Delilik Derecesinde Zeki Olan Fakat Çoğumuzun Tanımadığı Türk Bilim İnsanı: Uluğ Bey

O, dört bir yanı korkutan başbuğ Timur'un torunu, Mirza Şahruh'un oğlu ve yaşadığı yüzyılın en mühim alimiydi. Fakat onun ilmi, bütün doğuyu titreten dedesi Timur'un meziyetlerini bile aştı.

Doğumu hayırlara vesile oldu.

Esas adı Muhammed Taragay idi. 22 Mart 1394'te dünyaya geldiğinde, dedesi Timur büyük bir seferdeydi. Timur torunu olduğunu haber alınca çok mutlu oldu. O kızgın ve sert başbuğ, yerini nurlar saçan birisine bırakmıştı. Aldığı esirleri öldürmeyerek bağışladı. Böylece Muhammed Taragay, doğumuyla birçok insanın hayatını kurtarmış oldu.

Dedesinin himayesinde büyüdü.

Timur seferlerine yakınındaki herkesle birlikte çıkardı. Hanımlarını, gelinlerini dahi tahtırevanda beraberinde peşine takardı. İşte Uluğ Bey'de böyle bir sefer sırasında doğmuştu. Timur bu torununu çok seviyordu. Saraydakiler Timur'un bu torununa Muhammed Uluğ Bey demeye başladılar. Uzun yıllar geçtikçe lakabı adının önüne geçti ve zamanla ismini unutur oldular. Fakat Uluğ Bey adı hiçbir zaman unutulmadı.

Doğduktan kısa bir süre sonra yetiştirilmesi için Timur'un hanımı Saray Mülk'e verildi. Adet böyleydi, doğan çocuğu annesi ve babası yetiştirmez, yakın bir aile büyüğüne verilirlerdi. İşte bu sebeple Uluğ Bey babası ve annesini çok göremedi. Annesi Gevherşad hatun da onu çocuğu gibi hissetmiyordu.

(Bu gelenek halen sürdürülmektedir. Günümüzde de o coğrafyada doğan çocuklar bakımları için dedesi ve anneannesinin yanına verilmektedirler.)

Dedesini rol model alıyordu.

Uluğ Bey, dedesinin çadırında elçilerin kabul edilmesinde bulunuyordu. Timur kurduğu teşkilat sayesinde ülkenin her yerinden haberdar oluyordu. Timur'a haber getirenler huzura çıkınca onun yanında torunu Uluğ Bey'i de görüyorlardı. Timur torunundan hiçbir şeyi gizlemiyordu. Bizzat devlet işlerini öğrenmesini istiyordu. Fakat Uluğ Bey siyasetten çok, dedesinin kültürel faaliyetlerine hayran kalıyordu. Dedesi Timur okuma-yazma bilmediği için,  emrinde bulundurduğu birtakım alimlere merak ettiği kitapları anlattırırdı. İşte esasen bu toplantılar, Uluğ Bey'in dikkatini çekiyordu.

1402 Ankara Savaşı

Timur 1402'de Osmanlı'ya büyük bir darbe vurarak Yıldırım Bayezid'i esir aldı. Tabi ki Uluğ Bey Timur'un tek torunu değildi. Bu büyük zafer sonrasında 1403'te Timur'un çok sevdiği torunlarından Muhammed Sultan vefat etti. Bu Timur için büyük bir darbeydi. Torununu çok sevmesinin yanında, hem de onu kendi tahtına varis olarak düşünüyordu. Bu yüzden iki kat daha dertli, daha fazla üzüntülüydü. Çok sevdiği oğullarından Cihangir de vefat etmişti. Mirinşah ise attan düştüğü için kafasını vurup adli dengesini yitirmişti. Geriye bir tek Uluğ Bey'in babası Şahruh kalıyordu. Onun Timur gibi devlet adamı olacak bir yeteneği yoktu, daha çok dinle ilgilenen, Timur'a nispeten alim birisiydi.

