Detayları Fark Ettiğiniz An Nasıl Yapıldığına Kesinlikle Anlam Veremeyeceğiniz Birbirinden İhtişamlı 13 Mimari Yapı

Maharetli bir el ve sınırsız bir hayal gücü cansız bir duvara ruh üfleyip onu muhteşem bir sanat eserine dönüştürebilir. Tek bir bakışta o duvarın yakarışlarını, isyanını, gözyaşlarını veya mutluluğunu hissedebilir ve sanatın varlığı için kutsal bildiğiniz her şeye teşekkür edersiniz. O ruhu üflemek herkesin harcı değil, ancak güzellikleri takdir etmesini bilen bir göz için şahitlik etmek yeter de artar bile…

Uzun zaman önce yapılan ve detaylarını fark ettiğiniz an nasıl yapıldığına bir türlü anlam veremeyeceğiniz birbirinden ihtişamlı 13 mimari harikayı sizler için derledik.

1. L'Hôtel de Ville, Fransa.

Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan bu ihtişamlı yapı, 1357 yılında inşa edildi. Ancak  Hôtel de Ville’e rönesans dokunuşları serpiştirenler Dominique de Cortone ve Pierre Chambiges adlı iki mimardı.

Dominique de Cortone ve Pierre Chambiges'in 1533 yılında başlayan çalışmaları 1628'e kadar devam etti.

Fransa - Prusya Savaşı sırasında hükümet birlikleri tarafından ateşe verilen bina 1873’te yeniden inşa edildi. Nasıl da muhteşem bir yer, öyle değil mi?

Duvarlardaki en küçük detay bile muazzam bir işçilik örneği...

2. St. Stephen Bazilikası, Macaristan.

Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de yer alan St. Stephen Bazilikası, şehrin en görkemli ve en eski yapılarından biri. Hristiyanlığı kabul eden ilk Macar Kralı Aziz Stephen'ın adını taşıyan bu yer, daha görür görmez sizi büyüsü altına alıyor.

Girişte sizi şöyle bir yazı karşılıyor: "Ego sum via veritas et vita"

Yani 'Yol, gerçek ve yaşam Ben'im.'

Bazilikanın inşasına 1851'de başlanmış ve tamamlanması tam 50 yıl sürmüş. St. Stephen başlı başına rönesans sanatının muhteşem bir örneği...

İnanılmaz işçiliği görebiliyorsunuz, değil mi?

Tabii, yapımı sırasında bazı talihsizlikler de yaşanmış.

Örneğin, kubbenin yapım aşamasında yapılan hata yüzünden bütün kubbe çökmüş ve duvarların büyük bir kısmı da hasara uğramış.

Mimar Miklós Ybl ve Josef Kauser'in ellerinde şekillenen bu muhteşem bazilika, mutlaka görülmesi gereken bir başyapıt...

3. Linderhof Sarayı, Almanya.

Kral II. Ludwig'in Versailles Sarayı'ndan esinlenerek 1869'da yaptırdığı şatafatlı bir 'sığınak' burası. Linderhof'un yapımı tam on yıl sürmüş, boyut olarak bir Versailles olamasa da görkemli hali Versailles'i aratmıyor doğrusu...

Saray, rokoko sanatının mükemmel bir örneği...

II. Ludwig'in masal kitaplarından fırlamış gibi duran sarayı size bambaşka bir deneyim yaşatıyor. Duvarlardaki süslemeler, şamdanlar, avizeler ve daha pek çok detayın içinde kaybolmamanız işten değil.

Muazzam bir yer, sizce de öyle değil mi?

4. Kışlık Saray, Rusya.

Rusya’nın St. Petersburg şehrinde yer alan ve 1732’den 1917’ye kadar Rus imparatorları ile onların ailelerine ev sahipliği yapan bu görkemli saray, Rus Devrimi sırasında Bolşevikler tarafından ele geçirildi.

I. Petro tarafından yaptırılan sarayın ihtişamı gerçekten göz alıcı...

Her bir köşesinde nasıl bir emek verildiğinin izleri yatıyor. Eğer Çarlık Rusyası'nın tarihine aşinaysanız, Romanov ailesi çocuklarının hüzünlü sesleri sarayın duvarlarından yansıyıp kulağınıza çalınabilir.

Günümüzde Kışlık Saray Ermitaj Müzesi'ne ev sahipliği yapıyor.

Yani bu büyüleyici atmosferi koklama şansınız var. Hatta detayları incelemek için sürekli yukarıya bakmaktan boynunuz tutulabilir.

