DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Kurucu Üyesi Ali Rıza Babaoğlan İstifasının Sebeplerini Anlattı

DEVA Partisi’nin 90 Kurucusu arasında yer alarak Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyeliği ve Halkla İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevlerini yürüten, bu anlamda siyasete ilk defa giren ve yaptığı oldukça kısa açıklama ile 19 Temmuz tarihinde partideki tüm görevleriyle Kurucu Üyelikten de istifa ettiğini duyuran Ali Rıza Babaoğlan ile istifasının arkasında yatan sebepleri konuştuk.

Röportaj talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkürler.

Ben teşekkür ederim. İstifa kararımı paylaştığım 19 Temmuz 2021 tarihinden bu yana bana ulaşan birçok canlı yayın talebi oldu. Olumlu dönüş yapmadım, yapmayı da düşünmüyordum. Fakat geçen bir aylık sürede birçok farklı yerden bana kadar ulaşan “Amerika’ya yerleşeceği için siyaseti bıraktı” veya “iktidar baskısından korkarak kaçtı” gibi istifa sürecime yönelik kaynağını bilemediğim gerçek dışı bazı bilgilendirmeler yapıldığını öğrenince asıl nedenlere değinmem elzem oldu. Bu nedenle de bağımsız medya adına uzun süredir ciddi işler yaptığına inandığım Onedio’nun röportaj talebini kabul ederek, sizin aracılığınızla kendi bakış açımı ülkemizin bugünü olan gençlerimiz başta olmak üzere tüm vatandaşlarımıza aktarmak istedim. 

Neden istifa ettiniz?

Ben gençlerimiz “iktidardan korkmasın, çekinmesin ve yurt dışına da yerleşmesin” diye siyasette görev almayı tercih etmiştim. Bu nedenle de Türkiye tarihinde siyaset yapmanın en zor olduğu dönemlerden birisinde mevcut yanlışları düzeltme arzusuyla elimi taşın altına koydum ve yeni kurulmakta olan bir partideki en kritik görevlerden birisini aldım. Gelinen noktada ise artık bu durumu devam ettirmeye gerek duymadığım için istifa ettim. Çünkü süreç birçok konuda inancımı kaybetmeme neden olacak şekilde ilerledi. Fakat bunları tam anlatabilmem için, siyasete neden girdiğimi de aktarmam daha iyi olacaktır. Böylece ne ummuştum ve nelerle karşılaştım bunun mukayesesi daha kolay yapılabilir.

Yani istifanızda tek bir neden yok, neden siyasete girmiştiniz?

Altında hep birlikte yaşamakta olduğumuz ana çatının gün geçtikçe daha da zayıfladığını ve bunu güçlendirip iyileştirebilmek için benim de farklı ülkelerde elde ettiğim deneyimler sonucu yapabileceklerim olduğunu düşünüyordum. Bu anlamda bugüne kadar birçok üniversitede öğrenci arkadaşlarımla bir araya gelerek konuşmalar yapmış, onlara daha iyi bir gelecek vizyonunu teknoloji başta olmak üzere farklı çerçevelerden anlatmaya çalışmıştım. Partinin kuruluşundan önceki dönemde de özellikle gençlerimizden başlayarak tüm vatandaşlarımıza ulaşabilmek için dijital parti yapısını önceleyen stratejik bazı çalışmalara katkı sundum, öncülük ettim. Ardından yeni kurulmakta olan ve merkeze hitap ettiğini düşündüğüm bu yapı için bir adım daha öne çıkarak bana sunulan Kurucu Üyelik teklifini kabul ettim. Sonrasında Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi ve Halkla İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı oldum. Bu görevlerimi 29 Aralık 2020’de yapılan Büyük Kongre’nin ardından da devam ettirerek istifa ettiğim 19 Temmuz 2021 gününe kadar tamamı Pandemi şartlarında geçen sürede en iyi şekilde yapmak için tüm ekibimle birlikte özen gösterdim. Yeni kurulan bir partideki Halkla İlişkiler görevinin Pandemi şartlarında ne kadar zorluklar içerdiğini sizler de tahmin edebilirsiniz. 

Gerçekten zor olmalı, pandemi döneminde Halkla İlişkiler faaliyetlerini nasıl yürüttünüz?

Pandemi koşullarına rağmen yaklaşık 1,5 yıllık sürenin tamamında yasakların kalktığı her anda ben ve ekibim sahadaydık. Büyük kongre öncesinde 60 günde 43 İl Kongresi yapıldı ve tamamında sadece ben ve bizim ekibimiz vardı. Her bir ile en az bir gün öncesinden giderek aktif bir çalışma yürüttük. Ayrıca gönüllü vatandaşlarımız üzerinden kurduğumuz sistem oldukça verimliydi. “Gönüllü” kavramını sadece seçim dönemi öncesinde hatırlanan değil, her zaman sürecin aktif içerisinde yer alan etkili bir yapıya dönüştürdük. Her gün yüzlerce çağrı alan Çağrı Merkezi yapısını alt yapı ve yazılımlar dahil sıfırdan kurduk ve tamamen gönüllü gençlerimizle sıfıra yakın maliyetle çalıştırdık bir yıldan uzun süre. Dijital parti algısını oturtup kuruluş öncesi ve sonrasında birçok farklı proje gerçekleştirdik, çok ziyaret edilen mikro-internet siteleri kurduk. Twitter, Facebook, Google gibi kurumların dünyadaki en iyi örneklerini uyguladık. Gerçekten zor oldu ama dönüp arkama baktığımda, iş üretip her kesimden vatandaşımıza gerek dijital ortamda gerekse de sahada birebir dokunduğumuzu net olarak görebiliyorum. Bu durumun sonucu olarak da teşkilat tarafından tanınan ve yaptığı işlerden ötürü de destek gören birisi oldum. Ayrıldığımı açıkladığımda büyük bir üzüntüyle karşılandı. Teşkilatlardaki birçok çalışma arkadaşım göreve geri dönmemi talep etti. Sosyal medyada kampanya başlatanlar oldu. Bu sevgiye layık olabildiysem ne mutlu.

