Kadınların varlığının dahi kabullenilmediği bu dönemde, din aracılığıyla felsefe yaparak hemcinslerine güç veren kadınlar… Siyasal gündem ve devamlılık üretmenin aracı olan manastırlar, aynı zamanda aristokrasinin ailenin evlenmeyen kızları üzerinden ekonomik ve politik gelişimleri için bir yatırım alanı olarak da değerlendirilir. Kadınların gönüllü veya zorla kiliseye gönderilmeleri sonucunda erkek rahibeler ve kadın rahibeler arasındaki eşitlik mücadelesinin de verildiği bir dönem söz konusudur. Kamusal alandaki hemen hemen her faaliyetten dışlanan kadınlar şehir okulları ve üniversiteden de dışlanırlar. Bu kadın düşmanı tutuma rağmen teoloji ve felsefe alanında fikirlerini yazıya döken hatta vaaz veren kadınlar bulunduğunu söylenebilir.
Öyle ya da böyle Hildegard çok güçlü bir sanatçıydı ve müzik dehası ile dünyada adından söz ettirebilen nadir kadınlardan biridir. Yasakçı bir dönemde rahibelere şarkılarını söyletmesi ve müzik alanındaki dehâsıyla kendinden söz ettiren Hildegard’ın eserleri ancak 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra yeniden keşfedilip hak ettiği değeri görür.
Sezgiselliği ile pek çok eser ortaya koymakla birlikte o dönemin şifalı bitkileri tedaviler sağlayarak bir nevi şifasıdır da. Ama burada asıl söz konusu olan kahramanlık bana göre 12. yüzyılda toplumsal tüm inanış ve görgüye rağmen tabuları aşarak rahibelerin rahiplere olan hizmetini sorgulamasıdır. Öte yandan bir kadının seksten aldığı zevki ilk tanımlayan kadındır. Bahsettiğim toplumsal tabulara karşı çıkma cesareti işte yine karşımıza bu kadar net bir şekilde çıkar.
Bingenli, Hildegard, kadınların kendilerine yönelik kısıtlamalara rağmen her zaman bilimsel ilerlemeyi teşvik etmeyi nasıl başaracaklarına dair net bir örnek olarak günümüze ulaşarak bilim ve sanat dünyasına ışık tutar. Ataerkil tabulara karşı çıkan tüm kadınlar gibi o da ilerleyen çağlarda feminist lakabını alacaktır.
Yine tarihte tabulara karşı gelen bir diğer kadın Mary Wolsteincraft. Kendisinin kısmen benzer bir aile hikayesi var Sanna ile. Farklı zamanlar, çağlar olsa da… Ataerkil yapıların etkisi altında büyümüş bir çocukluk ve gençlik yılları…
Wollstonecraft’ın çağına meydan okuyan en önemli eseri olan Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi günümüze hâlâ ışık tutuyor. Mary Wollstonecraft bizler için yine sonradan feminist lakabını alacak, düşünür, yazar, filozof ve toplumsal dönüştürücü kadınlardan. Kahramanlardan diyelim yani yine… Bugünün eşitlikçi temellerini atan unutulmaz kadınlardan biri. Mary Wollstonecraft, kadınların hem toplum hem de erkekler tarafından ezildiklerini cesurca dile getirmesi ve tabuları yıkmak adına özellikle evlilik gibi bir kurumda kadınların esir olmuş şekilde hizmet etmelerinin karşısında olan bir savaşçı. Mücadelesinin merkezine ise kadınların eşitsizliğini, kadınların insan haklarını ve özellikle eşit eğitim hakkı talebini koyan bir lider.
“Kadınlar erkekler gibi yapıp erkeklere benzerlerse, çok yazık olur; çünkü dünyanın büyüklüğü ve çeşitliliği göz önüne alındığında, iki cins bile yetersiz kalırken, yalnızca bir tanesi ile nasıl idare ederiz? Eğitim, benzerlikler yerine farklılıkları ortaya çıkarıp güçlendirmemeli midir?” der bir diğer kadın kahraman Virginia Woolf. Cinsiyet eşitliği ve kadının kadın gibi olmasıyla ilgili ne kadar önemlidir, 1900'lü yılların başında bu söylem. Özgür, kendi gibi kadın olmak. Dayatılan gibi değil… Hizmet eden, köle olan, sürekli kendinden veren, kendini sadece koşuşturma içinde kaybeden hiç değil.