5. St. Peter ve St. Paul Kilisesi, Litvanya.

St. Peter & St. Paul Kilisesi, dünya üzerinde görüp görebileceğiniz en ihtişamlı yapılardan biri. Dışarıdan bakıldığında sıradan bir kiliseden ne farkı var ki diye düşünebilirsiniz ama içerisi size bambaşka bir hikaye anlatıyor…

Beyaz ve altın renklerinin hakim olduğu bu muhteşem kilise, hayal dünyasından fırlamış gibi görünüyor. Şu haliyle bir kuğuya benzemiyor mu sizce de?

İlk olarak tahtadan inşa edilen kilisenin, 1386 yılında Polonya Kralı Jogalia’nın Hristiyanlığı kabul edişinin ardından yapıldığı tahmin ediliyor...

Ancak çıkan bir yangın sebebiyle kilise tahrip olmuş ve 1668 yılında şu anki halini alacak şekilde inşasına başlanmış.

Kilisenin duvarlarındaki süslemelerin ve yapılan diğer değişikliklerin bitmesi ise 1805 yılını bulmuş. Duvarlardaki süslemeler kolay kolay rastlanabileceğiniz türden süslemeler değil. Tavanda ve duvarlarda iki binden fazla dini hikâye tasvir edilmiş.

Kilisenin dört bir yanına işlenmiş azizler, azizeler, askerler ve melek figürleri adeta gerçek gibi...

Bu şahane atmosferi görüp de büyülenmemek elimizde değil doğrusu!

6. Palais Garnier, Fransa.

Palais Garnier nam-ı diğer Paris Opera Binası, Fransa’nın en ünlü tarihi yapılarından biri. Barok stilinin en bilinen örneklerinden olan bina, 1862 yılında inşa edilmeye başlanmış ve yapımı tam 13 yıl sürmüş.

Charles Garnier imzası taşıyan bu mimari harikası, İmparator III. Napolyon için tasarlanmış.

Palais Garnier, Opera de Bastille inşa edilene kadar şehrin ana opera binasıydı. Günümüzde, bazı önemli bale gösterileri burada sahneleniyor.

Palais Garnier, yalnızca büyüleyici dış görünüşüyle değil iç dizaynıyla da tam bir başyapıt...

Tavanlardaki resimler ve duvarlardaki süslemelerden gözlerinizi alamıyorsunuz. Binanın alt kısmında küçük bir gölet bile bulunuyor.

Gaston Leroux’un meşhur “Phantom of the Opera” yani Operadaki Hayalet’i de ilhamını bu ihtişamlı yerden almış.

Kısacası Palais Garnier yalnızca tarihi bir bina değil, görkemiyle insanın sanata olan aşkını kabartan bir ilham perisi aynı zamanda.

Paris’in en çok ziyaret edilen ve şehrin simgesi haline gelmiş yapılardan biri olan Palais Garnier’e yolunuz düşerse büyüleyiciliği hakkında az bile söylediğimizi anlayacaksınız…

Şu güzelliğe baksanıza!

7. Versailles (Versay) Sarayı,

Yalnızca Fransa’nın değil, dünyanın en görkemli ve en büyüleyici saraylarından biri olan Versay Sarayı'nın ilk binası 1661’de inşa edilmeye başlanmış ve zaman içerisinde çeşitli eklemeler ve değişikliklerle günümüzdeki halini almış.

O dönemlerde Fransa’nın politik güç merkezi olan sarayın yalnızca kendisi değil, bahçeleri de oldukça ünlü…

XIV. Louis zamanında yapılan binaların projeleri Louis La Vau ve Jules Hardouin-Mansart’a, sarayın iç dekorasyonu ise Charles le Brun’a ait.

Versay'ın meşhur bahçelerinde ise ünlü peyzaj mimarı Andre Le Notre’nin imzası var...

Saatlerce gezseniz bile asla yorulmayacağınız büyüleyici bir atmosferi var bu bahçelerin. Güzelliğinden gözlerinizin kamaşacağı kesin...

Versay Sarayı, aynı anda 20 bin kişiyi içine sığdırabilecek kapasiteye sahip. Bu özelliği ile Avrupa'nın en büyük sarayları arasında yer alıyor.

İçerisindeki süslemelerden, resimlerden ve sanat eserlerinden bahsetmemize gerek bile yok herhalde. Tek bakışta mükemmelliği gözünüze çarpıyor zaten.

Saray şu an müzeye çevrilmiş durumda...

İçeride rehber olmadan gezebileceğiniz birkaç yer mevcut. Bunlardan biri de 'Aynalı Salon'. Bunun dışında sarayda gezebilmeniz için bir rehbere ihtiyacınız var.

Versay'ın inşası sırasında yaklaşık 30 bin işçi görev almış.

Ee bahçesinde bile bisiklet kiralayarak gezebildiğiniz bir saray için şaşırtıcı bir bilgi olmasa gerek...