Nedeni neydi peki ayrılmanızın?

Ayrıldığım bir partinin genel başkanını hedef alarak herhangi bir açıklama yapmam doğru olmaz. Bu, benim tarzıma da uygun değil. Ali Bey ile parti kuruluşu öncesindeki dönemlerle birlikte 2,5 yılı aşkın süre çalışma imkânımız oldu. Kendisine saygım var. Parti’de de 1,5 yıla yakın çok aktif bir görev süresi geçirdim. Tüm bu süreçlerde ise birçok şeye şahit oldum. Görev aldığım dönemde yapılan işler ve açıklamalarla ne yazık ki merkez parti iddiasından hızla uzaklaşıldığını gördüm. Bunun da partiyi tüm Türkiye’ye hitap edemeyen, giderek daha da dar bir alana yönelten sonuçlarını birebir yaşadık. Bu konular ve konuların arkasında yatan asıl nedenler beni düşünmeye itti.

Nasıl yani, neden merkeze hitap edilemedi?

Ben kendi yaşadıklarım üzerinden konuyu aktarabilirim sadece. Okuyan vatandaşlarımız benim söylediklerimi, bundan önceki ve sonraki süreçlerle birlikte bir bütün olarak değerlendirecektir. Ona göre de karar verecektir eminim. Bazı süreçlerin olmaması için içeride ciddi mücadele verdik, düzelttiklerimiz de oldu. Çoğunu da ne yazık ki düzeltemedik, bazıları ise zaten vatandaşlarımızın gözleri önünde gerçekleşti. Bana göre merkez parti tamamı demokrat kimlikli insanlardan oluşan yapıdır. Uçlarda bulunan kişileri bir araya getirmek bir yapıyı “merkez parti” yapmaz, yapamaz. Uçlardakiler giderek hep daha fazlasını ister. Ekibimle birlikte ben de bu durumun halkla ilişkiler anlamında yaşattığı sorunları her gün yönetmekle meşguldüm, görev sürem bu anlamda çok zor geçti.

Ne gibi örnekler yaşadınız?

Bana göre Türkiye’nin merkezinde Alevi, Sünni, Kürt, Türk, Laz, Çerkez gibi birçok farklı şekilde kendisini tanımlayan, özünde samimi ve vatanını seven insanlarımız var. Bugün altında birlikte yaşadığımız çatıyı, tüm farklılıklarına rağmen bir olup oluşturmayı başarmış kişilerden bahsediyorum. 1923 yılında birlikte kurduğumuz Cumhuriyet’imizin mimarları bu insanlar. Biz de şu anda onların çocukları ve torunları ile bir arada yaşıyoruz. Kendi ana çatılarını korumayı başaramayan ülkelerin düştükleri durumları da yanı başımızdakilerden başlayarak canlı olarak görmekteyiz. Bu nedenle ana çatının korunması benim için merkezin en önemli vurgusu olmalı. Zaman zaman bu çatı sarsılabilir; toparlarız, su akıtabilir; onarırız. Fakat delinirse sorun yaşarız. Son Afganistan sürecinin bile ana çatıyı koruyabilmenin önemini iyi gösterdiğini düşünüyorum. Bu nedenlerle benim en çok önem verdiğim kavram vatanseverliktir. 

Örnekleri vermediniz.

Benim için konunun özü merkez tanımıyla ne anladığınızla doğrudan ilgili. Ortaya bir durum tespiti koymak için paylaştım. Gördüğüm ana sorun belirli bir grubun, amaçlı şekilde toplumu kutuplaştırmaya itecek türde söylemleri düzenli olarak ve hep “özgürlük” ve “demokrasi” kisvesi altına sığınarak yapmalarıydı.

Bir gün bir uca, bir gün başka uca savrulup anlık popülizm uğruna farklı noktalara gidip gelen ve merkezi odaklayan parti yapısına hiç uymayan söylemlerden bahsediyorum. Zamanla bu kişileri tanıdıkça bu yapılanların bilinçli ve sistemli bir hareket olduğuna kanaat getirdim. Yeni kurulan bir partide oluşan boşlukları ve genellikle de iyi niyeti kullanarak, kendi düşünce dünyalarını iletişim yapısı üzerinden parti düşüncesi haline getirme çalışması yaptılar. Dikkatli baktığınızda yapmaya çalıştıklarını net olarak görüyorsunuz zaten. Bu da parti duruşuna ve algısına çok zarar verdi.

