sosyal medyanın kitleleri nasıl yanlış bilgilendirdiği gibi, pek çok yazar da bu bilginin doğruluğu hakkında yazılar yazarak bu bilginin doğru olduğuna inanan insan sayısı gitgide artmaya başladı.
Kitabın adı Fiziki Coğrafya (Physical Geography) idi. Yazar Arnoldo de Azevedo ayaklarımızın altındaki gizemli bir dünya olduğunu ancak o zamanın bilim insanlarının ayaklarının birkaç metre altında ne olduğu hakkında dahi hiçbir şey bilmedikleri iddiasıyla kaleme almıştır. Bir tür eleştiri de diyebiliriz bu eser için.
Azevedo, sonrasında kendi bilimsel hipotezini de buldu. Bu hipoteze göre, Dünya hala bir gezegen olarak şekillenirken, Dünya'nın çoğu sadece yumuşak lavlardan oluşuyordu ve bu nedenle gezegenin döndüğü merkezkaç hızı, merkezde bulunan lavların kenarlara savrulmasına sebep oldu ve ortada bir oyuk oluşmuş oldu.
Gezegenimizin yüzeyinin toplam boyutu 431,5 milyon kilometre karedir ve bu, Dünya'nın gerçek ağırlığı olan 5.972 × 10²⁴ kg'dan altı kat daha büyük bir ağırlık demektir. Bu, Dünya'nın mutlaka içi boş olmadığı anlamına gelir, ancak bir nedenden dolayı gezegenimiz bu hesaplamada çıkan sonuçtan çok daha hafiftir.
Bu teoriden ilk kez 1692'de Oxford Üniversitesi'nden astroloji ve matematik araştırmacısı Edmond Halley, Dünya'nın içinde görselde gördüğünüz gibi farklı boyutlarda içi boş kabuklar olduğu fikrini ortaya koydu.
Çünkü kitapta Bernard, Richard Evelyn Byrd'ın Artik'ten 1947'de ve Antarktika'da 1956'da Dünya'nın içine düzenlediği seferlerden bahsediliyordu!
Kuzey Kutbundan iç çekirdeğe kadar olan mesafe 2 bin 700 kilometre, Güney Kutbundan ise 3 bin 700 kilometre mesafedeydi. İçi boş Dünya'nın içindeki toprak oldukça tropik ve bizimkinden 10 kat daha gelişmiş bir uygarlıkla doluydu. Burada bahsedilen uygarlık ise Agarta'ydı.
İddiaya göre bundan yaklaşık 10-12 bin yıl önce dünyada Atlantis ve Mu adı verilen son derece gelişmiş iki medeniyet bulunuyordu. Normal bir gelişmişlikten bahsetmiyoruz, bizim şuanki teknolojimizden daha üstün teknolojiye sahip bir medeniyet düşünün.
Ancak bu çekirdek aslında Agarta’nın güneşi görevini görüyor. Aynı zamanda inanışa göre bu gizli dünyada milyonlarca yıl önce nesli tükenmiş olan mamut, dinozor gibi canlılar da yer alıyor.
Agarta'nın geçmişi aslında Tibet, Orta Asya'ya kadar dayanıyor. Bu dünyaya gitmenin tek yoluysa bazı coğrafyalarda bulunan dağlar ve gizli geçitler sayesinde mümkündü.
Amadeo Giannini'nin yazdığı Kutupların Ötesinde Dünyalar adlı kitap 1959'da yayınlandı. Bu konuda bu kadar çok kitap yayınlanmış olması siz ce şaşırtıcı değil mi? Bunlar en popüler olanlar, zaman içinde kaybolan binlerce kitaptan bahsetmiyoruz bile.
Bilim insanlarına göre, yerkabuğunun altında sırasıyla önce taş sonra da ateş bulunuyor. Yeraltının derinliklerine indikçe sıcaklıktan dolayı kayaçlar erir ve bu da magmayı oluşturur. Magmanın derininde dış çekirdek, en son ise en az Güneş kadar sıcak olan iç çekirdek bulunur. Yani bilimsel olarak böyle bir dünyanın bulunması mümkün değil. Bilim insanları bunu yalnızca bir efsane olarak görse de Agarta hala araştırılmaya devam ediyor.
Şu saçmalığa "teori" diyecek kadar akıl tutulması yaşamak için İskenderiye kütüphanesini en az üç kere yakmak gerekir.
İddadır o. Teori olsa yerinde duramazsın:)
Ağır işsizmis sanirim bu haberi derleyen