Sokrates’in 'Sorgulanmamış bir hayat, yaşamaya değmez' sözleri bu durumun en eski örneklerinden biridir. Sokrates, halkını düşündüğü için gerçeği söylemekten çekinmediği için yargılanmış ve sonunda ölüme mahkûm edilmiştir. O, dokuz köyden kovulmayı göze almış ama doğruyu söylemekten geri durmamıştır.
Doğruluğun erdemi, sadece bireysel düzeyde kalmayıp, toplumsal huzur ve adaletin de temeli olarak görülmelidir. Eflatun’un Devlet adlı eserinde 'Bir toplumda doğruluk yoksa, o toplumun geleceği de yoktur' sözü, bu gerçeği destekler niteliktedir. Doğruluğun yok sayıldığı ya da cezalandırıldığı bir toplumda, adaletin ve güvenin de sağlanması mümkün değildir. Toplumsal yapının sağlam kalabilmesi için, doğruyu söyleyenlere kulak vermek ve onları kovmak yerine onurlandırmak gerekir.
Ancak her ne kadar doğruluk bir erdem olarak kabul edilse de doğru söylemenin bedelini ödemek her zaman kolay olmamıştır. Günümüz dünyasında bile, iş yerlerinde, sosyal çevrelerde ya da politik arenalarda, doğruyu söyleyenler çoğu zaman dışlanmakta ya da susturulmaya çalışılmaktadır. Cesur bir bireyin, gerçeği söyleme kararlılığı karşısında karşılaştığı bu zorluklar, insan doğasının ve toplumların çelişkili yapısını gözler önüne serer. 'Gerçekler, bir zaman sonra acıtmayı bırakır. Ancak yalanlar, daima yara açar' der Tolstoy. Bu yüzden de toplumlar yalanlar üzerine değil, gerçekler üzerine inşa edilmelidir.