Tam anlayamadım.

Yani şöyle düşünün. Fransa'da yayımlanan haftalık mizah dergisi Charlie Hebdo’nun “Peygamber efendimize hakaret anlamına gelen ve kabul etmemiz mümkün olmayan karikatürü” konusunda dergiyi ve karikatürleri savunup, sonra da Şeyh Said’i “şehit” olarak nitelendirip rahmetle anabilmek mümkün müdür? Her ikisini de yapanların aynı kişiler olduğunu bir an düşündüğünüzde ne hissediyorsunuz? Bunu düşünce dünyaları tutarlı kişiler yapabilir mi?

Veya evlilik dışı ilişkilerin önemli ve makul olduğunu söyleyen bir kişiyi, yine LGBT+ konusunu en uç şekilde savunan yorumlarından sonra Şeyh Said anarken gördüğünüzde siz ne düşünürsünüz? Ben burada konulara karşıt veya taraf olmadan; yaşanan karışık durumlar daha net anlaşabilsin diye bu örnekleri söylüyorum.

Evet Şeyh Said meselesi Doğu bölgemizde insanlarımızın önemsediği bir konu. Fakat benim gördüğüm mesele bunu yapanların amaçlı ve popülist bir yaklaşımla bir süre önce farklı uçtaki konuları savunurken, diğer gün bunun tam tersini yapıyor olmalarıydı. Yani samimi değillerdi ve belli ki net bir amaçları vardı. 

Samimi olmadıklarını nereden biliyorsunuz ki?

Eğer samimi olsalardı 96 yıl önce ölmüş birisini sadece bu yıl anmak akıllarına gelmezdi çünkü. Twitter’in güzel yanı tüm verileri açıktır, ortadadır. Geriye dönüp hepsine bakılabilir. Geçtiğimiz yıl aynı tarihlerde de bu parti vardı ve bu kişiler yine görevdeydi. Fakat ne geçen sene ne de daha önceki senelerde bu kişilerin Şeyh Said üzerine anma yaptıkları bir Twitter mesajını dahi göremezsiniz. Muhtemelen seneye de unutacaklardır. Çünkü amaç o değil.

Eğer bu kişilerin samimi olduğunu kabul ediyorsak, aynı zamanda kafalarının da çok karışmış olduğunu da kabul etmeliyiz ki bu garip durumları birim olarak açıklayabilelim vatandaşlarımıza. Siyasi açıdan iki durum da birbirinden daha kötü. 81 ilde teşkilatı olan bir yapı için oy verecek vatandaşlarımızdan önce, teşkilatlara bile bunları açıklayabilmek mümkün olmadı.

Geçmişte kalan ve bugün çözmemizin çok zor olduğu ayrıştırıcı konuları her fırsatta popülist bir şekilde gündeme getirmek yerine Pandemi şartları altında ciddi geçim sıkıntısı yaşayan ve yarın ne yiyeceğinin derdinde olan, her geçen gün sorunları daha da büyüyen vatandaşlarımızın sorunlarını nasıl çözeriz diye sokağa çıkıp vatandaşlarımızla görüşselerdi aslında bu kadar uç noktalara gelinmezdi. Belirli bir grup Twitter üzerinden siyaset yaparak hep geçmişten intikam almaya çalıştı ve partiyi giderek merkezden de uzaklaştırdı. Bir türlü günümüze odaklanılmadı.

Bir tek bu konu mu istifanıza neden oldu?

Hayır, bunları bir sorun yumağını göstermek için söylemiştim. Kurucusu ve başkanı kaçak ve halen aranmakta olan Genç Siviller isimli grubun üyeleri ve onlarla bağlantılı kişiler her geçen gün bambaşka uç işlere imza attılar. Çok tepki çeken konular sonrasında da birçok defa talep etmeme rağmen herhangi bir disiplin süreci de başlatılmadı. Parti disiplini demek, ihraç etmek demek değildir. Uyarı, kınama gibi ön aşamaları da vardır. Bunlardan birisi bile yapılsa, bir çizgi çekilebilirdi. Hiçbiri yapılmadı. Zamanla da bu kişilerin bazı eller tarafından açıkça korunduğu algısı parti içinde oturdu. Sonrasında il teşkilatlarıyla birlikte sayıları giderek fazlalaştı ve kamuoyunun da bildiği birçok olumsuz konu yaşandı. Yapılanları açıklamak tutarlı insanlar için mümkün değildi. Bu şartlar altında da merkeze hitap ettiği söylenen partide Halkla İlişkiler faaliyeti yürütmek giderek daha da zorlaştı ve imkânsız hale geldi. 

Burada konu sadece Twitter üzerinden verilen mesajlar değil. Bir düşünce ve yaklaşım şeklini ortaya net olarak koymak için halkımıza yansıyan yüz olan Twitter üzerinden örnekler vererek aktarmaya çalıştım. Kritik olan bu düşünce yapısının parti içindeki aktiviteleriydi.

Ne gibi daha farklı örnekler oldu mesela?

