Doğabilmek İçin Ölmek: Hayat Geçişlerle, Doğum ve Ölümlerle Doludur

Doğuma sevinir ölüme üzülür insan. Oysa ki doğabilmek için ölmek, bir hali bırakmak gerektiğini hatırlamak önemlidir. Eğer doğum gerekiyorsa, yeni bir hâle geçiş gerekiyorsa başka bir halin bırakılışı, yani ölümü çağırılır.

İlkbahar bir doğumdur.

Yeşilliklerin, doğanın, hayatın, toprağın içinden yepyeni bir can ile fışkırmasıdır. Fakat bu ilkbaharın gelebilmesi için yazın, sonbaharın ve kışın, ölümünün gelmesi icap eder. O bütün yeşilliklerin üstü bembeyaz kar ile ölüm ile örtülür ve o örtünün içerisinden yepyeni bir hayat fışkırır her yıl. 

Ailenizde bazen anneleriniz, babalarınız, anneanneleriniz, dedeleriniz, çok daha büyükleriniz vakti geldiğinde ölümü tadarlar. Bu sefer torunlar, çocuklar daha yeni nesiller dünyaya gelir. Ölümü karşıladığımız ve kucakladığımız gibi, doğumu; doğumu kucakladığımız gibi kışı, ölümü kucaklayabilecek halde olabilenler için, aslında hayat anbean yeni bir doğumdur, yeni bir başlangıçtır. Fakat yeni başlangıç için her zaman biraz önceki hal ile vedalaşabilmek, helalleşebilmek, gerçekten kucakladığın için bırakabilmek önemlidir. 

Özellikle bu dünyadan ayrılış deneyimleri yaşayan birçok kişinin, o ölüm deneyimleri sırasında bir beyaz ışık tarafından daveti söz konusudur. Onun için beyaz elementi ya da beyaz ışık ölümü çağrıştırır birçok kişiye. 

Bir taraftan hepimiz, tüm hayat, tüm can ışığa yönelirken, ışığa doğru çekilirken; o tünelin ucundaki ışığın, ölümü sembolize etmesi çok ilginçtir. Çünkü anne rahminde kalınan uzun bir süreden sonra -bir bebek için 9 ay uzun bir süredir- o tünellerin içerisinden, rahimden doğum; karanlıktan ışığa çıkışın imajıdır. Ve bu imajinasyonu orada hisseden çocuğun, aslında her türlü hal içerisinde yani anne karnındaki halin içerisinde ölüp, yeryüzü ve dünyaya doğarken gördüğü ışıktan dolayı; ışık, tüm ölüm deneyimlerini yansıtır. Bir taraftan da o ışığa geçiş birçok kişiyi korkutur, ürkütür. Hatta öldükten sonra toprağın altına gidileceği hissiyle, bilgisiyle toprağın altındaki diğer tüm canlılardan da biraz ürkülür. Onların her bir tanesi biraz daha soğuk hissedilir. Ve mesela böceklere, yılanlara, akreplere, kertenkelelere, toprağın altında yaşayan tüm canlılara birçok kişi biraz mesafeli durur.

Çünkü onların her bir tanesi zaman içerisinde ölümle bağdaştırıldı; toprağın altına girmekte bağdaştırıldı. Ve bir taraftan da ölüm korkusu bazı kişilere gerekli kılındı; ölümden korkarak yaşamaya, hayatla bağ kurmaya ihtiyacı olanlar için.

Fakat her seferinde dünyaya o yeni gelen çocuklar, yeni oluşlar her birimizi heyecanlandırdı, sevindirdi, hayat neşesini hatırlattı.

Bir çocuğun bazen gülüşü sesi ya da kahkahalarla ortalığı çınlatması her birimizin kalbini coşturdu.Hayat ne kadar güzel dedik. Evet, hayat çok güzel. Hayat geçişlerle, doğum ve ölümlerle dolu. Onun için her birimiz hatırlayacağız ki eğer yeni bir başlangıç istiyorsak, yeni bir sürece geçmek istiyorsak; geçmişin ölmesi, geçmişi bırakabilmemiz ve geçmişin içerisinde, onun içindeki küllerin içinden tekrar doğabilmeye izin vermemiz gerekir. 

Peki geçmişi bırakmak, geçmişe minnet duymamak mıdır? Geçmişi kötülemek midir? Geçmişten şikayet etmek midir? Ölünün arkasından konuşmak mıdır? Değil. 

