Dünya Düşün Tarihine Damga Vuran Alman Felsefesinden En Etkili 19 Filozof

1. Gottfried Wilhelm Leibniz (1646 - 1716)

Leibniz felsefede optimizmi ile tanınır. Örnek olarak, evren hakkındaki çıkarımı, sınırlı bir algıyla büyük olasılıkla tanrının yaratılmış olduğudur. Leibniz, Rene Descartes ve Baruch Spinoza ile beraber rasyonalizmin 17. Yüzyıl'daki en büyük savunucularından biri oldu. Leibniz’in çalışmaları öncelikli olarak modern mantık ve analitik felsefe üzerine yoğunlaşmıştı, fakat felsefesi skolastik geleneği de irdeledi. Çıkarımları ampirik kanıtlarla değil, geçerli sebeplerin ilk prensipleri ve öncel tanımları ile oluşturuldu. 

Leibniz fizik ve teknolojiye büyük katkılar sağladı ve öngördüğü kavramlar çok daha sonra felsefe, olasılık teorisi, biyoloji, tıp, jeoloji, psikoloji, dil bilim ve bilgisayar bilimi alanlarında su yüzüne çıktı. Felsefe, politika, hukuk, etik, teoloji, tarih ve filoloji alanlarındaki çalışmalarını yazdı. Leibniz’in bu tüm bu alanlara yaptığı katkılar çeşitli mecmualara, on binlerce mektuba ve yayınlanmamış el yazılarına dağılmıştı. Yazılarında birkaç dil kullandı, fakat öncelikli olarak Latince, Fransızca ve Almanca dillerinde yazdı. Leibniz’in tüm yazılarının toplandığı eksiksiz bir kaynak bulunmamaktadır.

2. Christian Wolff (1679 - 1754)

Leibniz felsefesinin yılmaz savunuculuğunu yapması ve felsefeye yönelik sistematik yaklaşımıyla ün kazanmıştır. Felsefenin varoluşu değil de, özü konu alması gerektiğini belirten Wolff, felsefedeki tüm kabul ve sonuçların Leibniz'in özdeşlik ve yeter neden ilkelerinden türetilebilir olduğunu iddia etmiştir. O, tıpkı Leibniz gibi, evrende yeter neden ilkesinin geçerli olduğunu savunmuş ve bunun, evrende her şeyin aklın egemenliği altında olduğu anlamına geldiğini düşünmüştür. Tümdengelim yöntemini dini doğruların kanıtlanmasını da kapsayacak şekilde genişleten Wolff, dini de çelişmezlik ilkesine bağlamış ve vahye dayanan dinin akla aykırı olan bilgileri kapsayamayacağını öne sürmüştür. Wolff'un akla ve inanca, özgürlük ve otoriteye aynı derecede değer veren dini ve ahlaki felsefesi, zaman zaman Kant'ın da saygısını kazanmıştır. Wolff, ontoloji kavramını felsefede ilk kullanan filozoftur. Wollf'un ontolojiden anladığı, Tanrı'nın, ruhun ve dünyanın varlığını ispat etmek isteyen ispatçı bir metafizikti. Aynı zamanda aydınlanma çağının da ünlü bir düşünürüdür.

3. Immanuel Kant (1724 - 1804)

Modern felsefenin gelişim seyrine uygun olarak bilgi kuramını ön plana çıkartmıştır. Kant'ın gözünde bilim, liderleri kesin olan ve yöntemleri, ancak Hume'unki gibi felsefi bir kuşkuculuk benimsendiği zaman sorgulanabilen evrensel bir disiplindir. Bilim yansızdır ve nesneldir.