8. Chiesa del Gesù, İtalya.

Chiesa del Gesù ya da bilinen adıyla Il Gesù Kilisesi, Roma'daki en ünlü kiliselerden biri. Ünlü mimar Giacomo da Vignola’nın imzasını taşıyan bu kilisenin inşasına 1568 yılında başlanmış.

Giacomo de Vignola'nın ölümünün ardından cephenin tasarımını yapma işini Vignola'nın öğrencisi Giacomo della Porta üstlenmiş.

Bu kilise aynı zamanda Il Gesù İsa Cemaati’nin yani Cizvitler'in ana kilisesi olma özelliğini taşıyor. Ayrıca barok mimarisinin de önemli başyapıtlarından biri...

Başlarda kilisenin oldukça yalın olan iç tasarımı, daha sonra yapılan eklemeler ile birlikte bugünkü halini almış.

1672 - 1685 yılları arasında Baciccia adıyla da bilinen sanatçı Giovanni Battista Gaulli'nin 'İsa'nın Şanı' adlı freski bunlardan bir tanesi...

Fazla söze gerek yok, gördüğünüz gibi Il Gesù Kilisesi tek kelime bile etmeden sizi etkisi altına alıveriyor zaten...

9. Madrid Kraliyet Sarayı, İspanya.

İnşasına 1735 yılında başlanan Madrid Kraliyet Sarayı, İspanya Kraliyet Ailesi'nin Madrid'de bulunan ikametgâhı...

Madrid Kraliyet Sarayı, klasik mimari ile barok stilinin mükemmel bir karışımı...

İspanya Kralı V. Felipe tarafından inşa edilmesi emredilen bu görkemli saray, yalnızca mimarisi ile değil eşsiz iç dekorasyonuyla da göze çarpıyor.

Sarayın iç dekorasyonunda III. ve IV. Carlos'un büyük katkıları olduğunu söyleyebiliriz. İhtişamlı yapısıyla Kraliyet Sarayı, Madrid'de gezilecek yerler listesinde ilk sırada geliyor.

Eğer Kraliyet Sarayı'nı gezme şansı bulursanız, sarayın en büyüleyici noktaları olan Porselen Salon, Taht Salonu ve Gasparini Salonu'na mutlaka bir göz atmalısınız.

Saray şu an yalnızca devlet törenleri için kullanılıyor.

Kraliyet ailesi, büyük ve gösterişli Madrid Kraliyet Sarayı yerine daha mütevazı bir saray olan Zarzuela Sarayı'nı tercih ediyor. İçerisinde kaybolma riskinin daha az olacağı bir ikametgâh seçmeleri normal tabii...

İnsan böyle bir masal diyarından nasıl ayrılabilir ki? Saatlerce gezip dolaşsak bile kesinlikle sıkılmayız...

10. Nymphenburg Sarayı, Almanya.

Wittelsbach Hanedanı'nın yazlık sarayı olarak kullanılmış olan Nymphenburg Sarayı, Ferdinand Maria’nın eşine doğum hediyesi olarak inşa edilmiş. Uzun bir süre dünyaya bir veliaht prensin gelmesini bekleyen kralın arzusu 1662 yılında gerçekleşince ortaya bu muhteşem saray çıkmış.

Sarayın inşasına 1664 yılında başlanmış. Bu güzelliği çizimden gerçeğe dönüştüren ise İtalyan mimar Agostino Barelli...

Sarayın bugünkü haline gelmesini sağlayanlar ise Joseph Effner ve Dominique Girard olmuş. İkili 1715 yılında bahçelerle birlikte sarayı tekrar elden geçirmiş ve saray bugünkü halini almış.

Bir Versay Sarayı kadar görkemli olmasa da insana huzur veren bir eşsizliği var Nymphenburg Sarayı'nın.

Şu manzaraya bakıp da büyülenmemek elde değil...

11. St. Nicholas Kilisesi, Çek Cumhuriyeti.

Prag'ın en bilinen tarihi mekânlarından biri olan St. Nicholas Kilisesi'nin geçmişi 11. yüzyıla kadar dayanıyor. Temelleri taa o dönemlerde atılan kilisenin şu anki haline gelmesi ise 1755 yılını bulmuş. Gerçekten inanılmaz...

Lesser Town'da yer alan kilise duvar resimleri, heykelleri ve eşsiz mimarisiyle şehrin en çok ziyaret edilen duraklarından biri...

Mozart'ın bile buraya yolu düşmüş ve kendisi bu ihtişamlı kilisede piyano çalmış. Yani St. Nicholas Kilisesi'nin meşhur olduğunu söylerken abartmıyoruz!

St. Nicholas Kilisesi, barok mimarisinin en başarılı örneklerinden...