Tabi 1,5 yılda birçok konuya bilfiil şahit oldum. Basına yansıyan ve yansımayan birçok konu oldu, ben ilk aklıma gelenleri belirtiyorum. Mesela beni etkileyen konulardan birisi İzmir’imizin düşman işgalinden kurtuluşuna yönelik anma süreciyle ilgiliydi. Birçok defa söylememe rağmen bu önemli günü yani 9 Eylül’ü, 280 karakterlik bir Twitter mesajıyla bile resmi hesaplardan paylaşım yaparak anamadık. Bunun bilinçli olarak yapılmasını önleyen ilgili birim yöneticilerinin 24 Nisan 1915 olaylarıyla ilgili Amerika’nın aldığı ve ülkemiz için kabul edilemez son pozisyonu açıkça destekleyen mesajları da halen kendi hesaplarında durmakta. Bunu düşünce özgürlüğüyle açıklayamazsınız, bu nokta en azından merkez tanımından bir hayli uzaktadır ve açıkça düşmanlıktır.

Genel Başkanın paylaştığı mesajın ardından bile, açıkça tam tersi yönde Ermeni meselesinde Türkiye’nin karşısında yer alan söylemlerini belirten üst düzey yöneticiler oldu. Burada cesareti nereden alarak bunu yapabildiler, bilemiyorum. Bunu ne vatanseverlikle ne parti disipliniyle ne de başka herhangi bir şeyle açıklayabilirsiniz. Söyledik, hiçbir şey yapılmadı.

Yine aklıma gelen Türkiye’de en az 20 milyon vatandaşımızı ilgilendiren eğitim konumuzun en önemli birleşeni olan öğretmenlerimize atfedilmiş 24 Kasım Öğretmenler Günü için bile bir kutlama mesajını yine Twitter üzerinden girdiremedik mesela. Çok ilginçtir. Birçok defa söylememize rağmen parti veya Genel Başkan hesabından bir içerik çıkamadı. Neden peki? Burada da temel kaygının “Baş Öğretmen Atatürk” vurgusu olduğunu parti içinde birçok kişi net olarak biliyor. Twitter’ın hesap verileri açıktır, söylediklerimin hepsi geriye bakılarak görülebilir. 

Twitter üzerinden bile oynanan bu basit oyunlar aslında alınan pozisyonu ve durumu net olarak ortaya koymak için yeterli. Merkezi hedeflediğini söyleyen partinin Halkla İlişkiler Başkanı olarak teşkilatlar tarafından bu gibi konular bana sorulduğunda cevap veremez hale geldim.

DEVA Partisi Atatürk’le problemli mi?

Söylemlere değil de eylemlere baktığınızda aslında birçok şey açıkça görünür her zaman. Bu durum siyasette de böyledir, ticarette de. Merkez’de yer aldığı söylenen bir partinin bana göre böyle bir problemi olmaması gerekir. Sadece son iki “23 Nisan” sürecine yakından baktığınızda bile Mustafa Kemal Atatürk konusunda ciddi problemler yaşandığı görülmekteydi. 

İlk 23 Nisan kutlamasında Atatürk’ün “unutulması” büyük tepki oluşturmuştu, ikincide ne oldu?

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu, ülkemizin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk 23 Nisan kutlanırken unutulabilecek birisi mi? Siz unutmak istemezseniz, kim size nasıl unutturabilir? O gün atılan 3. mesajda bir video yayınlanacakmış, orada Atatürk’ün ismi geçecekmiş böyle açıklandı. Daha ilk cümlelerde bu önemli bayramı bize armağan eden Ulu Önder’e bir atıf yapmak zor muydu? Böyle bir savunma olur mu? Tamamen uç görüşleri olan amaçlı kişilerin işleri, herkes biliyor!

Bu yıl yaşanan durum ise çok daha vahimdi. Dikkatli izleyiciler, Atatürk’e suikast planladığını itiraf ederek 14 Temmuz 1926’da idam edilen Ziya Hurşit’in isminin ilk meclisimizin merdivenlerinde anıldığını görecektir. O günkü konuşmada beş altı vekil ismi sayılıp anılırken bu kişinin adı da okundu ve hepimiz donup kaldık. İlk meclisimizdeki 378 mebustan anacak başka insan mı kalmadı? Tamamı bilinçli yapılan bu tarz işler sonucunda partiye inanmış, ciddi emek ve imkân harcamış dürüst kişiler bunları sorguladığında onlara ilgili ekip zarar vermeye çalıştı.

Peki söylediğiniz tüm bu konuların gerçek nedeni neydi?

Açıkçası sebebini ben de bilmiyorum. Anlayabilmiş de değilim halen maalesef. Merkezi hedeflediğini söyleyen bir partinin; Türkiye’nin kurucu değerleriyle, ulu önder Atatürk ile İzmir’in kurtuluşu ile ne problemi olabilir gerçekten bilemiyorum. 

Bu tarz durumların tek açıklaması geçmiş yaraları kaşıyarak siyasette yer elde etmeye çalışmaktır. Geçmiş ile uğraşarak oradaki farklılıklardan bugün pozisyon elde etmeye çalışan bu popülist ve siyasi derinliği olmayan kişilerin yanlış işleri birçok defa uyarmamıza rağmen düzeltilmedi. 