O, felsefedeki ilk ve temel misyonunun bilimi temellendirmek, daha sonra da ahlakın ve dinin rasyonelliğini savunmak olduğuna inanmıştır. Bu amacı gerçekleştirmek için, hem Descartes'ın rasyonalizminden ve hem de Hume'un empirizminden önemli gördüğü ögeleri alarak, transsendental epistemolojik idealizm diye bilinen kendi bilgi kuramını geliştirmiş, yükselen bilimin felsefi temellerini gösterdikten sonra, özgürlük ve ödev düşüncesine dayanarak Hristiyan ahlakını savunma çabası vermiştir. O, fenomenal gerçeklikle, yani bizim duyular aracılığıyla tecrübe ettiğimiz dünya ile numenal gerçeklik, yani duyusal olmayan ve hakkında bilgi sahibi olunamayacak dünya arasında bir ayrım yapmıştır.

4. Johann Gottlieb Fichte (1762 - 1814)

Fichte'ye göre, irade ya da ben, temel gerçeklik olup, özgürdür, kendi kendisini belirleyen faaliyettir. Ben ya da irade dışında her şey ölü ve pasif bir varoluşu gösterir; yalnızca böyle bir faaliyet, kendi kendisini belirleyen tinsel bir faaliyet, gerçektir. İradenin kendisi, yaşam ve akıl, bilgi ve eylem ilkesidir, her türlü ilerleme ve uygarlığın harekete geçirici gücüdür; bilginin dayandığı temel, kuramsal düşüncenin birleştirici ilkesidir. Şu halde, felsefede yapılacak ilk iş, böyle bir faaliyetin niteliğine, hem kuramsal ve hem de pratik aklın koşullarına, ilke ve ön kabullerine ilişkin olarak ayrıntılı bir açıklama sunmaktır.

Onun felsefe konumu Kant, Friedrich Schelling, Hegel gibi isimlerin yanı sıra Alman felsefesinin temel taşları arasında yer alır. Alman idealizminin hem temellendiricisi hem de temsilcisi durumundadır. Kant sonrası Alman felsefesinin önde gelen isimlerinden biri olmuştur.

5. Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770 - 1831)

Hegel'in kurduğu sisteme 'diyalektik mantık' denilir. Buna göre bir fikir (yani tez), karşısındaki başka bir tez ile (anti-tez) karışır, bundan yeni bir anlayış doğar ki buna sentez denilir.

Hegel, Kant'ın felsefesine inanmakla beraber onun fikirlerini yetersiz buluyordu. Kant'ın aksine insanların her şeyi öğrenebileceklerine inanmıştı. Hegel'e göre dünya demek mantık demekti. İnsanlar mantığın sınırlarını çözdükleri anda beşerin sınırlarını da çözmüş olacaklardı. Hegel'e göre, biricik, canlı felsefe, çelişmelerin -daha doğrusu karşıtların- felsefesidir; çiçek, meyvenin ortaya çıkmasına yol açar, ama meyvenin ortaya çıkması için de, çiçeğin ortadan kalkması gereklidir. Demek ki üremenin gerçeği, hem çiçek hem meyve olmaktır. Ölüm hem ortadan kaldırmadır, hem yeniden doğuşu sağlayan koşuldur.

Hegel felsefesi her şeyden önce bireylerin kendi kendilerine ilişkin olarak özgür bir bilince ulaştıkları bir insanlık tarihi felsefesidir. Ama bilinç kendi başına özgür değildir; bilincin özgürleşmesi Tinin Fenomenolojisi'nde betimlenen karmaşık bir süreçle gerçekleşir.

Birçok alana ışık tuttuğu gibi sanat tarihine de güçlü katkıları olmuştur. Hegel'e göre sanat doğanın taklidi değildir, fakat yine de idealdir. 'Vorlesungen über die Aesthetik' isimli notları ölümünden sonra bir araya getirilerek yayınlanmıştır. Bu notlarda dünya sanatına olan bakış açısını üç büyük çağ ile bağdaştırır.

6. Friedrich Wilhelm Joseph Schelling (1775 - 1854)

Fichte'nin temel kavrayışını ve idealist bakış açısını paylaşmakla birlikte, onun mutlak ego'nun bir ürünü olarak yalnızca bireysel bilinçle iradeye karşı koyan bir engel işlevi gören doğa anlayışına karşı çıkmıştır.

