Cansu Poyraz Karadeniz Yazio: Kamp Kamp İçin mi Yoksa Kamp Halk İçin mi?

Lüks oteller veya küçük aile pansiyonları iyidir, hoştur fakat sabah gözünü açar açmaz toprağa basmanın ya da muazzam bir deniz manzarasına kuş sesleriyle uyanmanın da tadı başkadır. Yunanistan’ın değişik koylarında ve sahillerinde kamp yapma şansım olmuştu lakin “güzel ama hor kullanılmış” ülkemde fotoğraflarına bakıp iç çektiğim yerlere gidebilme fırsatım olmamıştı. 

Eşimle yurda kesin dönüş yaptıktan sonra işler umduğumuz gibi gitmiyor, neredeyse neye elimizi atsak kurutuyorduk. Evrenin bizi getirmek istediği bir nokta olduğu kesindi fakat sanırım biz sürekli o noktaya ters bir istikamet tutturmaya çalışıyorduk. Bize sonunda tünelin ucunda ışık göründü dedirten bir proje daha hiç beklemediğimiz bir şekilde yarıda kesilince, “o halde kendimizi neden sıfır tecrübe ve kondisyonla ülkenin en uzun ve yer yer zorlu yürüyüş rotası olan Likya Yolu’na vurmuyoruz ki?” dedik. Kısa ve yoğun bir araştırmanın sonunda yani iki hafta sonra, eşimle sırtımızda çantalarımızla yola koyulduk. (Başka bir yazının konusu)

Neredeyse bir ay süren Likya Yolu maceramız ve birkaç farklı denemeden sonra kamp konusunda hala kararsızım. 20’li yaşlarımda pek sevdiğim bu doğa aktivitesi 30’lu yaşlarımla beraber beni zorlamaya başladı. En son yaptığımız kampın üzerinden neredeyse iki yıl geçmişti. Artık zamanıydı. Bahar, kamp için en güzel mevsimdi ve neticede Nisan TEORİDE bahar ayıydı. Pazartesi günü mesaimiz olduğu için İstanbul civarlarında bir yere gitmeye karar verdik. Uzun araştırmalarım sonucu epeydir çalışmalarını hayranlıkla takip ettiğim Doğada Yaşam Okulu’nu seçtik. Bir araba dolusu eşyamız ve daha üç aylıkken dövülüp ormana atıldığı için doğadan korkan dört yaşındaki köpeğimiz ile birlikte havanın bizden yana olmasını dileyerek yola çıktık.

Sevgili canlar, öncelikle mekân Kilyos’ta.

Sahibinden öğrendiğim kadarıyla alan, Türkiye’nin ilk paralı plajı olan ve bir zamanlar Zeki Müren’inden Cüneyt Arkın’ına birçok ünlünün uğrak yeri olan plajı da içine alan 400 dönümlük bir arazi. Bu arada bu bir mekân inceleme yazısı değil. Size mekânla ilgili görüşlerimi anlatmayacağım zira internette gerekli bilgi ve fotoğraflar zaten mevcut. 

İlk gece havanın beklediğimizden çok daha fazla soğuması (4 dereceye düşmesi) ve bizim ateş yakmakla ilgili verdiğimiz büyük mücadele yüzünden epey üşüdük. Ateşin kıvamını tam tutturabildiğimiz kısa bir arada eşimle kendimizi sorgulamaya başladık. Şu an gerçekten keyif alıyor muyduk? Biraz oksijen alalım diye doğaya çıkmıştık fakat ısınmak için nemli odunları yakacağız derken bir dolu duman yutmuş ve oksijen yerine karbondioksite doymuştuk. Hava o kadar soğuktu ki çadıra girmeye korkuyorduk. O soğuk gerçekle ikimizde yüzleşmeye hazır değildik fakat sönmek üzere olan ateşimiz er ya da geç bizi buna zorlayacaktı. 

İkimiz de yiğitliğe çamur sürdürmemek için arabaya gidip sıcak sıcak uyumayı birbirimize teklif bile etmedik. İki uyku tulumu, 3 kat battaniye ve ortamızda 23 kiloluk bir tüy yumağıyla titreyerek sabaha eriştik. Kendimizce akıllık edip sabah kahve için ateş yakmamak adına yanımızda küçük ocak götürmüştük. Fakat aile evinden kendi evine çıkan her kişinin keşfettiği üzere nasıl ki tuvalet kâğıdı kendi kendine dolapta yerini almıyorsa o gün anladık ki piknik tüpleri de kendi kendine dolmuyordu. Bunu, dışı çiğ tutmuş çadırda sabahladığımız ve sıcacık kahvenin hayaliyle ocağın başına oturduğumuz an anlamamız ise biraz üzücüydü …

Tekrar çalı çırpı topla, tekrar bir dolu duman yut derken zafer kahvelerimizi içtiğimiz sırada yeniden kendimizi sorgular haldeydik: Biz gerçekten bundan keyif alıyor muyuz? Ya da biz bir şeyleri acaba yanlış mı yapıyoruz? Yunanistan’dayken bu kadar çok sevdiğimiz bir şey şimdi nasıl bu kadar eziyet olmuştu? Tamam, bu sefer sorun soğuk havaydı ama ondan öncekilerde de insan sorunu vardı. 