Bu mantıkla örneğin Avrupa Birliği hiç var olamazdı. Kurucu üyelerin geçmişte birbirine yaptıkları ortada. Geçmişe değil, bugünkü sorunlara ve gelecekte bu sorunları nasıl yaşamayız diye düşünüp, bunlara odaklanarak günümüzün en önemli çekim merkezlerden birisini yıllar önce oluşturdular. Dünyanın farklı ülkelerinden insanlar bir şekilde oraya ulaşmaya, orada yaşamaya çalışıyor şu anda. Bunu geçmişi unutarak değil, günümüze odaklanmayı başararak yaptılar. Çünkü bundan sonra kaybedilmemesi gereken günler ve hayatlar var.

Veya günümüzden daha güncel bir örnek vermem gerekirse geçmişte kalmış bir konu olan “andımız” gündemi, geçtiğimiz aylarda tekrar oluştuğunda bundan pozitif fayda sağlanabilirdi. 

Sosyal medyada başlayarak sonrasında geleneksel medyada da bir anda büyük bir konu haline gelen “andımız” gündemi üzerinden daha önce andı kaldıran AKP hükümetiyle; her ortamda geri gelmesi gerektiğini savunan ve şu anki Cumhur ittifakı ortağı durumunda olan MHP’nin, mevcut kutuplaşmış ortamda bu konuyu nasıl tartışacaklarını yönlendirebilmek yeterliydi aslında. Siyasi akıl bunu yapabilmektir. Sonrasında ise oluşan söylem tutarsızlıklarına ayna tutulabilirdi. 

Ama bu grubun bir başka üyesi vatandaşlarımıza açıkça “andımızı okumak hayvani bir ihtiyaçtır” gibi söylemler kullanıp, o güne kadar bir kere bile andımızı okumuş her kişiye doğrudan “hayvan” demiş oldu. Bu anlık oluşan gündem içinde bile bu gereksiz tutumun sonuçlarıyla birim olarak günlerce uğraşmak durumunda kaldık. 

Siz neden bu konulara taraf oldunuz?

Ben konuların doğal olarak bir tarafıyım, görevim buydu. Merkezi hedefleyen bir partide Halkla İlişkiler birimini en doğru şekilde çalıştırabilmek ve yönetebilmek için gerekenler neyse ben onları yaptım aslında. Evet en kolay olanı hiçbir tepki vermeyip, kişisel siyasi istikbalim için bu yanlışları görmezden gelmekti. Böyle yapıp susan kişiler de var zaten. Rahatsız olup daha düşük tonda ses çıkaran birkaç kişi de mevcut. Fakat bu benim yapıma uygun değil, hiçbir zaman da olmadı. Ben görevimi hakkıyla yapmaya çalıştım. Sonuç ortada.

Vatandaşlarımızın günümüzdeki sorunlarına odaklanarak ortak gelecek hedefi üzerinde çalışmak yerine geçmiş konuları kaşıyarak buradan yer edinmeye çalışanlar, süreci iç ayrışmaya götürüp kendileri gibi olmayanları düşmanlaştırmayı hedeflediler. 

Bu konularda teşkilatımızın ve tabi ki vatandaşlarımızın tepkilerini direk yaşayan birisi olarak; bu tip popülist söylemlerin partiye zarar verdiğini birçok alanda söylemem sonucu, planları açığa çıkan bu kişiler sonraları beni “Kürt Düşmanı” diyerek hedef haline getirmeye çalıştı. 

Birçok defa bu konuları içeride konuştum, en üste taşıdım. Başkanlık Kurulu’nda açtım ve çözülmesini bekledim. Bu kişileri partiye sokarak bundan güç elde etmeye çalışanlar ise bu konularda hep sessiz kaldılar. Ben konuşmaya devam ettikçe ya toplantı odasını terk ettiler ya da Whatsapp gruplarında “hata yapmışız, özür dileriz, isterseniz partiden ayrılalım” tarzında mesajlar atanları korudular. Ama “hata olduğunu” kabul etmek durumunda kaldıkları bu olayları da tekrar tekrar yapmaya nedense devam ettiler.

Bu sefer farklı örneklerle devam eden bu konuları ve partiye verdiği zararı Genel Merkez Yönetim Kurulu’nda dile getirdim. En sonunda hiçbir çözüm olmayınca da sosyal medyada Şeyh Said konusu üzerinden “sokağa çıkıp vatandaşımızın sorunlarıyla ve bugünkü gündemiyle ilgilenin” diyerek tepki gösterdim. Bu tarz savrulmalarla ilgili merkez bir partinin durması gereken nokta konusunda benim yaptığım bu uyarılar “Kürt Düşmanlığı” yaftasıyla etkisizleştirilmeye çalışıldı.

Bunun üzerine yakışıksız ve kabul edilemez bazı işlerine rağmen halen açıkça korunan, bu grubun da yönlendirdiği bir İl Başkanı kendi il yönetimine mesaj göndererek sosyal medyada bana direk hakaret ettirdi. Hatta FETÖ’cü olduğumu iddia etmeye kadar bile götürdü bu işi. Bu durumu da direk yazışmaları içeren belgelerle birlikte ilgili kişilere sundum. Zaten daha önce yaptığı ahlaksız işlerin belgeleri de ilgili kişilerde mevcuttu. Yine de disiplin süreci dahil hiçbir şey yapılmadı. Bu kişi bile halen görevinde mesela. 