Gerçeklik; temelde insan ruhuna ya da tinine çok benzer olan ve kendi kendini belirleyen canlı bir süreç ise, doğa yalnızca iradeye karşı koyan, ölü, mekanik bir düzen olamaz. Schelling'e göre; biz insan varlıkları doğayı anlayabiliriz, çünkü doğanın bizimle bir yakınlığı vardır, çünkü o dinamik bir zihnin ifadesi olup, onda yaşam, akıl ve amaç vardır.

Schelling, romantiklerle birlikte, tin, zihin ya da akıl kavramını bilinçsiz, içgüdüsel ve amaçlı bir gücü de içerecek şekilde genişletir. Var olan her şeyin mutlak temeli ya da kaynağı yaratıcı enerji, mutlak irade ya da egodur, her şeyde hüküm süren dünya-ruhudur. Aktüel olan her şey, Schelling'e göre ondan çıkar. Şu halde, ideal olan ile gerçek, düşünce ile varlık bir ve aynıdır.

7. Arthur Schopenhauer (1788 - 1860)

Alman felsefe dünyasındaki ilklerdendir ve dünyanın anlaşılmaz, akılsız prensipler üzerine kurulu nedenselliklerinin olduğunu söyleyerek dikkatleri çekmiştir. Ayrıca Schopenhauer, Nietzsche'nin ilk akıl hocasıdır.

Schopenhauer, Platon'un ve Immanuel Kant'ın etkisinde idealizmin teorisini kendince anladığı boyutunda temsil ederken, bu genel bakışı subjektif idealizmin sınırlarından taşıramamış ve Hegel'in felsefesini de reddetmiştir. Hegel, Schelling ve Fichte'ye ve sonradan kendisini fikirlerinden dolayı onore eden Schleiermacher'e karşı etkileyici polemikler yazmaktan çekinmemiştir.

Felsefesinin ilkesel bir kavramı irade kavramıdır. Dünyanın özü ve gerçekliği irade iken, fenomenlerden oluşan dünya, tasarımdan başka bir şey değildir. İrade, Schopenhauer felsefesinde kendini bir zorunluluk olarak gösterir, ki onun düşüncesindeki kötümserliğin ve karamsarlığın kaynağı da esas olarak budur. İnsan, tamamen kurtulamayacak olsa da istencin emrine boyun eğerek acı ve kederden kısmen kurtulabilir. Bu noktada Schopenhauer'ın düşüncelerinin belirli ölçüde, kaderciliğin ağır bastığı doğu felsefelerine yakınlaştığı söylenebilir.

8. Ludwig Andreas Feuerbach (1804 - 1872)

19. Yüzyıl Alman materyalizminin ilk düşünürü olan Feuerbach'ın temel eseri Hıristiyanlığın Özü'dür. Felsefesi ya da karşı felsefesi, bir hümanizm ve doğalcılık şeklinde gelişen, dine ilişkin eleştirisi, insanlıkla ilgili doğruların bilinçsizce yansıtılmasını ifade eden Feuerbach, felsefeye önce Hegel'in nesnel idealizmini benimseyerek başlamış, fakat daha sonra tinselcilik-maddecilik karşıtlığında, maddeciliğin tarafında olmuştur.

