Cansu Poyraz Karadeniz Yazio: Yasaklar ve Süresiz Ergenliğimiz

Pazar günleri sadece “bazılarımızın” uyduğu sokağa çıkma yasakları sürerken marketlerde de hâlâ bazı ürünlerin satışı yasak. Cinayet mahalli gibi kapatılmış reyonları garipsemeyi zaten çoktan geçtik. 

Geçen pazar, evimizin yanındaki bir zincir markete girdik, kasanın yanında sakızlarla birlikte duran çakmalardan almamız serbest gibiydi. Ürünler kasadan geçtikten sonra kasiyer hanım bir anda yaşadığı aydınlanmanın verdiği panikle, ilerideki kasada çalışan kıdemli arkadaşına, “Çakmak satışı serbest mi bugün” diye sordu ve sigara satışının serbest olmasına rağmen çakmak satışının yasak olduğu bilgisini aldık. 

Çakmaklar kasada iadeye girerken ben de kafa içsesimle hararetli bir konuşmaya girdim, “Nasıl yani, şimdi ben 36 yaşında çakmağa ihtiyacı olan bir kişi, yetişkin bir birey olarak, bunu satın alamıyor muyum?” O çakmak benim hakkım ama, ocağımın çakmak kısmı çalışmıyor, yemek pişirmeme izin vermemek gibi bir şey bu. 

Danışmaya gittim ve bir tane çakmak alacağımı, parasını da bırakacağımı, yarın kasa açılınca da sisteme geçebileceklerini söyledim. Danışmadaki hanımefendi sanki dünyadaki en yasa dışı şeyini söylemişim gibi “Ama kameralar var hanımefendi, böyle bir şey mümkün değil” dedi. 

Hanımefendilerin havada uçuştuğu diyalog kısır bir döngüde devam etti.

“Yıllardır buradan alışveriş ediyoruz, sitenin bakkalı gibisiniz zaten, altı üstü bir çakmak rica ediyorum ve parasını da bırakıyorum, yapmayın Allah aşkına. Mağaza müdürü gelsin kendisini soralım o zaman?”

Olay bu noktadan sonra çakmak ihtiyacıyla alakalı değildi. Olay benim en temel tüketici haklarımın -pazar günü ocağımı yakabilmek için bir çakmak alabilme hakkımın- elimden alınmış olmasıydı.

Ama beni o noktaya getiren, kasiyer hanımefendinin çakmaktan sonra “Peki, bugün hijyenik ped satabiliyor muyuz” diye sormasıydı. Cevap hayır olsaydı mantık dışı ve kimsenin sorgulamadığı bir karar yüzünden en temel ihtiyaç olan hijyenik pedi müşteriye satmayacaklardı. Hem de genelgede böyle bir şey olmamasına rağmen!

Velhasıl mağaza müdürü geldi ve 2 liralık çakmak değil de sanki pahalı bir ürün çıkarmaya çalışıyormuşum gibi bir tavırla, “Mümkün değil” dedi. Yahu iki liralık çakmağa 5 lira bırakıyorum, müşteri memnuniyeti diyorum, kameralara çakmağı gösteriyorum, parayı gösteriyorum ki durum anlaşılsın, ama müdüre hanım yok diyor başka bir şey demiyor. İçimdeki ergenin isyanıyla söylenerek marketten çıktım. 

Mantıksız yasaklar, uygulamalar aslında herhangi bir siyasi parti sorunu değil. Bu, tarih boyunca iliklerimize kadar işlemiş bir liyakatsizlik sorunu. Söylemiştim size, bu iki liralık bir çakmağı parasını ödeyip marketten dışarı çıkarabilmekten çok öte bir şey.

