Doksanlı yıllardan az bilinen birbirinden sağlam 20 korku filmini sizin için listeledik. İyi okumalar!
Doksanlı yıllardan az bilinen birbirinden sağlam 20 korku filmini sizin için listeledik. İyi okumalar!
Suç psikologu Bill Chrashank geçirdiği trafik kazasında kolunu kaybeder. Kopan uzvunun yerine idam mahkumu bir seri katilin kolu takılır. Bir süre sonra dikilen kol kendi kendine hareket etmeye başlar.
İtalyan korku sinemasının duayenlerinden Lucio Fulci’nin son filmlerinin tarihleri konusunda kaynaklar çelişiyorlar, en sonuncu filminin hangisi olduğunu tam olarak saptayabilmek zor; ama bunlardan 'Un Gatto nel Cervello'' kesinlikle ünlü yönetmenin vasiyet filmi olarak değerlendirilebilir. Fulci bu filmin başrolünde bizzat kendisi oynuyor ve de kendisini canlandırıyor!
Fulci’nin kendi filmlerinden bol miktarda küplerin de yer aldığı bu son derece kanlı filmin konusu, çektiği kanlı korku/şiddet filmlerinin etkisiyle aklını yitirmeye başladığından kuşkulanmaya başlayan Fulci etrafında dönüyor…
Engizisyon İspanya'sında, 1492 yılındayız. Torquemada adlı acımasız bir keşiş, Maria adlı masum bir genç kadını cadı olduğu şüphesiyle tutuklatır. Maria'nın eşi, genç kadını kurtarmak için bir maceraya atılır.
Nükleer bir savaşın ardından kıyamet sonrası atmosferine bürünmüş olan dünyada, New York'ta yaşayan Baxter adlı eski bir askerin eline ölmüş bir cyborg'un kafası geçer. Baxter kafayı sevgilisine hediye eder; ancak robot canlanıp kendi kendini yeniden inşa etmeye başlayınca işler karışır.
Çocukluğundan hatırladığı korkutucu anıların etkisi altında kalan Elizabeth, geçmişini aydınlatmak için bir adaya yolculuk yapmaya karar verir. Adada kötücül rahibelerle karşılaşır ve bir çıkış yolu aramaya başlar...
Şiddetli baş ağrıları çeken küçük Thad'in beyin röntgeni çekilir ve ameliyata alınır. Kafatasını açan cerrahlar bir gözün kendilerine baktığını dehşetle görürler. Anlaşılan o ki, Thad ana rahmindeyken daha zayıf olan ikizini absorbe etmiştir. Ameliyat devam ederken Thad’in duyduğunu söylediği uğultunun nedeni anlaşılır, nereden geldikleri belli olmayan bir serçe bulutu hastaneyi abluka altına almıştır. Yirmi yıl sonrasına geldiğimizde Thad Beaumont (Timothy Hutton) karısı, kızı ve ikiz oğullarıyla birlikte, öğretmenlik yapmak üzere sakin bir kasabaya taşınmaktadır. Alexis Machine adlı karakterin şiddet dolu öykülerini anlattığı romanları sayesinde de hatrı sayılır bir ün kazanmıştır. Kimsenin bilmediğiyse, bu başarılı kitapların yazarının aslında sadece bir takma addan (George Stark) ibaret olduğudur. Artık Stark’a ihtiyacı kalmayan Beaumont, sırrını bilen gizemli bir yabancının şantajıyla da karşılaşınca hayali ikizini emekli etmeye karar verir. Bir fotoğrafçı tutarak karısıyla birlikte boş bir mezarın başında Stark’ın cenaze törenini yapar ve mezar taşına şunu yazdırır: Pek de iyi bir adam değildi...
Sorunlu evlilikleri olan John Reilly ve Susan Reilly, görme engelli kızları Rebecca Reilly ile birlikte kendilerine miras kalan evi elden çıkarabilmek için İtalya'ya doğru yola koyulur. Evin içini değiştirmeyip daha sonra satmaya karar veren aile, bu sırada evde konaklamaya başlar. Evde başlarda her şey yolunda gözükür ancak bir süre sonra evde açıklanamayan olaylar yaşanmaya başlanır. Aile, gittikçe tehlikeli bir hal alan evden sağ çıkabilmek için zorlu bir mücadeleye girişir.