Neden “Kürt Düşmanı” noktasına getirilmeye çalışıldınız?

Ne yazık ki günümüzde en kolay yaftalama noktalarından birisi bu çünkü. Projelerinizle veya ortaya koyduğunuz fikirlerle birisinin haklılığını engelleyemiyor veya onu durduramıyorsanız; önce FETÖ’cü, sonra da o cu, bu cu v.b. gibi tanımlamaların arkasına sığınmak artık bir moda. 

Fakat bana yöneltilen bu iftira süreci başarılı olamadı çünkü nasıl biri olduğum teşkilat içinde de memleketim Mersin’de de iyi biliniyor. Aslen Mersinliyim, ama devlet memuru olan ailemin ilk görev yeri olduğu için Diyarbakır’da doğdum, bölgeyi biliyorum. Parti içerisinde kendi isteğimle seçerek görev verdiğim iki başkan yardımcımın birisi Ağrılı, diğeriyse Hakkâriliydi. Dışarıdan yaptığım atamalarda ise Bingöl’den ve Bitlis’ten iki kişiye Birim Koordinatörlüğü görevi vermiştim ve bu kişiler çok iyi işler yaptılar. 

Çünkü ben insanlara doğdukları yer ve etnik kimlikleri üzerinden bakan birisi hiç olmadım. Daha önce söylediğim gibi siyasetçilerin ne söylediğine değil de ne yaptığına bakarsanız nasıl bir kişi olduklarını kolayca anlayabilirsiniz. Ben birlikte çalıştığım herkesin yaptığı işi iyi yapıp yapmadığına bakarım. İşini iyi yapan kimse ona görev verdim, hep birlikte Halkla İlişkiler görevini de ben bırakana kadar başarıyla yürüttük. Benim kendi şirketimde birçok kişi çalışıyor, kim nereli, nere doğumlu bilmiyorum bile. 

Sorun zaten hiçbir zaman Kürt vatandaşlarımızla alakalı olmadı. Sorun kendilerini “Kürt vatandaşlarımızın haklarının savunucusu” olarak ilan etmiş, gerçekte hiçbir samimi siyasi bilgi ve donanımı olmadan bu işe soyunmuş sözde konunun uzmanı kişilerde. Bu kişilerin çok değil birkaç yıl geriye gidip Twitter mesajlarını okuduğunuzda aynı konularda söyledikleri bambaşka şeyleri görebilirsiniz.

Siz Kürt Sorunuyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de Kürt vatandaşlarımızın sorunları var. Altına imza koyduğum parti programı da zaten buna yönelik çözümler içeriyordu. Samimi şekilde Türkler ile Kürtler oturur konuşursa çözüme en çok böyle yaklaşılabilir. Çözüm de sağlanabilir. Ama ilk şart samimi olmaktır. 

Aksi durumda ortaya “Kürt haklarını savunduğunu” söyleyip, ama aslında onları tam temsil etmeyen her gün farklı uçlara savrulup duran kişiler çıkar. Bu tarz kişiler de bir gün şirin görünmek için Şeyh Said’i anarlar, bir diğer gün ise Peygamber efendimize hakaret eden karikatürü destekleyip gerçek yüzlerini ortaya çıkarırlar. Veya yukarıda saydığım onlarca konu gibi örnek zaten maskeleri düşürür. Bunlar hep böyledir, artık anlamak gerekiyor. 

Benzer şekilde ülkemizde ne yazık ki Alevi vatandaşlarımızın da ciddi sorunları var, Çerkes vatandaşlarımızın da sorunları var. Farklı gruplara eşit mesafede olunursa ancak o zaman tam merkezde olunabilir. Sorunları da ancak samimi şekilde oturup konuşursak çözebiliriz. Diğer türlü bu sorunlardan güç elde etmeye çalışanlar, sorunları çözmezler. Sadece kullanırlar.

Benim hem Diyarbakır hem de Mersin’den dolayı birçok yakın Kürt arkadaşım var. Ana dil olarak Kurmancî konuşan arkadaşlarım var. Kürt Alevisi olan yakın tanıdıklarım var. Zaza olan ve sıkça görüştüğüm birçok okul arkadaşım var. Onların da çoğunun bu süreçleri konuştuğumuzda hep benim gibi düşündüklerini ve gelinen noktadan rahatsız olduklarını gördüm. Dışarıdan bile partiyi izleyenler durumu açıkça görüyordu aslında.

Size sosyal medyada Şeyh Said’i anlatan kitap hediye edenler olduğunu gördük.

Eğitim hayatı içerisinde bugüne kadar bir şekilde andımızı okuyan tüm vatandaşlarımıza “her gün andımızı okuyarak hayvani ihtiyaçlarını tatmin edenler” diyen aynı kişi, yine popülizmin pençesinden kurtulamayıp Şeyh Said konusu sonrası “oku da öğren” diye birkaç kitap göndermiş bana. Bu konuyu ben de ilk gördüğümde tam anlayamadım açıkçası, birkaç defa da mesajını okudum hatta tam anlayabilmek için. İlginçtir bir Genel Başkan Yardımcısına karşı gönderdiği bu Twitter mesajını, partinin yönetim kurulunda olup açıkça beğenenler bile olmuştu.