Kanıksamak ve boş vermek bana kalırsa bir ülkenin ve aslında bireyin başına gelebilecek en kötü iki alışkanlık. Fakat bu iki kavram, ülkemizin damarlarında akan kan gibi adeta. Acıyı, fakirliği, rüşveti, kısa yoldan zengin olmayı, adam kayırmacılığı, üniformalı herkesin birey üstündeki mutlak hakimiyetini, paran kadar hukuk satın alabildiğini, etiket niyetine üniversite diploması alındığını biz zaten bilmiyor muyduk? Ama kanıksadık ve boş verdik. Bize değmeyeceği sular yarattık, oralarda yüzdük. 

Denizlerin kirlilik içinde olduğunu müsilajı görünce fark etmemiz, “acaba müsilaj tatile gideceğim yere kadar gelir mi” kadar endişelenmemiz, bununla ilgili mecliste verilen önergenin reddedilmesini önemsememiz çok garip değil mi sizce? Başka ülkelerde on kez hükümetin değişmesine sebep olacak kadar olayı neredeyse bir sene içinde yaşayıp hayatlarımıza sanki “özgür bireylermişiz” gibi devam edebilmemiz saçma değil mi gerçekten?

“O sarı öküzü vermeyecektik” dememiz gereken noktayı öyle bir geçmişiz ki kimse artık sarı öküz kimdi, neydi, ne zaman elimizden gitti hatırlamıyor bile. Düşünsenize, bugün devlet bize “pazar günleri hijyenik ped alamazsın” dese, alamayız. Kola satışını yasaklasa paşa paşa el altından korsan kola almaya çalışırız, ama bir durup “Arkadaşım saçmalamayalım, benim hangi gün ne alıp alamayacağıma sen nasıl karar verirsin. Ne oluyoruz? Benim vergimle ayakta kalan ülke, kocaman bir açık hava askeri kampına mı dönüştü?” diye olay çıkarmayız. Olay çıkaracak yerlerimiz ağrıyor gibi, devamlı bir yorgunluk, bir öğrenilmiş çaresizlik hali…

Bunun altında yatan gizli şeytan ise sorunun asıl kaynağı: Liyakatsizlik.

Kimse kendine gelen mantıksız emiri sorgulamıyor; çünkü çoğunun ya öyle bir kapasitesi yok ya da bulunduğu makama hakkıyla gelmediği için suyu bulandırmaya cesareti yok. 

Büyük bir zincir mağazasında müdürüsünüz ve elinize bir emir geliyor: “Şu günlerde bazı ürünleri satmayacaksınız?” Şimdi sağ duyu sahibi bir müdürün hemen genel merkeze “Bu çok mantıksız, siz gelen emri yanlış anlamışsınızdır, mantığa ters, tüketicilerimizin en temel haklarına saygısızlık, bunu iyice araştıralım” diye baskı yapması gerekmez mi? Arkasında muhtemelen büyük bir holdingin olduğu genel merkez, hemen ilgili devlet kurumuyla iletişime geçip durumu düzeltmeye çalışmaz mı? Ama bizde bu olmadı, belli başlı mağazalar hemen hijyenik ped satışını yasakladı. Çünkü gelen emiri sorgulamak bizim genlerimizde yok. 

Sağ duyumuz yok, fakat Avrupa ülkelerinde yaşayanlara göre daha kıvrak zekalıyızdır mesela. Yasakların sağından, solundan, altından, üstünden dolaşmanın milyon yolunu biliriz. Ama yasakları kaldırtmak için uğraşmayız. 

İki liralık çakmak almak pazar günleri yasaksa yasak, ilerideki büfede satılır nasıl olsa der geçeriz. İleride bir sebepten “Pazar günleri ekmek almak yasak” denirse de “Aman el altından satılıyor zaten” ya da “Ay ben zaten ekmek yemiyorum” diye hayatımıza devam ederiz. Hiç huzursuzluk çıkarmayız. Ülkecek adeta Yaprak Dökümü eserinin içinde yaşıyoruz, sürekli bir “Aman Ali Rıza Bey tadımız kaçmasın” hali...