Torunları çoktu fakat hepsi küçük yaşta idiler. Timur geride bırakacağı imparatorluğa varis ararken ömrünün sonuna da yaklaşmıştı. Yıldırım Bayezid'in ölümüne de üzülmüştü. Bütün bu dertlerinin yanında kendini içkiye vermişti. Aşırı derecede şarap içiyor, düzensiz besleniyordu.  Bunlara karşılık yorucu seferlerden de geri durmuyordu. O, atının üstüne binince bütün kusurları örtülür tam bir başbuğ olarak çevresine korku salardı. Yine uzun bir sefer sırasında kara kışın ortasında rahatsızlandı. Tabipler ne yaptılarsa derman olamadılar. Timur ömrünün sonuna geldiğini anlamıştı. Allah'a tövbe ederek bütün günahlarının bağışlanmasını diledi ve 1405 yılının karlar altındaki bir şubat ayında torunu Pir Muhammed'i tahta vasiyet ederek bu dünyaya veda etti.

Taht Mücadelesi

Timur ardında büyük bir imparatorluk bırakmıştı. Tahta torununu vasiyet ettiyse de diğer akrabaları buna sorgusuz, sualsiz boyun eğecek değildi. Uluğ Bey'in babası Şahruh, Timur'un küçük torunları Pir Muhammed ve Halil Sultan'a karşı 4 sene boyunca mücadele etti. Nihayet 1409'da Semerkand'ı ele geçirerek hükümdarlığını ilan etti. Mirza Şahruh, Herat'ı seviyordu ve orada yaşamayı seçti. Semerkand, oğlu Uluğ Bey'in emrine verildi.

Resmiyette böyle görünse de aslında Uluğ Bey, küçük yaşta olduğu için Şah Melik'in himayesi altında bırakıldı. Her şey için ondan izin alması gerekiyordu. Ava çıkarken bile Şah Melik'in müsaadesini almalıydı. Bu sebeple resmen saraya mahkum edilen Uluğ Bey bu düzenden çok rahatsızdı. Çok geçmeden Şeyh Nureddin adlı bir bey isyan etti ve Semerkand'ın kapılarına kadar dayandı. Şah Melik bu adamla mücadele edemeyince Şahruh'tan yardım istedi. Şahrun'un ilk gelişinde Şeyh Nureddin kaçarak dağa çekildi. Şahruh, Herat'a geri döndükten sonra Şeyh Nureddin tekrar Semerkand yakınlarında bir kaleyi zapt etti. Şahrun yine desteğe gelmişti fakat bu sefer şehrin içine girmedi. Şehrin dışında, babası Timur'un da eskiden konakladığı bir tepeye otağını kurdu. Şah Melik ise bir hainlikle Şeyh Nureddin'i öldürtmüştü. Onun başını Şahruh'un ayaklarının önüne attığında, Şahruh bu hainlikten hoşnut değildi. Şah Melik'i Harezm yöneticisi yaptı. Semerkand idaresini ise tamamen oğluna bıraktı. Artık Semerkand Uluğ Bey'in olmuştu.

Uluğ Bey Maveraünnehr'in Hükümdarı Oluyor

Uluğ Bey artık birisinin emrinde olmadığı için çok sevinçliydi. Herat'a geri dönmeden evvel babasına, güzel bir şölen tertipledi. Uluğ Bey ilk iş olarak şehri iskan ve inşa etmeye başladı. Babasının düzenlediği seferlerle pek ilgilenmiyordu, çoğuna bizzat katılmıyor sadece asker gönderiyordu. Belki de askeri başarıları tek başına kazanmak istiyordu. İlk seferini 1414'te Fergana'da sorun çıkartan Ahmet adlı birine karşı yaptı. Fakat Ahmet elinden kaçıp gitti. Babası ise kendinden habersiz askeri seferlere çıkmasına kızıyordu. 1416'da Uluğ Bey,  Özbeklere karşı yaptığı seferde de başarılı olamayınca babası yine ona kızdı.