Ona göre dinin gerçeği aşktadır. Önceleri insanlar, kendi niteliklerinin fantastik yansımaları olan tanrılar yaratmışlardı; ama tanrılar, insanlık düzenini kurmaya yetmedi. Oysa Feuerbach'a göre, bu düzeni kuracak olan, insanın başka insanlara karşı duyduğu bağlılıktır. Bu bağlılık, en yetkin biçimine aşkta ulaşır. Hele cinsel aşk, bu duygusal insan bağlılığının en yoğunlaşmış biçimidir. Dostluk, acıma, vazgeçme, coşkunluk gibi çeşitli eğilimler, yetkinliğini cinsel aşkta beliren aşkın çeşitli görünüşleridir. İnsanlar arasındaki bütün sorunlar aşkın gücüyle çözülecektir. Aşkı kutsallaştırmak gerekir. İnsanlar, böylelikle, bütün acılarından kurtulacaklardır. Din, Latince bağlamak anlamındaki (Religare) sözcüğünden gelir. Şu halde, din sözcüğünün ilk anlamı bağ'dır. Bundan ötürü insanlar arasındaki her bağ, bir dindir. Din sözcüğünün etimolojik anlamı gerçeği ortaya koymaktadır. Ama bu din, ruhçu bir temele değil, maddeci bir temele oturmaktadır. Temel doğadır. Her şey gibi, din de, doğanın ürünüdür. Varlık yapısının temeli maddedir ama, kendisi düşüncedir. Varlık maddeden çıkıyor ama ruhla gelişiyor, varlıklaşıyor. Ona göre, maddelerin oyunu bitmiştir artık.

9. Karl Marx (1818 - 1883)

Marx'ın toplum, ekonomi ve siyaset hakkındaki teorileri -bir bütün olarak Marksizm- insan toplumlarının sınıf savaşımı-üretimi kontrol eden yönetici sınıf ile üretim için gereken emeği sağlayan mülksüz bir emekçi sınıf arasındaki çatışma- ile ilerlediğini iddia etmektedir. Marx, devletlerin yönetici sınıf tarafından idare edildiğini ve devletin ortak kamu çıkarı adına hareket eder gibi yapıp yönetici sınıfın çıkarları doğrultusunda yönetildiğini düşünmekte ve daha önceki sosyoekonomik sistemler gibi kapitalizmin de kendi yıkımına ve yeni bir sistem olan sosyalizmin onun yerini almasına neden olacak iç gerilimler ürettiğini öngörmektedir. Kapitalizmin içinde burjuvazi ve proletarya arasındaki sınıf çelişkilerinin çalışan sınıfın siyasi zaferi ve bunun sonucu kurulacak sınıfsız bir toplum; komünizm: özgür üreticiler birliği tarafından yönetilen bir toplumun ortaya çıkacağını iddia etmektedir. Marx düşüncelerinin hayata geçmesi için etkin bir mücadele verdi; emekçi sınıfın kapitalizmin yıkılması ve sosyoekonomik bir değişimin geçirilmesi için düzenli bir devrim hareketini yürütmek zorunda olduğunu savundu. Marx insanlık tarihindeki en etkileyici figürlerden biridir. Dünya çapında birçok entelektüel, işçi sendikaları ve siyasi parti onun temel çalışmalarından farklı biçimlerde etkilenmiştir.

10. Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844 - 1900)

Din, ahlak, modern kültür, felsefe ve bilim üzerine metafor, ironi ve aforizma dolu bir üslupla eleştirel yazılar yazmıştır. Nietzsche'nin kilit fikirlerini Apollon-Dionysos ikiliği, perspektivizm, Güç İstenci, 'Tanrının ölümü', Üstinsan ve bengi dönüş oluşturur. Felsefesinin merkezini oluşturan şey, kişinin coşkun enerjisini sömüren her türlü öğretinin, toplumsal olarak ne kadar geçerli olursa olsun sorgulanarak 'hayatın evetlenmesi'dir. Hakikatin değeri ve nesnelliği üzerine yürüttüğü kökten sorgulaması, geniş çaplı yorumların odağını oluşturur ve etkisi özellikle kıta felsefesi geleneğinde varoluşçuluk, postmodernizm ve postyapısalcılık da dahil olmak üzere devam etmektedir.

Nietzsche, üstinsan kavramıyla, soylu bir insan eylemliliği kavramını yeniden kurmaya çalışır. Son İnsan, yalnızca maddi teselli peşindeyken, üstinsan yaşamını büyük eylemler uğruna harcamaya hazırdır. Üstün olmak, isteyerek iyinin ve kötünün ötesinde durmaktır. Yine Nietzsche kendisini, üstinsanın habercisi olarak tanıtır ve kendini Zerdüşt ile özdeşleştirir.

