Gülen cemaatinin kurumsal yüzü olarak bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan yapılan açıklamada, “Milletimizin fedakârlığının eseri, dünyadaki gururu ve en önemli küresel markası olan Türk okullarını karalayarak kamu imkânlarıyla kapattırma çabası, öğretmenlerine yaşatılan mağduriyet, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin akıl dışı gerekçelerle iadesinin istenmesi, hizmete gönül veren iş adamlarının baskı altına alınması ve Erdoğan'ın 'bunlara su bile yok' tehdidinin arkasından yaşanan boykot ve mağduriyetler darbe dönemlerini bile aratır hale gelmiştir” denildi.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) Başkanı Mustafa Yeşil , Swiss Otel'de düzenlediği basın toplantısında, son dönemde Türkiye 'de demokrasi, insan hakları ve özgürlükler alanındaki gerilemenin kaygı verici bir boyuta ulaştığını belirtti.
Cihan Haber Ajansı'nda yer alan habere göre, Yeşil, basın toplantısında şunları söyledi:
Toplumumuzun uzun yıllar boyunca ağır bedeller ödeyerek inşa ettiği demokrasi ve çoğulcu atmosfer, kısa vadeli siyasi kazançlar hesabına örselenmektedir. 10 yıllık demokratikleşme sürecinin destekçisi ve iktidarın da referans aldığı başta Avrupa Birliği olmak üzere saygın uluslararası kurumların da bugünkü gidişatı vahim bulduğu her vesileyle açıkça ifade edilmektedir. Demokrasilerin vazgeçilmezi olan basın özgürlüğünde kaygı verici bir gidişat söz konusudur. Ülkelerin basın özgürlüğü sicilini ölçen uluslararası kuruluşların 2014 yılı raporlarında Türkiye'nin 'medya alanında özgür olmayan ülkeler' statüsüne düştüğü ifade edilmektedir.'
İktidar adına konuşan bazı siyasiler nefret dili ve gerilim stratejisi ile kendisi gibi düşünmeyen tüm kesimleri ötekileştirmekte hatta şeytanlaştırmaktadır. Bu durum ulusal birliğimizi hiç olmadığı kadar tehdit etmektedir. Buna ek olarak toplum katmanlarında ve özellikle de muhafazakâr tabanda, yakın tarihimizde benzeri görülmemiş şiddette bir ayrışma yaşanmaktadır. Bütün bunlar uzun yıllar devam edebilecek toplumsal bir paranoyanın kapısını açmaktadır. Anayasa Mahkemesi'nden medyaya, iş dünyasından insan hakları örgütlerine kadar farklı ve eleştirel görüşler dile getiren tüm kişi ve kurumlar hedef alınarak itibarsızlaştırılmaktadır. Bir süredir bu kara propaganda kampanyasının hedefindeki toplum kesimlerinden biri de Hizmet Hareketi'dir. Bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bazı kabine üyeleri ve hükümete yakın medya organları tarafından Hizmet Hareketi'ne yönelik linç kampanyası, çoktan nefret söylemi düzeyini geçmiştir. Bunun yanı sıra, farklı düşünenler iktidar imkânları ve devlet gücü de kullanılarak vatana ihanet ve darbe söylemleriyle suçlanmaktadır. Demokratik hukuk devletinde asla kabul edilmeyecek, temel insan haklarını ayaklar altına alan bu söylem ve uygulamalar herkesin gözü önünde cereyan etmekte, siyasi hedef ve çıkarlar için yürütmenin gücü kullanılarak hukuk askıya alınmaktadır.'
Milletimizin fedakârlığının eseri, dünyadaki gururu ve en önemli küresel markası olan Türk okullarını karalayarak kamu imkânlarıyla kapattırma çabası, öğretmenlerine yaşatılan mağduriyet, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin akıl dışı gerekçelerle iadesinin istenmesi, hizmete gönül veren iş adamlarının baskı altına alınması ve Erdoğan'ın 'bunlara su bile yok' tehdidinin arkasından yaşanan boykot ve mağduriyetler darbe dönemlerini bile aratır hale gelmiştir. Gerçek şu ki; hukuk tanımayarak Camia üzerinde yürütülen bu linç kampanyasının gelecekte farklı dini cemaatleri ve diğer sivil oluşumları hedef almayacağını kimse garanti edemez.
(Başbakan Erdoğan'ın 'Stratejik ortağımız ABD 'nin Fethullah Gülen'i iadesini ümit ediyorum. En azından sınır dışı etmeliler sözü üzerine): Hakkında hiçbir soruşturmanın olmadığı bir dönemde Başbakanın böyle bir ifade kullanması, vahim olduğu gibi muhtemel bir soruşturma sürecinin ne kadar siyasi olacağının da kanıtıdır. Kaldı ki Hocaefendi, daha önce değişik iddia ve iftiralarla yargılanmış ve beraat etmiştir. Hukuk ilkeleri açısından iadesini gerektirecek ve uluslararası nitelikte kabul edilebilecek hiçbir gerekçe ve delil bulunmamaktadır. Gerçek böyle iken medya üzerinden bu tür bir girişimde bulunmak, 'Camianın sanki Amerika'nın güdümündeymiş imajı ve algısı' oluşturmaya dönük bir gayret olduğunu göstermektedir. Hâlbuki evrensel insan hakları, hukuku ve değerlerini hedef alarak birlikte yaşamayı kendisine şiar edinmiş olan Hizmet Camiası; ABD'nin de dâhil olduğu yaklaşık 160 ülkede eğitim faaliyetleri göstermektedir. Bütün bu faaliyetlerin bir devletin, bir kültürün veya bir gizli servisin güdümünde yapılıyormuş gibi gösterilmesi Anadolu'nun her kesiminden fedakâr gönüllüler başta olmak üzere bütün bu ülkelerdeki, farklı din, dil, etnik köken ve kültüre sahip Hizmet Hareketi dostlarına hakaret ve bühtandır.
Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Yeşil, 'Ayasofya'nın ibadete açılması ile ilgili ne düşünüyorsunuz?' sorusuna şu yanıtı verdi:
Ayasofya'nın açılması ile ilgili sosyal medyada bir hareketlenme var. Herkesin kendi şahsına özel bir düşüncesi olabilir. Özellikle de muhafazakar kesimin özlemi olabilir. Hizmetin bu anlamda külli manada bir kampanya yapması mümkün değildir. Biz Ayasofya'nın açılmasının iktidarla ilgili mesele olduğunu uluslararası hassasiyete sahip olduğu düşüncesindeyiz. Hizmetin bu anlamda kampanya yaparak ısrar algısını tasvip etmiyoruz. İlgi duyanlar varsa onların şahsi duygularıdır.
Yeşil, 'Hizmet hareketine operasyon yapılması ile ilgili düşünceleriniz nedir?' sorusuna karşılık da 'Paralel yapı diye lanse edilen bir yapı varsa bu yapının üzerine gidilmesi hukuki olarak tespit edilmesi ve yargılanması gerekir dedim. Yargının attığı adım olmadan camiayla bunun ilişkilendirilmesi camiaya suçluluk isnadını kabul etmiyoruz. Böyle bir şey olacaksa sadece Hizmet'i değil bütün sivil camiayı etkileyecektir' dedi.
T24