Bu kişi de o malum grubun mensubu. Kitaplar hiç elime geçmedi, gönderdi mi gerçekten onu da bilmiyorum. Fakat ben o dönemi Uğur Mumcu’nun kitabından zaten okumuştum, biliyorum.  İnsanlar hayatta ne yaptıkları ve aslında kim olduklarıyla anılırlar. Geri kalan hayatında bu söz üzerinden anılacak olmasına çok üzülüyorum kendisinin.

Cevap vermeye de lüzum görmedim, çünkü cevap vermeye değecek birisi veya bir konu değil. Benden bir cevap alıp oradan popülizme devam etmeyi amaçlıyordu belli ki. Bu tarz anlık şöhret peşinde koşan, sonra da bir anda yok olan kişileri gördükçe siyasetin zorluklarını daha iyi anlıyorum.

İstifa duyurunuzda 12 Nisan’da da istifa ettiğinizi ama kabul edilmediğini belirtmiştiniz. 19 Temmuz’da ayrıldığınızda da bir sosyal medya kampanyası başlatılıp partiye dönmeniz için çok sayıda paylaşımlar ve Twitter yorumları yapıldı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Birimi yönettiğim 16 aylık süre boyunca düzenli olarak her ay faaliyet raporları çıkaracak şekilde tüm sürecimizi şeffaf yönettik, Genel Merkez Yönetim Kurulu'na her ay bu raporları sunduk. Bunun ardından 9 Mart 2021 tarihinde de yani parti kuruluşu üzerinden bir yıl geçtiğinde bir yıllık faaliyet raporumuzu ve karşılaşılan zorlukları içeren detaylı bir analiz hazırladık. Bunu da Genel Başkan’a bizzat sunarak çözümler bekledim. Fakat ilettiğim sorunların giderek daha da derinleştiğini gördüğüm için 12 Nisan’da sessizce istifamı verdim. İstifa mektubumda birçok sorunu ilerleyen hatlarıyla tekrar detaylıca belirtmiştim. Kabul edilmedi. Sonrasında yaşanan daha da artan dozdaki sorunların ardından 19 Temmuz’da bu sefer tüm resmi işlemleri tamamlayıp istifamı kendim açıkladım. Kararımın ardından arayan, mesaj atan ve partiye geri dönmem için sosyal medyada çalışma başlatanlar oldu. Bu vesileyle kendilerine ilgileri ve destekleri için çok teşekkür ediyorum. Beni onore ettiler ama ben hepsine tek tek dönüş yaparak net bir şekilde böyle bir düşüncem olmadığını ilettim. Bu şekilde duruma kayıtsız kalmayıp ilgi gösteren ve bana sevgi beslediğini ileten tüm teşkilat çalışma arkadaşlarımla parti vesilesiyle yolum kesiştiği için kendimi şanslı görüyorum. 

Bardağı dolduran konular belli oldu, bardağı taşıran ne oldu 19 Temmuz sürecinde?

Ben konulara bardağın dolu veya boş kısmından değil de en baştan bu yana inandığım değer ve ilkelere uygun olup olmaması yönünden bakıyorum. Ama son ve etkili bir olay da oldu tabi ki.

Türkiye’nin en büyük televizyon kanallarından birisindeki bir tartışma programı için birkaç defa canlı yayına katılmam yönünde davetin geldiğini ve bilgim dışında kendilerine “sahada olduğum söylenerek” katılımımın engellendiğini öğrenmem son süreçte kararımı çok kolaylaştırdı. Bu durumu ilgililere ileterek hemen istifa sürecini başlattım.

Haklıyken daha da mağdur edilmiştim. Açıkça yalan söylenen böyle bir ortamda da herhangi bir şekilde bulunmaya artık gerek yoktu. Sürekli yalan söyleyen dünyaları küçük kişilere ne anlatabilirsiniz? Küçük olsun benim olsun diyen kişiler hep bunlar. Küçük olursa, sizin olsa ne olacak ki? Bu tarz küçük konularda bile yalan söyleyenler için gerçekten üzgünüm, siyaseti çok yanlış anlamışlar.

Peki tüm bu olanları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Daha kolay anlaşılabilmesi için futbol üzerinden örnek vereyim. Biliyorsunuz futbolda sahanın iki bölümü vardır ve amaç karşı kaleye gol atmaktır. Sahanın ilk bölümünü yani kendi tarafınızı parti içi konular ve sorunlar, diğer bölümünü de vatandaşımızın konuları ve sorunları gibi düşünelim. 

Eğer bir parti vatandaşın konularının olduğu sahaya geçerek orada iyi ataklar yaparsa gol atar ve öne geçer. Eğer bu anlamda bir çözüm üretemiyorsa, giderek kendi sahasına kapanır. Zaman zaman da gol yer. Bazen topu kendi sahasında çevirirken kendi kalesine bile gol atabilir. 

Gelinen son nokta tamamen kendi kalesine gol atan bir sürece dönüşmüştü. Karşı kaleye gol atması gerekirken, sokağa bile çıkmayıp sadece Twitter üzerinde siyaset yapan ve kendi kalesine gol atan bu kişiler de belliydi. Sorunları söylediğimizde disipline bile gönderilmeyi bırakın açıkça korundular, hatta terfi ettirildiler. 

