Oleg Mitasov, ekonomi alanında doktorasını yapmaktaydı. Doktora tezini juri karşısında savunacağı gün oldukça ilginç şeyler oldu.
Elinde tezi ile birlikte tramvaya bindi ve Ukrayna'nın Kharkov kentinde bulunan üniversiteye doğru yola koyuldu. Üniversiteye vardığında ise, doktora tezinin yanında olmadığını farketti.
Tezini tramvayda unuttuğunu farkettiğinde, artık çok geçti. Bu dakikadan sonra doktora tezini bulup jurinin karşısına çıkmanın ve 'doktor' ünvanına kavuşmanın hiçbir yolu yoktu.
Söylenene göre, işte tam da bu sırada Oleg bir tür akıl tutulmasına yakalandı ve Kharkov'da bulunan evini birbirinden ilginç yazılarla doldurduğu sıradışı bir sürece girdi.
1980'li yıllarda, Kharkov'da bulunan 7 odalı bir komünist apartmanında yaşıyordu. İçinde tarif edilemez bir yazma arzusu ortaya çıkmıştı. Aklını kaçırmamak için kendisine bir not defteri aldı ve yazmaya başladı.
Bu not defterinde bulunan her sayfanın her köşesini yazılarla doldurduktan sonra, oturma odasının duvarlarına yazılar yazmaya başladı ve odanın tavanını bile yazılarla doldurdu.
Zihninde her yeri kağıt olarak görüyordu ve her yere yazılar yazıyordu. Bu hayali kağıtlardan bir diğeri de apartmanın mutfağıydı; tüm malzemelerin ve duvarların üzeri yazılarla dolu, sözcüklerden oluşan bir mutfak...
Fakat Oleg'in yazma arzusu hiçbir şekilde kesintiye uğramıyordu; binanın giriş kısmına ve hatta evine çıkan merdivenlere bile çıldırmışcasına yazılar yazdı. Burada da durmayan bu çılgın adam, komşularının duvarlarlarına da zihninden geçen sıradışı düşünceleri yazdı.
Yazılarını yazarken birbirinden farklı renkte boyalar kullanıyordu. Yazılarının içeriğinde bir tutarlılık yoktu; aklından geçen, bilinç akışına düşen her cümleyi ve sözcüğü bulduğu ilk yere yazıyordu.
'Ne zaman geleceği belli olmayan ve birden onu ele geçiren aydınlanma anlarında, derhal elleriyle bir şeyler yapmaya başlıyordu. Böylece elleri ile düşünebilecek, zihnini düşüncelerde kaybetmekten kurtulacaktı. Aklını kaçırmasının önüne geçen tek şey, elleriyle zihninden geçenleri dışa aktarabilmesiydi. Akıl tutulmasına yakalandığı ve gerçekten güzel çizimler yaptığı için, çevredeki insanlar onu Modern Van Gogh olarak çağırmaya başladılar.'
Oleg'in son dönem yazıları, ilk dönem yazılarına göre çok daha depresif ve melankolik bir havaya sahipti. Beyninde zamanla gelişen degradasyon nedeniyle, son dönem yazılarında yazım hataları da gözlemlenmekteydi.
Yazılarında dile getirdiği şeylerin dışında, Oleg Mitasov'un hayatına dair çok az şey bilinmekte. 1953 yılında Çekoslovakya'da doğan bu sıradışı insan, maden işçisi bir babanın ve Sovyet Elçiliği'nde doktor olarak çalışan bir annenin çocuğuydu. Ailesi sık sık sorguya çekiliyor, kapitalist burjuva ajanları ile iletişim kurmakla ve komünizme ihanet etmekle suçlanıyordu.
'Polis ailenin peşine düşmüştü ve sonunda onlara ulaşıp, Mitasov'da dahil olmak üzere tüm aileyi tutuklamıştı. Çok fazla stres altında kalan Oleg, polisle mücadele etmiş ve onlardan kurtulmak için fiziksel olarak onlara karşı koymuştu.'
Yaşamının ilerleyen yıllarında Oleg'e şizofreni teşhisi konuldu. 1999 yılına gelindiğinde, 46 yaşında olan Oleg yaşamını sürdürdüğü psikiyatri kliniğinde tüberküloza yakalanarak hayata gözlerini yumdu.
Oleg'in hayatı tam anlamıyla bir gizemler bulmacası. Ondan geriye neredeyse hiçbir şey kalmadı. Apartmanında bulduğu her köşeye yazdığı yazılar da zamana yenik düştü. Ailesi evi düzene soktu, duvarları boyadı ve sattı. Geriye yalnızca üzeri yazılarla dolu birkaç duvar ve piano kaldı...
Zamana yenik düşen bu 'deliliğin evi'nde, bugün bir ofis bulunmakta. Fakat evin dışında, Oleg'i varlığını insanlara hatırlatan birkaç duvar hala duruyor.
Oleg'in yazılarıyla dolu duvarların ne kadar süreyle orada kalacağı belli değil; yağışlar ve grafiti yapan insanlar nedeniyle, Oleg'in yazıları her geçen gün biraz daha silinmekte ve bu çılgın adamın varlığını daha da mitik bir seviyeye ulaştırmakta...