5. yüzyılda Bizans İmparatoru Zeno, Aziz'in mezarının bulunduğu yere bir kilise inşa ettirdi ve adını da St. Barnabas Kilisesi koydu. Tarihsel açıdan büyük öneme sahip kilise yüzyıllardır ziyaret edilen dini bir simge.
'St. Barnabas'a silahlı baskın. Maskeli ve silahlı kişiler ikon müzesindeki üç nöbetçiyi saf dışı edip bir odaya kilitledi. Trilyonlarca liralık ikonaların korunduğu tarihi müzeden nelerin çalındığı bilinmiyor. İkon müzesi dışında bulunan St. Barnabas'ın mezarı kazıldı. Bu sabahın erken saatlerinde kadar hiçbir resmi makam açıklama yapmadı.'
O dönemin KKTC Başbakanı Hakkı Atun, olay gerçekleştikten günler sonra bu olayın bir askeri operasyon olduğunu söyleyince halkın ve basının şüpheleri iyice büyür.
Adalı yazısında şöyle aktarır:
'Silahlı baskın olayı 14 Mart 1996 Perşembe günü gece saat 19:00'dan saat 23:00'e kadar tam dört saat sürmüştür. Kilit altında tutulan bekçiler saat 23:00'te serbest bırakılmışlardır. Üç bekçiden birinin sağlık durumunun kötü olduğu bildirilmektedir.'
Soygun sırasında kullanılan bu toroslardan birinin Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın KKTC'deki uzantısı olan Sivil Savunma Teşkilatı'na ait olup olmadığını da sorar Adalı. Sonradan AİHM davasında bu itiraf edilecektir.
Adalı'nın asıl sorusu bu soygunun planı hakkında da düşüncelere yol açar:
'Polisin ada çapında operasyon yaptığı bir gecede adeta bir orduyu anımsatan modern silahlı 15 kişi nasıl elini kolunu sallayarak müzeye girip çıktı?'
Üzerinden günler geçmesine rağmen yapılan açıklamalar öylesine azdır ki Kıbrıs'ta bir efsane bile üretilmiştir bu olayla ilgili. Yine Adalı'dan aktarıyoruz:
'20 Temmuz 1974 Harekatı'nda bir binbaşı Rumların evinden, kilisesinden, bankasından, kuyumcusundan ganimet olarak toplanan altın, gümüş, elmas, pırlanta gibi mücevherleri St. Barnabas'ın mezarının olduğu mağaraya gömdürmüş. Savaş bitince gelip almayı amaçlamış. Bu arada generalliğe yükselip emekli olmuş. Aradan 21 yıl geçtikten sonra Kıbrıs'ta bulunan güvendiği kişilere durumu anlatmış ve bu silahlı baskın operasyonunu gerçekleştirmişler. Mücevherleri alıp aynı gece uçakla Türkiye'ye kaçmışlar.'
Bu olaya olan tepkisini sürdüren neredeyse tek kişi Adalı'ydı ve kimliği belirsiz kişiler onu hedef almaya başlar. Evi takip edilir, köpeği öldürülür, sürekli tehdit telefonları alır.
Ve 6 Temmuz'da, Lefkoşa'da evine giderken bir anda sokağındaki lambalar söndürülür. Şehir aydınlandığında Adalı'nın sol şakağından vurularak infaz edildiği anlaşılır.
Enis Berberoğlu, köşe yazısında 'o dönem Türkiye'de sadece Emniyet Özel Harekât Dairesi Başkanlığı'nda kullanıldığını bilir' der ve bu bilginin teyit ettirildiğini de ekler.
31 Mart 2005'te gerçekleşen davada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Kutlu Adalı ve Türkiye arasındaki davada Türkiye'yi mahkum eder. Manevi tazminat olarak İlkay Adalı'ya 20 bin, mahkeme masrafları için ise 75 bin euro ceza kesildi.
İddiaya göre bahsi geçen silah, 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta gerçekleşen kazaya karışan otomobilin bagajında bulundu. Bu sadece bir teori. Olayla ilgili mafya bağlantıları da o yıldan beri tartışılıyor...
Peki, siz soygun ve sonrasında gelişen bu olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu duzen nasi bi duzendir ya,devlet icinde mafyacilik ustu kapatilan cinayetler.. bizim ulkemize has degil biliyorum bu yuzden insanlarin olmadigi bi yerde sadece sevdiklerimle yasamak istiyorum..
Olay 90lardan beri devleti, basbakanindan tut özel harekat polisine kadar ele gecirmis mafya yapilara iseret ediyor.
Biz kibrislilar yillardir her pisliğin altindan çıkan türkiye mevzusunu konuştuğumuzda rum piçi damgası yedik.