Instagram’da pastel tonlarla dekore edilmiş şifa köşeleri, ay döngüsüne göre hazırlanmış defterler, lavanta kokulu tütsüler arasında gerçek niyeti ayırt etmek zorlaşıyor. Görüntü çok güzel, ama hissiyat çoğu zaman eksik. Bir niyet defteri alıyoruz, ama içine yazmaya vakit bulamıyoruz. Yeniay geldiğinde bir meditasyon linki paylaşıyoruz, ama oturup sessiz kalmak zor geliyor. Ve içten içe şunu fark ediyoruz: Dijital spiritüellik bize çok şey sunuyor ama bir şeyi de alıyor götürüyor:
Derinlik.
İçtenlik.
Kendilik.
Burada temel mesele dijital araçların varlığı değil. Mesele, bu araçların bizim yerimize karar veriyor oluşu. Algoritmalarla değil, iç sesimizle yön bulmak… Belki de yeniden buna dönmeliyiz.
Ruhsal içerikleri tüketirken kendimize şu soruları sormak iyi olabilir:
Bu bilgi bende güven mi yaratıyor, yoksa korku mu?
Bu pratik beni benle buluşturuyor mu, yoksa sadece iyi hissetmem için mi var?
Beni dönüştürüyor mu, oyalıyor mu?
Belki de bazı cevaplar hâlâ ekransız bir yerde duruyordur. Bir nefesin içinde. Bir dua cümlesinde. Gözümüzü kapattığımızda hissettiğimiz o derin boşlukta. Ruhun sesi bir bildirime benzemiyor. Ve onu duymak için belki de tek yapmamız gereken şey, ekrana bir süreliğine veda etmek.
Dijitalleşen spiritüellik, yolculuğumuzun yeni bir durağı olabilir. Ama yönü hâlâ biz çizebiliriz. Ruhunu bir uygulamaya indirilecek veri değil, duyulacak bir ses olarak görebilir misin?