Vatikan kilisesi tarafından finanse edilip yetiştirilen bir vampir avlama takımında çalışan vampir avcılarından biri olan Jack Crow, yeni görev için New Mexico şehrinin ortasında terk edilmiş evlerden birine gönderilir. Ortağı Montana ile görevi başarıyla yürüten Crow bu esnada vampir çetesinin lideri Valek tarafından teşhis edilir. İntikam arzusuyla dolup taşan Valek kendi soyuna yapılanların intikamını almak için Crow'un peşine düşecek, çaresiz Crow ise elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışacaktır.
John Steakley'nin 'Vampires' isimli romanından uyarlanan western-korku filminin yönetmen koltuğunda türün ustası John Carpenter bulunuyor.
Korku sinemasının en büyük ustaları arasında yer alan iki büyük yönetmen, Dario Argento ile George A. Romero, korku edebiyatının dev ismi Edgar Allen Poe’nun hikayelerini kendi sinema dilleriyle ortaya koyuyor.
Güney Çin Deniz'inde yolculuk eden Argonautica adlı bir yolcu gemisi esrarengiz bir kaza geçirir ve yolcular için korku dolu anlar başlar. Birdenbire, geminin iletişim sistemi arızalanır. Daha sonra gemi denizaltındaki bir nesne ile çarpışır. Mürettebat ve yolcuların öldürülmesi ise her şeyi iyice karıştırır. Birkaç kişi denizde yaratık gördüğünü söyler, fakat Hanover onlara inanmaz.
Brainscan, korku oyunu oynayan genç bir adamın yaşadıklarını konu ediyor. 16 yaşındaki Michael, korku filmlerini çok seven bir gençtir. Bilgisayar oyunlarına da oldukça ilgili olan Michael, bir korku dergisi okuduğu sırada Brainscan isimli etkileşimli bir oyunun reklamı ile karşılaşır. Oyunla ilgili araştırma yaptıkça merakı artan Michael, onu satın almaya karar verir. Michael, heyecanla oyunu oynamaya başlar. Oyun sırasında birini öldüren Michael, ertesi gün kasabada birinin aynı oyundaki gibi öldürüldüğü haberini alır. Yaşananlara anlam vermeye çalışan Michael kısa bir süre sonra korkunç gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalır. John Flynn’in yönetmen koltuğunda oturduğu filmin kadrosunda Edward Furlong, Frank Langella, T. Ryder Smith, Amy Hargreaves, Victor Ertmanis, David Hemblen gibi isimler yer alıyor.
Claire Ward (Jane Sibbett) eşinin kimya laboratuvarında yaptığı ilginç deneyler ve günler süren çalışmalardan şüphelenip, John Marsh (John Terry) adlı dedektifi eşini takibe alması ve gizlediği sırları öğrenmek için tutar. John Marsh, ekibiyle bu konu üzerinde çeşitli araştırmalar yapar ve Charles'ın şehirden uzakta bulunan yeni laboratuvarında etrafa yayılan ölü hayvan kokularından ve kullandığı kimyasal malzemelerden şüphelenildiği gerekçesiyle binayı araştırmak ister. Charles Dexter'ın (Chris Sarandon) yardımcısının engeliyle karşılaşan John, işlerin tuhaflaşmasından dolayı konuyla daha fazla ilgilenmeye karar verir.
Toz Şeytanı, türlü kalıp ve formlara girebilen bir seri katil gibi görünse de aslında bir zebanidir o. Vaktiyle gerçekleştirdiği cinayetlerin devamını getirmek üzere derin uykusundan uyanmıştır. Şimdi mekan, kimselerin olmadığı, korku hissi yaratan bir coğrafyadır. Yeni ele geçireceği kişiler ise kaybedenlerdir. Yani sahip oldukları şeylerden kopmuş, tükenmiş ve boşlukta savrulmakta olan kurbanlardır bunlar. Wendy, hayatını değiştirmek üzere eşini bırakıp kendi yoluna çıkan genç bir kadındır ve zebani için kusursuz bir adaydır. Sıra dışı bir kurgu çerçevesinde ilerleyen filmde Wendy, arabası ile yol alırken bir yabancı olarak beliren otostopçu zebaniyi arabasına alır. Arabada sohbet ederek yol alırlarken Wendy, çok geçmeden aynı yabancıyı yine yol üzerinde otostop yaparken görür ve tuhaflık gözle görülür bir hal alır. Genç kadın ne tür bir belaya bulaştığına dair hiçbir fikre sahip değildir.