Güvenlik konusunda okuduklarımız ve yaşadığımız birkaç olaydan sonra her doğaya çıkışımızda yanımızda bir elektroşok cihazı, bir biber gazı, bir falçata ve iki çakı taşıyorduk. Doğaya mı çıkıyoruz kavgaya mı gidiyoruz belli değildi.… Kamp yapma konusunda git gide şevkimiz kırılmaya başlamıştı. 

Öğlen bulutlar dağıldı ve yaşamın kaynağı güneş kendini gösterdi. Sanırım 10 dakika geçmemişti, kendimizi arazinin içindeki ormanlık yürüyüş rotasında bulduk.  Hayat tekrar güzeldi, hava güzeldi, ağaçlar güzeldi, kamp güzeldi… Çadırın yanına döndüğümüzde akşam yemeği için hazırlık yapmak adına yiyecek torbamızı çadırın dışına çıkardık. Az biraz dinlenelim diye otururken dünyalar güzeli bir kurt köpeği geldi yanımıza. Beş dakika kaldı kalmadı. Köpek gittikten sonra fark ettik ki torbanın içindeki köftelerimiz de köpekle beraber gitmişti. Domuz değil, çakal değil, tilki değil… Bildiğiniz sahipli bir ev köpeği gözümüzün önünde çaktırmadan yiyeceğimizi alıp gitmişti. Açık konuşayım, gururumuz çok kırıldı. 

Sonra güneş battı. Yine soğuk, yine duman yine titreme… Sabah kalktığımızda artık işin uzmanıyla konuşup kamp konusunda bir karara varmamız gerektiğini anlamıştık. Şanslıydık ki zaten bir okulun içindeydik. Sağ olsun, Doğa’da Yaşam Okulu kurucularından Serhat Akbel’le ülkemizde kamp yapmak ile ilgili çok güzel bir sohbet gerçekleştirdim.  Ne olur ne olmaz diye de Türkiye’deki en güzel kamp rotalarını öğrendim, belli mi olur, belki de gerçekten kamp yapmayı seviyorumdur?

Mühendislik fakültesinde son sınıfta okurken mesleğimi yapmayacağıma karar verdim ve okulu bıraktım. Okulu bıraktıktan sonra yurt içinde ve yurt dışında doğayla ilgili birçok organizasyon ve eğitime katıldım.  Zaten doğayla hep iç içeydim. Ortağım Erhan da ben de sekiz yaşımızdan beri izcilikle ilgileniyor, farklı eğitimlere katılıyorduk. Zaman içinde bu eğitimleri kendi bünyemizde verebileceğimiz ortak bir hayal geliştirdik. Bu arazi de neredeyse 40-50 yıldır boş duruyordu. Yabancı bir şirkete ait olduğunu öğrendik. Onlara Doğada Yaşam Okulu projemizden bahsedince çok hoşlarına gitti ve araziyi bize uzun süreli kiraladılar.  2018 yılından beri de farklı eğitimler, festivaller ve organizasyonlar yapıyoruz.  Pandemiyle birlikte eğitimlerimiz durduğu için çadır ve karavan alanı olarak hizmet vermeye devam ediyoruz.

Kamp alanı, ama daha çok eğitim ağırlıklı. Burası aslında bir okul. Amacımız çocukların, gençlerin ve hatta yetişkinlerin doğru şekilde, doğru bilgiyle doğaya çıkması. Bugün herhangi bir AVM’den bütçenize uygun çadır ve ekipman alabiliyorsunuz, fakat kullanmayı bilmediğinizde doğaya ve kendinize zarar verme olasılığınız var. İkisi de çok önemli; kendinize de doğaya da zarar gelmemeli. Örneğin burada zeminde ateş yakmak yasak, çünkü doğru şekilde yakılmadığı taktirde, o zeminde bir daha yıllarca hiçbir şey yetişmiyor, yeşermiyor. Hangi ağaç yakılır, odun nasıl toplanır, nasıl ateş yakılır, bulunduğunuz ortamda vahşi hayvanlarla nasıl iletişim kurulur gibi bilgiler veriyoruz. Kampa birinci adım gibi bir yer diyebiliriz. Doğada olmaya hevesli ama nasıl yapacağını bilmeyen ve öğrenmek isteyenler için bir nevi eğitim alanı. Tabi bu eğitimlerimiz pandemi nedeniyle durdu, fakat biz yine de buraya ilk defa bireysel kamp yapmaya gelenlere elimizden geldiğince bilgi vermeye çalışıyoruz; çadır nasıl kurulur, nereye kurulur, güneş nereden doğuyor ve çadırı nasıl konumlandırmalılar gibi bilgiler veriyoruz.