Kilise şu an dini törenler için kullanılmaya devam ederken bir yandan da her yıl 200'ün üzerinde konsere ev sahipliği yapıyor. Bunda giriş ücretlerinin diğer tarihi yapılara nazaran daha düşük olmasının da payı var.

Ayrıca kim olsa böyle bir atmosferin içine girmek ister...

Siz olsanız, burada verilen bir konsere katılmak istemez miydiniz?

12. Erawan Müzesi, Tayland.

Şu ana kadar saydığımız yapıların içerisinde en genç olanı Erawan Müzesi. Diğerlerinin yanında bebek sayılabilecek bir yaşta çünkü kendisi; yalnızca 18 yıllık...

Taylandlı bir iş adamı olan Lek Viriyapant'ın kişisel koleksiyonunu sergilemek için tasarladığı ve projesini bizzat çizdiği yapı daha girer girmez sizi etkisi altına alıyor.

Yukarıda gördüğünüz fil heykeli, binanın muhteşemliğini vurgular nitelikte. Ve inanır mısınız, tam 250 ton ağırlığında! Zaten binaya adını veren de Hint mitolojisinin Savaş Tanrısı Indra'nın bindiği bu fil...

Taylandlıların evren inancını simgeleyen üç katlı bu binanın giriş katı sualtı dünyasını, ikinci katı evrenin merkezini üçüncü katı ise cenneti temsil ediyor.

Müzenin içerisinde yine bu tarz göndermelere sıklıkla rastlıyorsunuz.

Diğerlerinden yeni olmasına rağmen büyüleyicilik konusunda aşağı kalır bir yanı yok Erawan Müzesi'nin...

Sizce de öyle değil mi?

13. St. Mary Bazilikası, Polonya.

Polonya'nın en eski ve en büyük üç şehrinden biri olan Krakow'daki St. Mary Bazilikası ile listemizi sonlandıralım. Şu fotoğrafta da gördüğünüz gibi final yapmak için ideal bir yer çünkü kendisi...

Temelleri 13. yüzyılda atılan ve inşası 14. yüzyıla kadar süren bu bazilikanın yapımında tuğla kullanılmış...

Polonya'nın en bilinen mekânlarından biri olan St. Mary Bazilikası, adını Hristiyanlığın en önemli simgelerinden biri olan Hz. Meryem'den alıyor. İki kulesi bulunan yapının her bir köşesinin ayrı bir hikâyesi var...

Olur da yolunuz bir gün Polonya'ya düşerse mutlaka St. Mary Bazilikası'nı ziyaret etmenizi ve bu büyüleyici güzelliği yerinde yaşamanızı tavsiye ederiz!

Bonus: Ocaklı Ada Kalesi, Türkiye... 😔

Popüler İçerikler

Icardi'nin A Milli Takım Forması Giymesi İçin CİMER'e Başvuruda Bulunuldu!
Demet Akalın 'Laiklik' Açıklamasıyla Gündem Olan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'e Ateş Püskürdü!
Ayliz Duman Çok Sade Kaldı: Miss Universe 2024'te Gelmiş Geçmiş En Çarpıcı Ulusal Kostümler Giyildi!
YORUMLAR
06.11.2018

En sona Türkiye ile alakalı özellikle İstanbulda çok fazla olan dünyaca ünlü mimarilerimizden bir tane koymuşsunuzdur diye umut ettim ama yine ülkeyi küçümseyen saçma bir espri hoş değil

06.11.2018

Bizde hiçbir camide böyle bir şaşaa yoktur. Ondan koymamış.

06.11.2018

Hepsi gerçekten büyüleyici ama brnce bu galeri hristiyan mimarisiyle ilgili hazırlanmış bir galerinin alıntılanışı. Uzak doğu ve islam nimarisinde de yüzlerce görkemli saray ve ibadethane var, böyle geniş bir başlığın altında onlarda olmalıydı.

07.11.2018

nedir bu simdi en son resim ne bonusu bu ne. sizin kendi ulkeniz deki guzel mimariler den haberiniz yok galiba . nasil bir kucumsemedir. bizim camilerimizi saraylarimizi gezin isterseniz mimarisi ile bunlara on basar.

07.11.2018

Bu tiplere laf anlatılmaz güzelliğin göreceli olduğunu yok sayıp kimi insanı ferahlatan kimi insanı ise boğan yapıları yani kendi beğenisini paylaştıktan sonra bok atmak için bizim sünger bob kalesini paylaşmış arada da bazı zavallılar her konuda olduğu gibi mimari eserlerin paylaşıldığı yazıların altına siyaset yapmış bknz: Melih Uğur Oktar ahmağı gibi mesela kendi aslını yeren bir zavallı anıtkabir tek başına yeter bunlara diğerlerini saymıyorum

TÜM YORUMLARI OKU (20)