Bilimdeki ve matematikteki farklı alanlar, evrendeki bütün gizemleri çözebiliyor. Ancak şaşırtıcı bir şekilde, en sıradan ve basit görünen soruların bilim insanları tarafından henüz bulunmuş cevapları yok.
'Bir bisikletin çalışma mekanizmasından' 'gerçekte aslında kaç gezegen olduğuna' kadar gerçek cevaplarının sırrına henüz erişemediğimiz 15 sözde basit soruyla adeta beyniniz yanacak. Soruları ve sorgulamaları seviyorsanız buyurun içeriğimize! 👀
Herkesçe bilinen, yaygın bilgiye göre bunun sebebi: İki cisim bir araya geldiğinde sürtünme kuvvetinin etkisiyle cisimlerden birindeki atomlardan elektronları diğer nesneye aktarmasıdır.
Bu aktarım, ilk nesneyi fazla pozitif yüklü atomlarla, ikincisini fazla negatif elektronlarla bırakır. Her iki nesnenin de statik olarak yüklü olduğu söylenebilir. Fakat elektronlar neden her iki yönde hareket etmek yerine bir nesneden diğerine aktarılıyor?
Northwestern Üniversitesi araştırmacısı Bartosz Grzybowsk'e göre, statik yüklü nesnelerde hem aşırı pozitif hem de aşırı negatif yük taşıdıklarına ve sadece elektronların değil, tüm moleküllerin birbirine sürtünürken nesneler arasında 'göç ediyor gibi' göründüğüne dair bulguları var. Ancak parçacık göçündeki kuvvetler hala biraz gizemli görünüyor.
Bir teoriye göre bir bulut içindeki buz parçaları çarpıştığında, pozitif yüklü küçük ve negatif yüklü büyük parçalara ayrılırlar.
Kütle çekim kuvveti daha sonra negatif yüklü parçacıkları aşağı doğru çekerken, yukarı hareketler pozitif yüklü parçacıkları gökyüzüne doğru kaldırarak dengesizliğe neden olur. Ancak bilim insanlarının incelemelerine göre durum böyle değil.
Bu, uzaydan gelen kozmik ışınların bulutların arasından düşmesiyle ilgili bir teorinin geliştirilmesine yol açtı, ancak görünüşe göre, yaygın olarak benimsenmesi için yeterli kanıt yok.
Shakespeare'in 'On İkinci Gece'sinde de söylediği gibi: 'Müzik aşkın gıdası'.
Bu söz akıllara, insanoğlunun eşleşmek üzere evrimleştiği düşüncesini getiriyor. Bununla birlikte, bu akıl yürütme, en hırçın garaj gruplarının bile hayranları tarafından 'taparcasına bir sevgiyle' takip edildiğini açıklıyor.
İnsanların ve belki de son derece gelişmiş beyinleri olan diğer hayvanların neden evrensel bir müzik anlayışına sahip olduklarına dair başka bir neden olmalı ve bizim, ne olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok ne yazık ki.
Yakın zamana kadar buzun kaygan olmasının sebebinin üzerine basılarak oluşan basıncın üst tabakanın erimesine neden olması olduğu düşünülüyordu. Ancak deneyler, ortalama insan vücudunun buz üzerinde yeterli baskı uygulamadığını gösterdi.
Baskı ve sürtünme resmin dışında bırakıldığında ortaya konan en iyi tahmin, buzun üzerinde oluşan tabakanın sıvı değil, su molekülleri arasındaki bağların gerçekten kırılmadan gerilmesine izin veren adeta “süper katı bir deri” olması. Bu uzun bağların da kaygan etkiyi yaratan elektrostatik bir alan oluşturmaktan sorumlu olduğu düşünülüyor. Ancak bütün bilim insanlarının hemfikir olmadığı bu sorunun cevabı da erişilmesi güç buz kütlelerinin altında gizli.
Bisikletler senelerdir kullandığımız en masum ve gizemi korunan ulaşım araçlarından. Gelişmeye devam ettikleri sürece kendi başlarına ayağa bile kalkabilirler; bunun, uzun zamandır 'açısal momentumun korunumu/sakınımı' adı verilen bir fizik yasasından kaynaklandığına inanılıyordu.
Ancak son zamanlarda, bir grup mühendis bu bisiklet hareket teorisine karşı çıktı ve bisikletin çalışması için bu yasaya ihtiyaç olmadığını gösterdi. Etkiden yararlanamayan özel bir bisiklet yaptılar; bisiklet yine işe yaradı. Bilim insanları, bu kadar basit bir mekanizmanın, bunca zamandır tespit edilememesine şaşırıyorlar.
Pluto'nun birkaç yıl önce güneş sisteminden şutlandığını hepimiz biliyoruz, ancak bilmediğiniz şey, şu anki sekiz gezegen ve bir güneş sayısının temelde şimdilik bilimin 'en iyi tahmini' olduğu.
'Nasıl ya?' diyebilirsiniz çünkü hepimiz ilkokuldan beri aynı güneş sistemi modelini gördük. Ancak güneş sisteminin çoğu hala bilim tarafından keşfedilmemiş durumda.