Önümüzde bizi heyecanlandıran iki projemiz daha var. Biri, sahil kenarındaki karavan alanını geliştirmek, diğeri ise yaklaşık 9-10 dönümlük bir “tiny house”(küçük ev) alanı yaratmak. Burada bir yaşam alanı oluşturacağız, sadece park alanı değil. Hafta sonu değişik etkinliklerin olduğu, perma kültür bahçemizden sebzelerinizi toplayıp yemek yapabileceğiniz, çocuklarınızı farklı atölyelere bırakabileceğiniz bir yaşam alanından bahsediyoruz. Ekibimizle doğa yürüyüşlerine çıkabileceğiniz, gece ışıksız yön bulma eğitimleri alabileceğiniz bir doğada yaşam merkezi.

Bu coğrafyanın her yerinde kamp yapmış biri olarak gözlemlerinize göre, sizce kaç çeşit kampçı var?

1. Yatmalı piknikçiler

Pikniği çadırda yatıya çevirenler. Bu grupta heves var fakat bilgi yok. Açıkçası doğru ekipman da genelde yok. 5-6 kişi bir çadır ve iki yorganla, pikniğe gider gibi kampa gelmişlerdir. Ama en azından doğaya ilgisi var, doğada olmak istiyor, bu da güzel bir şey tabii.

2. Sosyal medya kampçıları

Bu grup internetten bir şeyler araştırmış, fenomenlerin kamp videolarını izlemiş oluyor. Biraz bilgi sahibi ama tecrübesizler.

3. Tecrübeli birileriyle kamp yapmış olanlar

Ben açıkçası bunu tavsiye ediyorum. İlk kampınızı mutlaka bilen birileriyle veya bir organizasyonla yapın ki temel kampçılık eğitimini almış olun. Çünkü burada görüyoruz, örneğin çadırın gergi iplerini çamaşır asmak için kullanan arkadaşlarımız var, halbuki o ipler iç tenteyle dış tenteyi ayırıp izolasyonu sağlıyor.

4. Adabıyla kamp yapanlar

Doğa ve ekipmanla ilgili bilgiye sahip, tecrübeli ve hakkıyla kamp yapanlar.

5. Kampı araç olarak kullananlar

Bu gruba genelde doğa sporcuları dahil oluyor. Örneğin bir tırmanışa gidiyor ve beş gün yürümesi gerekiyor. O tırmanış sırasında konaklama amaçlı da kamp kuruyor. Ya da Likya, Karya yolu gibi yolları yürüyenlerin yaptığı kamplar, bir yerden bir yere giderken konaklama amaçlı yapılıyor. Yani kamp amaç değil araç.

Doğaya ve kendimize zarar vermediğimiz sürece bütün kategoriler bence güzel. Doğada olmak her şekilde güzel. Biz çocuklarla çalıştığımız için doğaya çıkmış olmanın önemini daha net görebiliyoruz. Mesela eğitimlerimizde yüzlerce çocuk geliyor ve ilk “hadi yere oturun çocuklar” dediğimizde, hangilerinin daha önce doğaya çıkmış olduğu, köye gidip gitmedikleri, aileleriyle kamp yapıp yapmadıkları sırf oturuşlarından bile belli oluyor. Kısa bir gözlemle çocuk daha önce çimene oturmuş mu, toprağa basmış mı, yalın ayak ağaca tırmanmış mı yoksa balkon çocuğu mu anlayabiliyoruz.  Hoş artık Fransız usulü binalarla balkon çocuğu bile olamıyorlar.

