Agah Aydın Yazio: Dedikodu Şebekeleri İyileştirilebilir mi?

İyi yaşam doğru insanlarla karşılaşmaya dayanan olağanüstü bir talihtir.

Başka deyişle, kötüdeki iyiyi görebilecek kadar iyiye sahip olanların talihidir.

Yani kötüyü başkasına atıp, kendi iyiliğinden kuşku duymayan dedikodu şebekelerinin bile iyi bir yaşam için ufak bir şansı vardır.

Yakınlarından yanıyor insan. Yakınlarının yaraladığı yerlerin acısıyla yanındakilerden yakınır insan. Yakınmaktır insanın özü. Yakınma biçimi, yakındığı kişilerin kim olduğu belirler kişinin nasıl bir insan olduğunun sınırlarını. İnsanın temel arzusu yakınmalarından kurtulmak değildir, yakınacak yakınlar bulmaktır. Çünkü bu, canlı olmanın, yaşarken her gün yeniden yüzümüze vuran yetersizlik duygusunun verdiği acıyı dindirir, az biraz. Dedikodu şebekeleri, içlerindeki kötülüğe misilleme gelir korkusuyla kuşkucu, yaratıcılıktan uzak, hasettirler. Sürekli başkalarını taşlar, kendi ahlaksızlıklarının siyasi dokunulmazlığı varmış gibi yaşarlar. Yine de bu acınası hal görenlerde ufak bir şefkat duygusu uyandırabilir.

Başarısızlıklarını, çıkmazlarını, suçlarını, fenalıklarını attıkları bir kötü olmasaydı “dedikoducu iyiler” utancından sokağa çıkmazdı. Varoluşu kötülere bağlı ve bağımlı olanlar, bir hiç olmak istemiyorlarsa “kötü”lere gözleri gibi bakmalıdırlar: Kadınlara, çocuklara, gençlere, entelektüellere, delilere, yabancılara vb.

Dedikoducular ailede üretilir ve genellikle sivil toplum örgütlerinde, siyasi partilerde bazan da mahalle kahvelerinde, altın günlerinde, okul kantinlerinde, iş yerlerinde ilk ikisine göre daha esnek ve daha az tehlikeli şebekeler kurarlar.

Babanın bu kadar güçlü, annenin bu kadar zayıf olduğu bir yerde, babaya karşı çocuklarına yaslanan, çocuklarını sırdaş kılan, her sıkıştığında çocuklarından destek alan anneler tarafından sömürülmüş ve istismar edilmiş çocuklar özgüvensiz olurlar.

Ne ana-baba olmak, ne de âşık olmak patolojik değildir. Fakat patolojiyi ortaya dökerler.

Her ikisi de çağrılmadan gelen geçmişin çocuksu acılarına kapıyı sonuna kadar aralar. Davetsiz gelen bu acılara yapışık dikenlerinden kurtulamayan insanlar sevgililerini ve çocuklarını da yaralarlar.

Sevgi bir yatırım aracı değildir. Özüne güvenememenin sırları kendisini alacaklı ilan eden ebeveynlerle çocukları arasında saklıdır.

Şu güzelim hayatta iki tür insana katlanmak zordur: Sırf çoğunluk evleniyor diye önüne çıkan ilk adam ya da kadınla evlenme zayıflığına kapılan, bu mutsuzluklarına bir de çocukları ortak edenlerle, hırsını dizginleyemeyerek siyasete atılıp koca bir toplumu mutsuz edenlere…

İnsanın kendisi gibi düşünmeyenleri anlamamaya, cahilliğe daha yatkın olduğuna dair birçok kanıt var. Hep başkaları kurnaz, başkaları uyanık, başkaları her işin bir yolunu buluyor... Hep başkaları, hep! Yıllardır tanıdıkları gelinlere el kızı, damatlara el oğlu diyen sevgi dolu, temkinli aileler bile çocuklarını koruyamadı bu zalimlerden. Bizim taraf çok saf, öbürleri hep cin!

*

Dünya için karıncadan farksız olduğumuzu, karıncaların birbirine benzediği kadar birbirimize benzediğimizi anlamak bu kadar zor olmasa gerek!

Ne söylerse söylesin nerede duracağını bilmeyen insanların kafası boş, sözleri nahoş, kendileri pek sevimsiz oluyor.

Dedikodu insanın özüdür! Özünü bilmeyen kendini ne bilir! Dedikodu yapmadan geçirilen her huzurlu zaman aralığı sağlıklı olmanın en önemli göstereni olabilir...

Ağır kişilik bozuklukları hasete dayanır.

M. Klein hasetle hasarlanan kişinin, bir şeyin diğerine haz vermesinden, yani başkasının haz almasından dolayı kızgın olduğunu söyler. Bu kızgınlık masumane değil yıkıcı itkiler taşır.

Kifayetsizlerin kıyafetlere duydukları ihtiyaçtan olsa gerek, başkalarının kıyafetlerine pek tahammül edemezler.

Dedikoducuları iyileştirmek, kurdukları dedikodu şebekelerini ıslah etmek her zaman mümkün olmasa da teselli edebiliriz.

Dedikoducuları dinlemek ve dinledikten sonra biraz dinlenmeleri, içlerindeki hasedin yangınını söndürmeleri için: “Hele şu sudan bir yudum iç” demek bu kadar zor olmasa gerek. “Demek ki senin de onların kötü, ahlaksız, değersiz, görgüsüz olmasına ihtiyacın var” desek, ne kaybederiz?

Ne olacak yani, cayır cayır yanan yüreklerine bir bardak su serpsek…

Dedikoduculara şefkat göstersek kıyamet mi kopar!

Sevilmemişliğin, itilmişliğin, horlanmışlığın acısıyla sarsılanlar, sarılanla saldıranın ayırdına varamıyor.

Hem görünür olma hem de görünür olanı yerme ihtiyacında olan her insanı, her böbürleneni, demek ki buna ihtiyacı var diye bağrına basan şefkatli, anlayışlı “yeterince iyi” analarla, “yeterince iyi” insanlarla yaşam güzelleşir.

İçinde öğüt ve suçlama olmayan cümlelerle konuşan çok güzel insanlar var. Sanki gündelik dilin imkânlarını zorlayıp yarattıkları yeni bir dille konuşur gibiler.

Bir gören olmadığında da utanabiliyorsak utanç bizi kurtarır. Utanç başkalarının kusurlarına tutunan dedikoducuların değil kendi ayıplarının ateşinde pişenlerin hasletidir.

Popüler İçerikler

Yeni Sezonda Hayata Geçecek! TFF Hakemler Konusunda Büyük Adım Attı
Cami Çıkışında Atatürk’e Hakaret Etmişti: Ahmet Bostancı’nın Cezası Belli Oldu
Komplo Teorilerine Neden Olan ve Irkçı Saldırıya Maruz Kalan Siyahi Çocuğun Ailesi Konuştu
YORUMLAR
14.09.2020

Afiş yapıp halka yayılası bir yazıydı. Hasede sağlı sollu girişme girişiminiz ilgi çekiciydi. Bunu yaymak istiyorum. Ancak yaydığım zaman arkamdan yapılacak olan dedikoduyu bildiğim için vazgeçiyorum. Ailelerin yıllar boyunca büyüttüğü dedikoducuyu bir yazı ile değiştirmek mümkün değildir. Evet, bu doğru! Peki, çözüm nedir? Yazıyı, gerekli kitleye ulaştırarak "düşman" sıfatını taşımak 3 saniye alır. Bu, işe yarar mı? Peki, dedikoducuları iyileştirmenin yolu nedir?

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