Bir anekdot ile başlayıp diğeri ile devam edeceğim:
İngiliz hükümeti tarafından, Arap halkını birleştirip, onları düzenli bir ordu yapma görevi verilen İngiliz subay Lawrence’ın başından geçen bir olaydır. İki Arap kabilesi arasında kan davası çıkmıştır, biri cinayet işlemiştir, eğer bir cinayet daha olursa iki kabile arasında bitmeyecek bir savaş başlayacaktır. Lawrence da kimseye çaktırmadan cinayeti işleyen adamı öldürür. (ki bu öldürdüğü adam, kendisinin çok büyük fedakarlıklar yapıp hayatını kurtardığı bir insandır.)
Lawrence görevini bitirdikten sonra, üssüne, kumandanına geri döner. Savaş subayı çok etkilemiştir. Komutanı yanında ağlamaya başlar ve olayı anlatır, 'bir insanı öldürdüm' der. Komutanı ise 'savaşta böyle şeylerin olması normaldir' gibilerinden avutmaya çalışırken. Lawrence döner ve 'sorun o değil, öldürmek hoşuma gitti' der.
Gerçek kötülük tanımı yapılmıştır, katil olmanın anlamı sorgulanmıştır ama Lawrence suçlu değildir...
Buradan hemen hareketle bir zamanlar bir deniz piyadesi olan Amerikalı bir katil Charles Whitman’ın olayını anlatacağız.
“1966 Ağustosunun sıcak ve nemli ilk gününde, kendisini Austin’deki Teksas Üniversitesi kulesinin en üst katına götürecek olan asansöre bindi. Yirmi beş yaşındaki genç, daha sonra bir bavul dolusu silah ve cephaneyi de peşinden sürükleyerek üç kat merdiven çıktı ve gözlem alanına ulaştı. Burada önce silahın dipçiğiyle danışma görevlisini öldürdü, ardından merdiven aralığından çıkmakta olan iki turist ailesine ateş açtı, en sonunda da aşağıdaki insanlara gelişigüzel ateş etmeye başladı. Vurduğu ilk kadın hamileydi. Ona yardım etmek için koşanlar da Whitman’ın silahından nasibini aldı. Ve sonra da sokaktaki yayalar ve onları kurtarmaya gelen ambulans şoförleri…
Whitman, bir gece öncesinde daktilonun başına geçmiş ve bir intihar notu yazmıştı:
“Kendimi şu günlerde tam olarak anlayamıyorum. Aklı başında ve zeki bir genç olarak tanınmaktayım. Ama son zamanlarda (ne zaman başladığını hatırlayamıyorum) birçok sıra dışı ve mantıksız düşüncenin kurbanı olmuş durumdayım.”
Saldırının haberi yayılırken Austin’deki bütün polis memurları da yerleşkeye yönlendirildi. Birkaç saat sonra üç memur ve hızla görevlendirilen bir vatandaş merdivenleri çıkmayı ve Whitman’ı gözlem alanında öldürmeyi başardı. Whitman hariç on üç kişi öldürülmüş, otuz üç kişi de yaralanmıştı.
Ertesi gün bütün manşetlerde Whitman’ın saldırısı vardı. Polis, ipucu bulmak için evine gittiğinde ise, tablonun göründüğünden de ağır olduğu ortaya çıktı: Whitman, saldırı gününün çok daha erken saatlerinde önce annesini, ardından da uykusunda bıçaklamak suretiyle karısını öldürmüştü. Bu ilk cinayetlerden sonra intihar notuna geri dönmüş ve bu sefer el yazısıyla devam etmişti:
“Karım Kathy’yi bu gece öldürmeye, ancak üzerinde çok uzun süre düşündükten sonra karar verdim. … Onu çok seviyorum, ayrıca her erkeğin düşlediği türden, çok iyi bir eş de oldu bana.”
“Bunu yapmama neden olacak mantıklı hiçbir neden gelmiyor aklıma.”
…
Cinayetlerin yarattığı şokun yanında, daha gizli, yeni bir sürpriz de vardı: Sapkınca davranışlarıyla sıradan kişisel hayatının üst üste binmişliği. Eski bir izci olan Whitman, deniz piyadesi olarak çalışmış, ardından da banka memurluğu yapmıştı. Austin İzcileri 5. Grup izci başılığı için gönüllü de olan Whitman’ın çocukluğunda Stanford Binet zekâ testinden aldığı 138 puan ise, onu ilk yüzde 0,1’lik dilime yerleştirmişti. Bu nedenle Teksas Üniversitesi kulesinde ayrım gözetmeksizin gerçekleştirdiği kanlı saldırının ardından, herkes bir açıklama bekler olmuştu.
Aslına bakılırsa, Whitman’ın da beklediği buydu. İntihar notunda, beyninde bir şeylerin değişikliğe uğrayıp uğramadığını belirlemek üzere kendisine otopsi yapılması isteğinde bulunmuştu; çünkü kendisi de bundan kuşkulanmaktaydı. Saldırıdan birkaç ay önce günlüğüne şöyle yazmıştı:
“Bir keresinde bir doktorla iki saat kadar konuşup, ona çok güçlü biçimde hissettiğim şiddet duygusunun altında ezildiğimi anlatmaya çalıştım. O seanstan sonra Doktor’u bir daha görmedim. O zamandan beri bu zihinsel çalkantıyla tek başıma mücadele etmekteyim ve görünen o ki, hiçbir yararı yok.”