Görevini ve vazifesini yaptığı için ölene şükürle, o hâl ve duruma teşekkürle, ondan alacaklarımızı alarak; geçmişin küllerini bir yer, bir zemin ve bir taban yapıp, onun üzerine yepyeni binaları, yepyeni hal ve enerjileri, yeni hayatı ve hayatları tekrardan inşa edebilmektir. 

Çünkü dünyanız da yaşamınız da er geç bitecek, her canlı ölümü tadacak ve her birimiz de ölümü tadacağız. Öyleyse, ölüme hazırlanabilmek, ölmeyi öğrenebilmek, her birimiz için çok önemli bir görevdir.

Burada bırakmayı ne kadar öğrenebiliyorsak, bırakışları ne kadar kolay ve güzel kucaklayabiliyorsak, o kadar güzel bir doğum ve yenilikler de bizi kucaklayacaktır.

“Öte alem” dediğimiz daha ince tarafta ölürken, dünyaya bebek olarak doğarız. O tarafta üzerimize atılan her kürek toprak ile tepelerimiz, tepe çakralarımız kapatılır. Ve bu dünyaya uyum için doğar ve doğduğumuz yere adapte olmaya çalışırız. Aynı şekilde buradan o ince aleme doğarken ya da burada ölürken de bu sefer burada üzerinize toprak atılır, öldüğünüz size hatırlatılır.

Ölümle barışabilmek için ölümün hali sembollerle gösterilir. Kimi zaman ölenin kefeni üzerine öldüğünü hatırlasın diye bir bıçak konur.

Kimi zaman dualar, talkınlar verilir, kimi zaman hatırlatmalar ya da özel geceler, anma halleri ve durumları tertip edilir.

Ölüm esnasındaki kişiler bazen bedenlerinden çıkışı, bazen imajinatif olarak yaşadığı hali ve durumu görürler.

Bazı kişiler doğumunu hatırlar, bazı kişiler ölümünü hatırlar. Geçmiş ve gelecek arasındaki bu hal içerisinde aslında sadece “an” vardır ki o anın içerisinde an ve an doğum ve ölüm tekrar eder. Bir saniye önce, o saniye ölür ve yeni bir saniye başlar.

Her gün yeni bir güneş batar, ölür; ve sabah yeni bir gün, güneş doğar. 

Aslında hayatımız içerisinde doğum ve ölüm bu kadar iç içeyken, doğum ve ölüm bu kadar barışıkken; sadece hayatı sevebilmek için oraya konulmuş olan yaşam döngüsünün kaynağı olan bu halden, farkındalık ve şuur kazanıp özgürleşmek mümkündür. Bu alanları da, yine buradaki ikilik, zıtlık ve dualiteleri de yine sadece bir gözle görebilmek, bu farkındalığı hissedebilmek mümkündür. 

Ölümle barışan için korku biter. Ölümle barışan için her yeni bir an, doğumdur. Ve cesaret ile hayat anbean yeniden başlar çünkü ölümle barışan için sonsuz bir yaşam vardır. Kıyafetler, elbiseler bırakılabilir fakat sen bakisindir.

Öyleyse faninin peşinden değil, bakinin peşinden, ölümsüz ve sonsuz olanın peşinden giderken, faninin de hakkını vermeyi seçersin. Tabii ki bu hayatı, bu hayatın içindeki tüm hediyeleri kucaklar ama bunların her birinin, canının bir gün teslim edileceğini hatırlarsın. Bu, sende müthiş bir güven uyandırır; ve bu güvenle, yani bir taraftan sana verilen hayat hediyesini ve bir taraftan da hep var olacağının bilgisi ile doğum ve ölümlerinin her birisini bir sepete koyar ve hepsini sevdiğin meyveler olarak afiyetle yersin. Ve seni bu hayat içerisinde korkutacak olan diğer bütün eylemleri sadece uzaktan seyredersin. Bilirsin ki sen hep varsın ve bu varoluşun, doğum ve ölümle mümkündür. Öyleyse gelin bu zıt gibi görülen, birbirinin kaynağı ve sebebi olan bu iki tarafı, iki gibi görünen tarafı; doğumu ve ölümü kucaklayarak, hayatımızı coşkuyla anbean yeni doğumlarla ve bırakışlarla kutlu bir şekilde, neşeli bir şekilde, coşkulu bir şekilde yaşayalım. Hakkını verelim. 

Sevgilerimle. Hoşça kalın.

Instagram

Twitter

YouTube

Facebook

Web

Popüler İçerikler

Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
YORUMLAR
22.01.2023

Hakkını verdik be hocam güzel yaşadık ee yeter bize müsade….🫡😅

02.02.2023

Doymaaadım doyamadııım. 🙃🙃

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