Bilim insanları hala yüz binlerce asteroit kuşağında, yeni nesneler buluyorlar, bu yüzden hiç keşfetmediğimiz çok sayıda başka gezegen olabilir.
Kampta ya da kulübede bulunduysanız ve geceleri bir ışığınız varsa, aklını yitirmiş gibi ışığa akın eden ve içine giren bir dizi güve görmüşsünüzdür.
Ancak şaşırtıcı bir şekilde, bu böceklerin intihara meyilli hareketleri gizem olmaya devam ediyor.
Bazı entomologlar, güvelerin yapay ışık kaynaklarına yaklaştığına inanıyor çünkü ışıklar 'dahili navigasyon sistemlerini' fırlatıyor. Ancak bu teoriye dair en büyük engellerden biri, kamp ateşlerinin yaklaşık 400 bin yıldır var olması. İçgüdülerinin onlara ışığa 'kafa atmalarını' söylediği gibi, doğal seçilim güveleri tamamen öldürmez miydi?
Nüfusun %10'unu oluşturan solaklar daha iyi motor becerisine sahip olduklarından, başka bir içeriğimizde bahsetmiştik. Ancak kimse neden sağ ve sol elini kullanan farklı bireyler olduğunu bilmiyor.
Bir teori, el becerisinin beynin konuşmaya dahil olan tarafında daha karmaşık kablolara sahip olmaktan kaynaklandığını iddia eder. Konuşma merkezi genellikle beynin vücudun sağ tarafına bağlanan sol yarım küresinde oturduğundan, sağ el çoğu insanda baskın hale gelir. Peki, konuşma merkezleri beyinlerinin sol taraflarında bulunan solakları ne açıklıyor?
Uyku saatleri büyük oranda değişse de hemen hemen her canlı hoşlanır. Bu, uykunun açıkça tüm canlılar için kilit bir amaca hizmet etmesi gerektiği anlamına gelir.
Hemfikir olunmayan teorilere göre uyurken beyin “yeniden şarj oluyor', beynimizde günlük aktivitelerde ihtiyaç duyduğumuz şeyleri güçlendiriyoruz ya da uyurken beynimizde bir sürü işe yaramaz bilgi atıyoruz. Hayatta kalmamız için uyku gerekli gibi görünüyor ancak nedenini gerçekten bilmiyoruz.
Yer çekimi/ kütleçekim, herkesçe bilindik olsa da çok az anlam ifade ediyor. Çünkü yer çekimi tüm evreni bir arada tutar ve ne kadar uzağa giderseniz gidin asla tamamen kaybolmaz. Ancak yine de, var olan en zayıf güçtür. Örneğin, iki mıknatısı birbirine yaklaştırdığınızda bir araya gelirler ama dışarıdaki en büyük yerçekimi gizemi, atomların, moleküllerin ve hatta daha küçük şeylerin seviyesine indiğinizde, yer çekiminin çalışmayı bırakmasıdır.
İster büyük bir kedi ister küçük bir ev kedisi olsun, stresli ya da mutlu olduklarında, birçok durumda, tüm kedigiller mırıldanıyor gibi görünüyor.
Bir olasılığa göre, mırlamak kemik büyümesini teşvik ediyor. Mırıltı, 25 ila 150 Hertz aralığında ses frekansları içerir ve bu aralıktaki seslerin kemik yoğunluğunu iyileştirdiği ve iyileşmeyi desteklediği görülür.
Kediler uzun süre uyuyarak enerji tasarrufu sağladıkları için mırlamak, kasları ve kemikleri kullanmadan sağlıklı tutmanın düşük enerjili bir yöntemi olabilir. Ancak yine de bu teori, kedilerin mırıldandığı her durumu açıklamaya yetmiyor.
Sıkıldığımızda veya yorulduğunuzda yani yaşam boyunca esneriz. Esnemelerin bulaşıcı olduğunu ve bunun neden olduğunu bilsek de (empati ve sosyal bağlar) esneme sergilememizin hala somut bir nedenimiz yok.
Aslında, embriyoların bunu çene eklemlerini şekillendirmek için yaptıkları düşünülmektedir, ancak bunun neden yaşam boyunca devam ettiği ve yorgun olduğumuzda yaptığımız bir şeye geçiş yaptığı gerekçesi hala bilinmiyor.
Cevabını bilmediğimiz en basit soru ise 'zaman nedir' sorusu. Soru basit görünse de cevabı henüz bulunmuş değil aslında. Peki herkesin hakim olduğu bu kavram nasıl var oldu ve nereden geliyor?
Zaman genellikle dördüncü boyut olarak adlandırılır ve normalde olayların geçmişten günümüze ve geleceğe sıralı bir ölçü olarak görülür. Ancak gerçekten zamanın ne olduğu bilim insanlarının dahi henüz çözebildiği bir soru değil.
Öfff 8 yaşında küçük kız kuzenimle geziyormuşum gibi hissettim boğuldum bi an okurken o ne bu ne bu neden oldu yeteeer….
Neden uyuruz saçma olmuş gibi geldi.eeee fiziksel ve zihinsel dinlenme, şarj olma işte.başka açıklamaya gerek yok ki.sadece nefes alarak diğer uygulamaları kullanmayarak dinlendiriyoruz.