11. Edmund Husserl (1859 - 1938)

Husserl'de her zaman felsefeye yeni bir yön çizme eğilimi olduğu belirtilebilir, çünkü onun düşüncesine göre felsefe her tür sonradan inşa edilmiş kurgusal bağıntıdan ayrı olarak kendini özsel olarak temellendirmelidir. Husserl, Hegelcilik'in etkisini yitirdiği ve Yeni-Kantçılık'ın akademilerde etkili bir güç haline geldiği bir dönemde felsefeye yeni bir yön verme çabasında oldu. Felsefe içerisinde tüm metafizik spekülasyonlardan ve bilimci ön yargılardan sıyrılmayı arzu eden yepyeni bir başlangıç yapmaya ve bu hayli emek isteyen başlangıca uygun, pekin bir felsefe sistematiği oluşturmaya yöneldi ve fenomenoloji olarak bilinen felsefe hareketinin temellerini attı. 

Husserl'in amacı her şeyden önce, felsefeyi tabansız önyargılarından kurtarıp ayakları yere sağlam basan bir araştırma yapısına kavuşturmaktır. Bu yaklaşıma uygun olarak, kendisinden önce aynı fikre sahip olan düşünürler gibi, o da belirli bir özgül yöntemle felsefenin bağımsız bir varlık alanına sahip olduğu fikrinden hareket etti. Bu özgül varlık alanı elbette fenomenlerden oluşmaktaydı. Ki, bunlar bilinen anlamda 'gerçek' nesnelerden oluşmamaktadır, yani sadece tikel deneyim ve ampirik duyu verisi ile bilinen şeyler değildir. Felsefenin görevi, fenomenler dünyasına girmek ve orada şeylerin özsel yapısını görüp anlamaktır. Fenomenolojik yöntem bu noktada devreye girer. Buna göre belirli bir varlık yorumu ışığında fiziki ve 'gerçek' bir biçimde tek-yanlı kavranan nesne ve özne parantez içine alınır, yeni ve köklü bir öznellik alanına geri dönülür, onun bağlılaşığı olarak da yeni bir nesnel kutup keşfedilir. Bakış açısında gerçekleşen bu değişiklik fenomenoloji için şeylerin özüne erişim izni veren bir metodolojik başlangıç işlevi görür.

12. Max Weber (1864 - 1920)

Weber'in düşüncesi büyük ölçüde Alman idealizminden, özellikle de Yeni-Kantcılık'tan etkilenmiştir. Özellikle gerçekliğin kaotik ve anlaşılamaz olduğu, insanların dikkatlerini gerçekliğin bazı görünümlerine odakladığı ve sonuçta oluşan algılarını organize etme yoluyla akılcı bir çıkarım yaptıkları şeklindeki Yeni-Kantçı inanış Weber'in eserlerinde önemlidir. Weber'in fikirleri sosyal bilimler metodolojisi açısından çağdaşı olan Yeni-Kantçı filozof ve önemli sosyolog Georg Simmel'in çalışmaları ile paralellik taşır.

Weber, diğer klasik düşünürler (Comte, Durkheim) gibi genel olarak sosyal bilimlere, özel olarak da sosyolojiye hükmeden özel bir kurallar seti yaratmaya çalışmadı. Durkheim ve Marx ile karşılaştırılsa, Weber daha çok birey ve kültür üzerine yoğunlaştı ve bu onun yöntembiliminde açıktır. Durkheim toplum üzerine yoğunlaşırken, Weber birey ve onun eylemleri üzerine yoğunlaştı. Diğer taraftan Marx maddi dünyanın fikirler dünyası üzerindeki önceliğini savunurken, Weber en azından büyük resimde fikirlerin bireylerin davranışlarını motive ettiğini ileri sürdü.