Uluğ Bey hiçbir zaman dedesi Timur gibi büyük bir başbuğ olamadı. O bilime, sanata ve avcılığa meraklıydı. Özellikle av için özel kuşlar yetiştirir onların adlarını ve cinslerini bir deftere yazardı. Derler ki bir gün bu defterini kaybetmiş. Fakat bütün kuşların adları kuvvetli hafızasında imiş. Hepsini birbir yazdırmış ve sonradan defter bulununca bunları karşılaştırmışlar. Aralarında bir eksiklik yokmuş.

Uluğ Bey ve Bilim

Uluğ Bey alimlerin yetişmesi için iki adet medrese yaptırdı. Aynı zamanda yıldızlara çok meraklıydı. Belki de bu merakı, dedesi zamanında hep dinlediği saraylardaki müneccimlerden geliyordu. Bunun için bir de rasathane yaptırdı.

 Fakat Uluğ Bey'in bu yenilikleri her kesim tarafından sevilmiyordu. Aşırı dindar tarikatlar, Allah'ın dünyayı her şeyi planlayarak yarattığını ve düzenin bozulmaması gerektiğini, savunuyorlar ve icatlara karşı çıkıyorlardı. Onlara göre icatlar ve yenilikler Allah'ın kurduğu düzeni bozuyordu. Esasında bu tip görüşler her zaman vardı. Fakat Timur zamanında ondan çok korktukları için tepkilerini gösteremiyorlardı. Şayet Timur bir şeye kızdığı vakit hiç kimseyi dinlemez, onu hiç kimse durduramazdı ve o kadar çok kan akardı ki aldığı kellelerden kuleler yaptırırdı.

Uluğ Bey yenilikçi ve aydın bir insan olduğunu her yönüyle belli ediyordu.

 Nitekim yaptırdığı medresenin kapısına ağır üsluplu ayetler ve övgü sözleri yazdırmak yerine ''İlim tahsil etmek her Müslümana farzdır''  hadisini yazdırdı.

Uluğ Bey yaşlanıyor

Uluğ Bey, rasathanesini yaptırırken inşaatı denetlemesi için iki hocası, Kadızade Rumi ve Gıyasettin Cemşid'i görevlendirmişti. İkisi de rasathanenin bitişini göremediler. Önce Kadızade, ondan bir kaç hafta sonra da Gıyasettin Cemşid vefat etti.

Böylece Uluğ Bey, çok önemli iki hocasını kaybetmişti. Artık yanında sadece Ali Kuşçu kalmıştı. Uluğ Bey bilgilerini Ali Kuşçu ve Kadızade'nin torunu Muhammed'e aktarmak istiyordu. İkisi de gerçekten çok iyi yetişiyorlardı. Özellikle Ali Kuşçu, rasathanede Uluğ Bey'den bile daha başarılı gözlemler yapıyordu.

Yıldızlar Kitabı

Uluğ Bey yıldızları gözlemlemekle kalmadı, bunları Yıldızlar Kitabı adlı bir eserde topladı. Eserinde Arapça harflerle oluşturulmuş karmaşık tablolar bulunuyordu. O dönemde harfler yerine rakamlar kullanılıyordu ve bu harfler 1018 adet yıldızın koordinatlarını belirtiyordu.

Bu arada Uluğ Bey'in oğlu Abdüllatif de büyümüştü. Uluğ Bey töre gereği oğlunu, kendi anne-babasının yanına, Herat'a yollamıştı. Bu sebeple Abdüllatif, Şahruh ve Gevherşad hatunun yanında yetişmişti. Abdüllatif babasının aksine, dedesi gibi dindar ve bilimle pek alakadar olmayan birisi olarak ortaya çıkmıştı. Aynı zamanda Abdüllatif'i babasına karşı kışkırtıyorlardı, Uluğ Bey'in onu öldürteceğini söylüyorlardı.

