Sintra gezdikçe derinleşen ve insanı içine çeken garip bir şehir. İlk adım attığınızda yeşillikler içinde herhangi bir Avrupa şehri yanılgısına düşebilirsiniz, düşmeyin, ilk girdiğiniz yapıda bu fikriniz değişecek.
Palacio da Pena o kadar yüksektedir ki havanın açık olduğu bir günde Lizbon'dan gayet net bir şekilde görülebilir.
Palacio de Pena eski bir manastırın kalıntıları üzerine inşa edilmiş. Ortaçağ'da bu tepenin üzerinde küçük bir şapel varken 1493 yılında Kral II. John eşi Kraliçe Leonor'a verdiği sözü yerine getirmek için bu mekanı bir hac mekanı haline getirmiş. Daha sonra varisi Kral I. Manuel'in de buraya düşkünlüğü ile tapınak yüzyıllar boyunca küçük, sakin bir meditasyon alanı haline gelmiş.
Fakat her şeye rağmen küçük şapel yıkıcı bir etkiye maruz kalmamış. Onlarca yıl dokunulmadan kaldıktan sonra Kral Ferdinand buranın Portekiz kraliyet ailesinin yazlık rezidansı olmasına karar vermiş ve Romantik tarzda yeniden inşa ettirmiş.
Daha çok Ren Nehri civarındaki şatolar hakkında bilgisi bulunan, maden mühendisi, amatör Alman mimar, Baron von Eschwege tarafından dünyanın her yerinden garipliklerin bir araya getirilmesiyle inşa edilmiş. Bol bol Neo Gotik, Neo Rönesans, Neo İslamik mimari üslupların yanı sıra yapıda Arap ve Fas etkisi de görülmekte.
Aslında yine Mağribi döneminde inşa edilmiş fakat Portekizlilerin Sintra'yı tekrar alması ile kraliyet ailesinin yazlık sarayı oluvermiş.
Bu bilgiye 11. yüzyıla ait kaynaklarda rastlanıyor.
Hatta bu gemiler arasında dönemin en güçlü denizci ülkeleri arasında görülen Osmanlıların da bayrağını görebilirsiniz.
Fotoğraf: Kostas Papadopoulos
Ancak bu kadarla sınırlı değil. Bu yapıya gelene kadar bir şelale, bir göl ve bir tür bonsai ağacı olan Ficus'un köklerinde inşa edilmiş bir şapel bile göreceksiniz. Sintra gezdikçe size tek bir masal değil birkaç masalı birden yaşatır, birinden çıkar birine girersiniz.
Yani Regaleira Sarayı ve bahçeleri büyüklüğü, mimarisinin garipliği ile dikkat çekiyor.
Bahçeye girdiğinizde birden kendinizi bir kulenin tepesinde ve hatta ve hatta bir 'kulenin dibinde' bulabileceğiniz oldukça ilginç bir yer Quinta da Regaleira. Yanlış okumadınız, bu bahçede yerin dibine doğru giden ters bir kule bile var!
Quinta da Regaleira'nın bahçesi gizli geçitlerin ve labirentlerin birbirine bağlandığı, girişte girdiğiniz mağaradan bahçenin en uzak köşesine çıkabileceğiniz enteresan bir yer.
Jules Verne'in 'Dünyanın Ucundaki Fener' adlı hikayesini bilirsiniz, şimdi ise oraya gerçekten gidebiliriz. Cabo da Roca: gerçekten de Avrupa'nın en batı ucu ve bu en batı ucunda uçurumun hemen üzerinde yer alan feneriyle sizi Amerika'nın, daha keşfedilmemiş dünyanın bilinmezlerle dolu olduğu zamanlara götürüp, kendinizi kaşif gibi hissedebilirsiniz.
böle binamı olur yaw acilen ağaoğlunu gönderelim
ulan bi gidesim geldi şimdi, neyse 2050 de emekli olursak ikramiye alırsak, kefen parasını ayırıp gideriz. (gidemedi, öldü?).
Güzelmiş akşam istihare namazı kılayım