13. Albert Schweitzer (1875 - 1965)

1952 Nobel Barış Ödülü sahibi Alman humaniter doktor, filozof, müzisyen, teolog, hayvan sever ve anti-nükleer aktivistti. Schweitzer, iki doktorasına rağmen tıp doktoru olmaya karar verdi; Afrika'da doktorluk yapma amacıyla 30 yaşından sonra tıp tahsili yaptı; Gabon'da bir hastane kurdu ve yaşamını yöre halkının sağlığına adadı. Geliştirdiği 'yaşama saygı felsefesi' ile günümüzdeki çevreci ve hayvan sever hareketlerin öncüsü kabul edilir.

Yaşama Saygı, hayatta emin olduğumuz tek şeyin yaşadığımız ve yaşamımızı sürdürme isteğimiz olduğunu söyler. Bu, kendimizden başka tüm canlılarla (fillerden yerdeki otlara kadar) paylaştığımız bir şeydir. Öyleyse tüm canlıların kardeşleriyiz ve kendimize gösterilmesini istediğimiz ilgi ve saygıyı onlara göstermek zorundayız.

14. Martin Heidegger (1889 - 1976)

Heidegger'in felsefi çalışmalarında hocası Edmund Husserl'in ve fenomenoloji felsefesinin etkileri açıkça görülür. Buna bağlı olarak felsefe-dışı sayılan pek çok kavramı felsefeye taşıdı ve varoluşçu felsefecilerde görülen tarzda analizlere yöneldi ve bunları derinleştirdi. Kaygı, sıkıntı, merak, ölüm, korku gibi terimleri felsefe düzlemine taşıdı. Fenomenolojiyi varlık sorunu bağlamında yeniden yorumladı ve kullandı. Heidegger'in Husserl etkisi ile kendine özgü bir varoluşçu felsefe oluşturduğunu söylemek mümkündür. Diğer taraftan Heidegger, kendi felsefesinin Sartre tarafından yanlış anlaşıldığını ve varoluşçuluğun düşüncesini açıklamak için doğru bir terim olmadığını belirtmiştir.

Heidegger'ın düşüncesine göre, insan bu dünyaya öylece bırakılmıştır. Bu bırakılmışlık fikri birkaç yönden varoluşçu felsefenin temel argümanlarını sürdürür ve derinleştirir. Varoluşa bırakılmışlığı ile insan kendi varlığını oluşturma özgürlüğüne zorunlu olarak bırakılmıştır aslında. Ama başlangıçta, bırakılışın kendisi bir özgürlük yokluğudur -sondaki ölümün kaçınılamazlığı gibi. İnsan, varoluşun ortasına öylece, orada bir varlık olarak (Dasein) atılmıştır. Bu bir tercih ya da seçimin sonucu değildir. Ve insan, bu bırakılmışlık içinde tercihler ve seçimleriyle kendi yaşamını ileriye doğru kurar. Burada zorunlu bir özgürlük deneyimi söz konusudur. İnsan kendi varlığını gerçekleştirmek üzere sürekli seçimler ve tercihler yapmak durumundadır, yani özgürlüğünü gerçekleştirmek zorundadır. Ölüme kadar. Heidegger'in felsefesinde ölüm fikri, bu bakımdan önemli bir yer tutar. İnsan, bırakılmışlığında ölüme yazgılıdır ve varoluşunu buna göre gerçekleştirmelidir.

