“Hazırını alıyorlar,” dedi. Renkli, ışıklı, kablolu…
Ama içinde kendi emeği, kendi hatası, kendi hayali yok.
Oysa bir zamanlar uçurtma yapmak sabırdı, beceriydi, umuttu.
Peki, ne oldu da çocukların hayal gücü sessizce çalındı?
Hayal gücünü çalan biziz; yetişkinler.
Onları “gerçek hayat” için çok erken disipline ettik.
Oyunları verimsiz zaman, sessizliği sorun, dalgın bakışları dikkat dağınıklığı sandık.
Ellerine çizelgeler verdik, boşlukları doldurmalarını istedik.
Oysa hayal gücü boşluk isterdi; can sıkıntısından doğar, sessizlikte büyürdü.
Zamanla her şey programlandı: ders saatleri, kurslar, ekran süreleri, uyku düzenleri…
Ama hayal kurmanın saati olmaz.
Hayal, dağınık bir yatakta; ters dönmüş bir sandalyede; saçma sapan soruların ardında yaşar.
Bizse çocuklara “mantıklı ol” demeyi görev bildik.
“Onun yerine bunu yap”, “boş boş bakma”, “gerçekçi düşün” dedik.
Belki de istemeden, çocukların içindeki o keşif kıvılcımını biz söndürdük.