Süreç içerisinde durup değerlendirmeler yaptığımda hep belirli kişiler nedeniyle kuruluş iddiasından hızla uzaklaşıldığını görüyordum. Değiştirmek için de çok mücadele ettim ama işe yaramadı. Geldiğimiz noktada içeride ciddi mücadele vermiş, söylediği her şeyi net verilere dayandırmış ve bunların zamanla doğruluğu ortaya çıkmış bir kişi olarak, içim çok rahat. 

DEVA Partisi sizce siyasi yelpazenin neresine hitap ediyor?

Bana göre durum net ama bu soruyu partinin mevcut yöneticilerine sormak daha doğru olacaktır. Benim şu an bir şey söylemem pek doğru olmaz. Merkez bir parti olamadığını açıkça söyleyebilirim sadece. Parti kuruluşunda Genel Merkez organlarında yer alıp sonrasında ayrılan kişilerin geçmişlerine ve profillerine bakıldığında hangi siyasi görüşe sahip kişilerin ayrıldığı açıkça fark edilebilir. Parti konumlaması zamanla daha net görünecektir.

İstifanız ailenizde ve memleketiniz Mersin başta olmak üzere genelde nasıl karşılandı?

Eşim bana aldığım tüm kritik kararlarda her zaman destek oldu, güç verdi. Birçok konuya da zaten hâkim olduğu için verdiğim karara gelene kadarki süreci gayet iyi anladı, kendisine teşekkür ediyorum. Ailem ise harcadığım yoğun zaman ve verdiğim tüm emekler için biraz üzüldü bu durumda ama yaşadıklarımı tabi çok iyi bilmiyorlardı, görüşüp biraz anlatınca anladılar.  

Mersin’de ise hem iş dünyasından hem de vatandaşlardan bana ulaşan birçok kişi oldu, desteklerini belirten de vardı. Mersin’de de geri dönmem için imza toplayanlar ve genel merkeze kadar gidenler oldu. Türkiye’nin birçok yerinden istifamı kabul etmediklerini ileterek dönmemi talep eden teşkilat mensuplarımıza, dilim döndüğünce ve detaylara da çok girmeden durumu aktarmaya çalıştım. Fakat ben bir şey söylemedikçe gelinen noktada yapılan amaçlı yanlış bilgilendirmeler nedeniyle bir açıklama yapmam elzem oldu.

16 aylık bu aktif süreç altmıştan fazla ilimize ve o illerimizin ilçelerine gitmeme, birçok il ve ilçede çok değerli insanlar tanımama, güzel arkadaşlıklar edinmeme vesile oldu. Sık sık görüştüğüm çok yakın dostlarım oldu. O nedenle kendimi şanslı görüyorum.

Siyasete devam etmeyi düşünüyor musunuz?

Bunu tam da düşünemedim açıkçası. Bir partinin en üst kademesinde, parti öncesi süreçleri de katarsanız 2,5 yıl gibi ciddi süre inanarak yürüdüğüm bir yol var. Gördüğüm ve tamamen demokrat çizgide olan herkesin mutabık kaldığı amaçlı işler sonrası oluşan ve sık tekrarlanan hataları ve bunların çözüm yöntemlerini yüksek sesle dile getirdim. Dinlenmedi, çözmek istenmedi ve bu kişiler açıkça korundu. Hatta yukarıda da söylediğim gibi terfiler ettirildi. 

Ben ise kendi doğrularımı ve ilkelerimi tercih ettim. Çünkü siyasete kendime yer edinmek için girmedim. Öyle olsa istifa etmez, hiç ses çıkarmaz, göreve de rahatlıkla devam ederdim.

Yaşanan son olaylara ve nedenlerine detaylı bakıldığında önümüzdeki dönemi oldukça karışık ve farklı sonuçlara gebe olabilecek bir çizgide görüyorum. Yeni bir dünya düzeni kurulmakta ve bunun etkisiyle değişen hem yerel hem de global politik yaklaşımlar var. Gençler ise her ülkede daha aktif şekilde siyasete girmekte. Siyasete girmeyi tercih etmeyen ama izleyen gençlerin de umudu siyasetin yenilenmesi üzerine. Bunu bana ulaşan taleplerden de açıkça görebiliyorum.

Ben ise şu an 35 yaşındayım. Yaşadıklarım sonucu da ciddi deneyimler elde ettim. Söylendiği gibi Amerika’ya falan da yerleşmiyorum. Bundan sonrasında siyasete devam etmenin artılarını ve eksilerini değerlendirerek ona göre hareket edeceğim.

Popüler İçerikler

"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
YORUMLAR

"Deva" kelin ilacı olsa' ya geldik yine. Tümpartilerde prtam bu. iğrenç, yılış yılış, ve liyakattan uzak. Şu anda yapılabilecek en iyi şeyç 1ç beğenmiyorsan 2. ye oy ver. 3-4-5 6. partıye vercegın oylarla sonucu etkılemıyorsun. ve Demokrtık hakkın işe yaramıyor malesef. Çünkü Ortam bu durumda. Elbette Normali bu değil aslen.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