15. Max Horkheimer (1895 - 1973)

Theodor W. Adorno ile beraber Frankfurt Okulunun önemli temsilcilerinden sayılır. Max Horkheimer Frankurt okulunun ikinci başkanıdır. Birinci başkan Carl Grünberg döneminde enstitü 'Grünberg Arşivi' dedilkleri daha çok işci derneklerinin verilerini toplamaya dayalı bir çalışma içindeydi. Bu arşiv dışında enstitünün ciddi olarak yaptığı şey Horkheimer (o zaman doçent), Marcuse ve birkaç teorisyenin makalelerinden oluşurdu. Carl Grünberg hastalanıp işini yapamayacak hale geldiği zaman Felix Wail'in zoruyla başkanlığa Horkheimer atanır. Horkheimer'in başkanlığa gelmesi Frankurt Okulu için büyük atılımdır. Frankurt Okulu bu zamandan sonra başta Horkheimer'in etkisiyle psikoloji ve felsefe üstünde daha fazla duracaktı ve Horkheimer o zamana kadar 'Toplum Teorisi' ismiyle adlandırılan teoriyi kendi değiştirip 'Toplum Felsefesi' olarak kullanmıştır. Horkheimer bir Marksistir. Onun felsefesi toplumun ve popüler kültürün Marksist eleştirisidir ve çalışmalarının diğer bir yönü Marksist diyalektiğin temellerinin kurucusu Hegel ve ekonomi politiğin Marksist eleştirisidir. Nitekim ne Horkheimer ne de Frankurt Okulu'nun diğer üyeleri sistematik bir ekonomi analizi yapmamışlardır. Onların çalışmaları daha çok kapitalist meta üretiminin kültürü ve insanı nasıl aşındırdığı (yabancılaşma) ve insan psikolojisini nasıl etkilediği yönündedir.

16. Hans Georg Gadamer (1900 - 2002)

upload.wikimedia.org

Hakikat ve Metot (Truth and Method) adlı kitabını altmışlı yaşlarında yazmıştır. Onun yorumlama anlayışı, anlamı, yorumcunun noktasında arayan bir duruşa dayanır. Maksatçıların tersine o anlamın aktörün (agent) bağlamında sabit olmadığını tam tersine yorumcunun durduğu noktadan çıkarılacağını belirtir. Örneğin Fatih'in kardeş katlini uygun gören yaklaşımının anlamı Fatih'in zihninde değil yorumcunun verdiği anlamda aranmalıdır. Dolayısı ile aslında eylem ile yorumcu arasında dinamik bir süreç söz konusu. Anlam sabit değildir, nitekim her yorumcunun belli bir eyleme farklı anlamlar vermesi bundandır. Kutsal metinlerin yorumunda bunu görmek kolaydır. Bilindiği gibi Katolik görüş daha sonra Protestan anlayışını doğurmuştur. Bu anlayışta bile Kalvinizm ve Luther'in farklı yorumları söz konusu. Gadamer'in yorum bilgisi için Brian Fay'in Çağdaş Sosyal Bilimler Felsefesi kitabına bakılabilir.

17. Theodor W. Adorno (1903 - 1969)

Adorno, aklın nesnel olmadığını, insanın da bu anlamda kendi özneli olamadığını savunur ve bugüne kadarki felsefenin foyasını ortaya çıkarmaya çalışır. Aklın nesnel olamamasının sebebi de insanın kendi hayatının öznesi olamamasıdır. Toplum üzerine teorileri genel bir karamsarlığı yansıtır. Ona göre bürokrasi, idare ve teknokrasinin kuşattığı toplumda bireyin kendisi bizzat geçmişte kalmıştır. Yoğunlaşmış sermaye, planlama ve kitle kültürü bireysel özgürlükleri büyük oranda tahrip etmiş ve eleştirel düşünme yeteneği yerini tümüyle şeyleşmiş bir toplum bilincine bırakmıştır.

'Düşünen insan saldırgan olamaz' şeklinde kışkırtıcı tarzıyla ideolojilerin etkisini kırmayı, aforizmalar biçiminde yazılmış metinleriyle kapalı düşünce sistemlerinin temellerini yıkmayı düşünür. Bu geleneksel olmayan tavrı toplumun eleştirel olmayan bir olumlamasını engellemeye çalışır. Böylece okurun sadece düşünmesini değil, düşüncelerini eleştirel bir biçimde yeniden kurmasını hedefler.