Hanedanlıkta karışıklıklar

1447 yılında Mirza Şahruh vefat etti. Ardında tahta varis bırakmamıştı. Aslında kendisi de böyle karışık bir ortam sonucu başa geçmişti. Uluğ Bey, babasını Semerkant'a, dedesi ve amcasının yattığı mezara defnetmek istedi. Gevherşad hatun ise buna izin vermedi, Mirza Şahruh Herat'a defnedildi.

Şahruh'un yerine kim geçecekti ? Gevherşad hatun kendi torunu Alaüddevle'yi düşünüyordu. Uluğ Bey, oğlu ile birlikte Alaüddevle ve Gevherşad'ı etkisiz hale getirdi. Fakat bir sorun daha vardı, Abdüllatif böylece çok güçlenmişti ve babasına karşı gelebilirdi.

Uluğ Bey'in akıbeti

Abdüllatif, Herat'ın hakimiyetini almıştı fakat tamamen babasına bağlı hareket etmek zorundaydı. Abdüllatif hükümdarlığın nasıl bir şey olduğunu öğrenmişti ve tahta geçmek istiyordu. Bu sebeple babasına karşı savaş açtı. Baba-oğul savaşa dursun, düşmanlar da yerinde durmuyordu. Özbekler, başkent Semerkant'a saldırdı. Artık ülke tamamen bir karışıklık içerisine girmişti. 

Uluğ Bey, başkenti mi koruyacağını yoksa oğlu ile mi savaşacağını şaşırmıştı. Abdüllatif babasını Dımaşk adı verilen köyün yakınlarında yenilgiye uğrattı.

Uluğ Bey, kaçmayı başarmıştı fakat artık Semerkant'a giremezdi. Oğluna teslim olmaya karar verdi, nede olsa Abdüllatif babasını öldürmezdi. 

Uluğ Bey teslim olduğunda Abdüllatif babasına ne istediğini sordu. Uluğ Bey artık ömrünün sonuna yaklaştığı için Mekke'ye gidip günahlarından arınmak istediğini belirtti. Bu isteği Abdüllatif tarafından kabul edildi.

Ertesi gün Uluğ Bey yolu çıkmıştı. Abdüllatif'in huzuruna Abbas adlı birisini çıkarttılar. Abbas,Uluğ Bey'in babasını haksız yere öldürttüğünü söylüyordu.

Abbas'a fetva verilerek Uluğ Bey'in kanı helal kılındı. Abbas, Uluğ Bey'in peşine düşerek onu yolda yakaladı ve kafasını kesti.

Uluğ Bey'den sonra Maveraünnehr ve Semerkand

Uluğ Bey öldürüldükten sonra Abdüllatif, babasının ne kadar taraftarı varsa hepsini öldürttü. Böylece babasını tarihten tamamen sildiğini ve kendisinin rahatça hüküm süreceğini zannediyordu.

Abdüllatif'in bu kadar zorlukla kazandığı hükümdarlığı 1 sene bile sürmedi. 1450 yılında, babasını sevenlerden bir takım kimseler tarafından suikasta uğradı. Abdüllatif'in suikast sırasında ''Allah,ok teydi'' diye bağırdığı, kaynaklarda yazılıdır.

Sonrasında Uluğ Bey'in iyi akrabalarından olan Abdullah tahta geçti ve Timur'un yattığı türbede Uluğ Bey'e bir mezar yaptırdı.

Kaynaklar

Şerifüddin Ali Yezdi, Zafername, Selenge Yayınları, İstanbul 2013

Tacü's-Selmani, Tarihname, TTK, Ankara 1999

Mehmed Neşri, Kitab-ı Cihan-nüma, TTK, Ankara 2014

Araştırmalar

Gleb Golubev ,Uluğ Bey, TTK, Ankara 2011

İsmail Aka, Timur ve Devleti, TTK, Ankara 2013

Popüler İçerikler

Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?
A Millî Takım'ın UEFA Uluslar Ligi'ndeki Play-Off Turu Rakibi Belli Oldu: Macaristan