Anne-babası kavga etmesin diye sürekli evde espri yapan çocuk misali ülkecek karşımıza çıkan her mantıksızlığın, skandalın özünden çok mizahıyla ilgileniyoruz. İzin verilen ürünleri belirli günlerde satın alabiliyoruz, açık hava dahil çoğu yere izin verilen zamanlarda gidebiliyoruz, akşam eve dönüş saatimiz belli, koca bir ülke ergen misali yaşıyoruz ve bunu değiştirebilecek bir mekanizmanın yokluğunu dert etmiyoruz. Pardon, dert ediyoruz; dertli dertli gündelik yaşamımıza devam ediyor, tıpkı bir ergenin yapacağı gibi kendimizi “gıcık olduğumuz” şeylerden izole edip günü kurtarmaya çalışıyoruz. 

Muasır medeniyetler seviyesindeki ülkelere erişebilmemiz için siyasi ideolojiler etrafında dönüp durmak yerine önce olgun, sorumluluklarının farkında, insan olarak haklarının bilincinde, mantıklı, yetişkin bireyler olabilmenin yolunu bulmamız gerekiyor. 

Bir kesimin sürekli “okumak lazım” demesinin altında da işte bu sebep yatıyor. Ergenlikten sağlıklı birer yetişkin olarak çıkabilmemiz için okumamız şart. Demokrasi, insan hakları nedir; birey devlet ilişkisinin zemininde ne olmalıdır, tüketici hakları, serbest piyasa ekonomisi, bankacılık ve borçlandırma sistemi hakkında okumalıyız.

Okumalıyız ki kurumlarım aslında kime, nasıl hizmet etmesi gerektiğini bilelim. Müsilajın boruyla temizlenecek bir şey olmadığını anlayalım mesela, hangi kurumun ne yapması gerektiğini bilelim ve bunun hesabını doğru yerden soralım. Hesap sormanın cesaretle ilgili olmadığını, vergisini veren her vatandaşın temel hakkı olduğunu öğrenelim.

Genel kültürümüzü, bilim bilgimizi tarihe “aptal kutusu” olarak geçmiş televizyon gibi bir ucubenin insafına bırakmayalım. Veya doğru bilgiye ulaşması ayrı bir uzmanlık gerektiren internet sitelerine bel bağlamayalım. Okuyalım! Alanında uzman kişiler tarafından yazılmış siyaset, felsefe, ekonomi, tarih kitaplarını okuyalım. Böylece okumuş ana babaların çocuklarına bırakalım bayrağı. 

Çocuklar evlerinde sadece roman kitapları görerek büyümesinler. Devlet nedir, birey nedir, küçük yaşta okuyup sorgulasınlar. Öğretmeni yanlış bir bilgi verdiğinde “Hayır öğretmenim, onun doğrusu şu, ben şu kitapta okudum” diyebilecek çocuklar yetiştirelim. Tabak, çanak, çakmak, hijyenik ped yasağını kabul etmeyecek market sahipleri ve müdürleri; devlet kurumlarında çalışacak -ideolojisi ne olursa olsun- mantık ve sağ duyu sahibi çocuklar yetiştirelim. Yetiştirelim ki bundan sonra kimse ihtiyaçlarını devletin müsaade ettiği zamanlarda, müsaade ettiği kadar karşılamak zorunda olduğu bir hayatı yaşamasın. Bizden sonrası tufan demeyelim. İnsanca yaşamak neymiş tekrar hatırlamak için okuyalım, okutalım. Bugün, hemen, şimdi!

Twitter

Instagram

Popüler İçerikler

Hakim Sosyal Medya Hesabından Duyurdu: 17 Yaşında 70 Suç Kaydı Var
Kayyum Atamaları Sonrası İlk Kez Konuşan Devlet Bahçeli, 'Öcalan' Çağrısını Yineledi
Fenerbahçe Asbaşkanı Acun Ilıcalı'dan Trabzonspor Derbisi Öncesi Kritik Açıklamalar!