Regan’ın neredeyse hayatına mal olan trajik olayların ardından neredeyse yirmi yıl geçmiştir. Bu korkunç olayın tanığı olan Teğmen Kinderman, kötülük hala pusuda olduğu için her zaman tetikte bekler. Bu sırada birkaç ölümün ardından Kinderman, işlenen cinayetlerin on iki yıl önce ölen bir katilin işlediği cinayetlerin aynısı olduğunu fark eder ve cinayetleri araştırmaya başlar. Orijinal 'The Exorcist'in yazarı William Peter Blatty'nin yazıp yönettiği filmin ilk filmi izlemeden de rahatlıkla anlaşılabileceğini belirtelim.
Şeytani bir güç tarafından açılan bir portalla 'gerçek dünya'ya çekilen Freddy, orijinal 'Elm Sokağı Kabusu' filminin oyuncularını ve ekibini avlamaya başlar.
Kathleen üniversitede felsefe okumaktadır. Bir gün okul çıkışı evine dönerken dişi bir vampir tarafından ısırılır ve olaylar gelişir. 'The Addiction', alışılagelmiş vampir filmlerinin çok ötesindeki çizgisi, insanın içinde barındırdığı kötülük ve şiddete sunduğu felsefik bakış açısı ve yarattığı sıra dışı atmosferle, türünün özgün ve sağlam örneklerinden biri.
Ünlü korku ustası Clive Barker'ın Kabal romanından uyarlanan film, terapisti tarafından geceleri cinayetler işlediği yönünde yorumlanan kabusları yüzünden yaratık olduğuna inanan ve yaratıkların yaşadığı rivayet edilen Midian'ı aramaya başlayan Aaron Boone'un hikayesini konu ediniyor..
Jesus Gris bir antikacı dükkanında çalışmaktadır. Bir gün tamamen tesadüfi bir şekilde 450 yıl önce üretilmiş mekanik bir kapsülle karşılaşır. Bu kapsül, onu kullanan kişiye gençlik ve kuvvet aşılamaktadır. Ancak bir de kötü yanı vardır: İnsana kana karşı bir açlık yaşatmaktadır. Gris yavaş yavaş bir vampire dönüşmeye başlar.
Guillermo del Toro dünyasının ilk filmlerinden olan Cronos, klasik vampir mitolojisini farklı dokunuşlarla süslüyor.
1968 yılında George Romero tarafından yönetilen Night of the Living Dead filminden uyarlanan yapım, zombilerin saldırısından kaçmaya çalışan genç bir kadının hikayesini konu ediyor. Bulunduğu kasabayı istila eden, önüne çıkan herkese dehşet yaşatan yaratıklardan kurtulmaya çalışan kadın, geceleri hayata dönen ölülerden kaçabilmek için zorlu bir mücadeleye girişir.
Kuzey İtalya’nın küçük bir kasabasında bulunan Buffalora mezarlığının bekçisi Francesco Dellamorte’nin işi sadece mezarlığı beklemek değildir. Aynı zamanda mezarından kalkan huzursuz ölülerin kellesini uçurmak da görevleri arasındadır.
Ölülere ve ölüme karşı duyarsızlaşan Dellamorte için aşkın anlamı ölümden çok farklı olacak ve fakat aşk ve ölüm birbirine yakın yürüyecektir.
Kült çizgi roman kahramanı Dylan Dog’a en yakın beyazperde kahramanının bu filmde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Komik, tuhaf ama sonuna kadar romantik bir zombi filmi. En unutulmaz sahnesine Sezen Aksu’nun bir şarkısı eşlik ediyor.
ilginç bir liste bakmadıklarım var
7. Castle Freak Baştan sona her sahnesi iğrenç ve rahatsız edici tavsiye etmiyorum izlemeyin
10. Deep Rising (1998) bu film zaten neden yeraltı canavarları veya mumya gibi tvlerde sürekli yayınlanan bi film olmadı bilmiyorum . konusunu çok hatırlamasamda aksiyonu ve efektleri yılını geçtim günümüze göre bile çok iyi. hele o sonunu her aklıma geldikçe açıp açıp 2.si geldimi diye kontrol ediyorum :(