Adorno'nun kişisel çalışması, Okul'un genel yönelimlerinin çok ötesine gider bir bakıma, çünkü Adorno bir anlamda eleştirel teorinin kendi sınırlarına ulaştığı noktada çalışmasını sürdürür ve kendine özgü yöntemini bu çalışmalarla geliştirir. Horkheimer ile birlikte yaptığı çalışmaların yanı sıra, kendi kişisel çalışmalarının derinliği ve içeriğinden söylem yapısına kadar taşıdığı özgüllüğü dikkat çekicidir. Onun kişisel başyapıtı olan Minima Moralia bu bakımdan özel bir yere sahiptir. Kendi yöntemini ve anlayışını derinlikli ve ilginç bir şekilde ortaya koyar bu kitap. Adorno, her zaman, düşüncenin kendi içine kapanma eğilimine karşı ısrarla direnir. O, bir anlamda her tür despotizmin ve tahakküm ilişkisinin kaynağını ve kökenini düşünme imkanının sınırlandırıldığı ve ketlendiği yerlerde görür.

18. Hannah Arendt (1906 - 1975)

Çoğu kişi tarafında felsefeci olarak da bilinmekle birlikte, kendisi felsefenin 'bireyin kendisi'ne dair sorunlarla uğraştığını söyleyerek bu sıfatı reddetmiştir. Siyaset bilimci olarak tanımlanmayı istemesinin sebebi çalışmalarının 'tekil olarak insana değil, dünyada yaşayan ve dünyayı kaplayan insanlığa' odaklanmış olmasıdır. Arendt'in eserleri iktidar, politikanın özneleri, otorite ve totaliterlik ile ilgilidir. Çalışmalarının çoğunda eşitler arasındaki kolektif politik eylem ile eş anlamlı olan özgürlük kavramının doğrulanmasına odaklanmıştır

'Politikanın bittiği yerde özgürlük başlar' şeklindeki liberteryen varsayıma karşı çıkan Arendt, özgürlüğü kamusal ve birlikteliğe dair bir kavram olarak temellendirir, buna dair antik Yunan şehir devletleri, Amerikan kasabaları, Paris Komünü, 1960'lı yıllardaki toplumsal özgürlük hareketleri ve başka alanlardan örnekler sunar. En önemli eserlerinden biri İnsanlık Durumu (1958) olup, bu eserinde emek, iş ve eylem arasındaki farkları ve bu farkların yol açtığı önemli sonuçları kışkırtıcı şekilde ortaya koyar. Politik eylem teorisini bu eserinde iyice detaylandırır.

19. Jürgen Habermas (1929 - ...)

Eleştirel kuram ve Amerikan pragmatizmi geleneğine mensuptur. Kuramında temellendirdiği kamusal alan (public sphere) kavramı ve iletişimsel eylemin pragmatizmi ile tanınır. Çalışmaları bazen Yeni-Marksist olarak adlandırılır. Özellikle, sosyal kuramın temelleri ve epistemoloji; gelişmiş kapitalist endüstri toplumu ve demokrasi analizi; eleştirel sosyal evrimci içerikte yasaların hükmü; ve çağdaş (özellikle Alman) siyaset üzerine odaklanır.

Modern liberal kurumlar içinde gömülü akılcı-eleştirel iletişim ve insanların iletişim, tartışma ve akılcı çıkarlar peşine düşme yeteneklerinde aklın olabilirliğine, özgürleştirilmesine yönelik kuramsal bir sistem geliştirmiştir.

Popüler İçerikler

Meteoroloji 49 Kente Fırtına Uyarısı Verince Hava Forum 58 Kilo ve Altında Olanları Tiye Aldı
Türkiye Kaçıncı Sırada? Bir Ankete Göre En Güzel Kadınların Bulunduğu Ülkeler Açıklandı
Yönetmen İlker Canikligil'in "Kaçak Film" Çıkışına Röportaj Adam'dan Aşırı Haklı Tepki