Her şeyden evvel bizde maalesef kamp kültürü yok. Tesis olarak da bireysel olarak da. Arabasını çadırının yanında isteyenler var mesela, ama o zaman otoparkta kamp yapmış gibi oluyorsunuz. Veya tesisler kamp alanı diyor kendine, ama çadıra kadar buzdolabı getiriyor, elektrik çekiyor. Kusura bakmayın, bu kamp olamaz. Bu, bizim ürettiğimiz başka bir kültür. Ben bunlara “kamping” diyorum kamp alanı değil. Gerçekten doğada kamp yapmanın zevkini almış biri, o sessizliği, yalnızlığı, doğada olma halini, hayvanları gözlemeyi seven biri, bu tarz tesislerde mutlu olamaz. Bizde maalesef şöyle bir yanlış algı var: Kamp demek ucuz tatil demektir. Hayır, kamp ucuz tatil demek değil. Kamp yapmak farklı bir şey; doğada olmak, doğayla bir olmak, kuş sesleriyle mest olmak... 

Tesislerde de büyük organizasyon sıkıntıları var. Örneğin burada çadır kuruyoruz, hemen yanımıza egzozuyla dumanıyla koca bir karavan park ediyor. Bu doğada olmak değil bana göre. Karavan, çadır, bungalov alanlarının farklı olması lazım, çünkü hepsinin ziyaretçisi ayrıdır. Ama biz elimizdeki metrekareye kaç çadır veya karavan sığdırabiliriz kafasıyla yaklaştığımız için, maalesef bu tarz hoş olmayan durumlar ortaya çıkıyor. Bir kere her mekânın bir hikayesi, teması, kültürü olması lazım. Biz ne diyoruz: Biz eğitim alanıyız, ana amacımız eğitim yapmak, insanları doğru bir şekilde doğaya çıkmaları yönünde teşvik etmek, bilgilendirmek. Başka birinin karavan veya çadır konaklaması üzerine olabilir, perma kültür olabilir. Ama bana kalırsa muhakkak bir çatısı ve kültürü olmalı.

Türkiye inanılmaz bir coğrafi güzelliğe sahip ve aslında birçok karavancı için de geçiş rotası. Burada, Kilyos’ta eski yıllarda çok güzel bir karavan alanı vardı. Fakat işletme ticari olarak altından kalkamadığı için kapandı. Bu bölge çok önemli aslında, Bulgaristan’dan Yunanistan’dan girdiğiniz zaman, bütün Türkiye’yi gezebileceğiniz bir rotanın üstündeyiz.  Fakat bu hat üzerinde doğru düzgün tesis yok mesela. Eski kervansaray rotaları, ipek yolları var. Her bölgenin kendi kültürüne göre oluşturulmuş kamp alanları yapılsa çok önemli bir turizm geliri ve ülkemizin tanıtımına katkısı olabilir.  Bakanlığın da desteğiyle güzel bir planlamayla çok güzel neticeler alınabilir. Fakat her şeyden önce “Kamp tatili ucuz tatildir” algısı yıkılması gerekiyor. Kamp tatilinin amacı doğada olmak, sakinliği, dinginliği yaşamak olmalı.

Peki, kamp kültürü dediğimiz şey nedir?

Bir kere doğaya ve diğer kampçılara saygılı olmak en önemli temeldir. Yaktığınız mangalın dumanının veya açtığınız müziğin yan tarafı rahatsız etmemesi gerekir örneğin ya da hamak veya salıncak kuracaksınız diye ağaca zarar verilmemeli, deterjanlı veya kızgın yağlı sular ağaç diplerine dökülmemeli… Bir diğer önemli konu ise bulduğun gibi bırakmak. Biz çocukken izci hocamız arazide yürürken önümüzdeki ayak izlerine basmamız ve fazladan ayak izi oluşturmamızı söylerdi. Bu doğaya saygıdır aslında.

Bizde kamp dendi mi mangal ve ateş neredeyse olmazsa olmaz olarak düşünülüyor. Normalde tırmanış ve yüksek rakımlı yerlerde yaptığımız etkinliklerde ateş yakmayız. Ocağınız vardır, yemeğinizi ocakta yaparsınız. Kış yürüyüşlerinde yapılan kamplarında ateş aslında çok da tercih edilmez. Çünkü ısı dengenizi bozar veya küçücük bir kıvılcım üzerinizdeki kıyafetlere ya da çadırınıza zarar verebilir. Elbette hafta sonu arkadaşlarınızla yaptığınız kampta bilinçli yakılan bir ateş veya mangal yapmak eğlencelidir, ama asıl önemli olan normalden fazla tüketmemek yani ihtiyacınız kadar gıda almak. Kampta yapılan en önemli yanlışlardan biri yetersiz sıvı alımıdır. Mevsim ne olursa olsun muhakkak yeterli su tüketimine dikkat etmek gerekir.

Doğada yabani hayvan mı insan mı daha tehlikeli?

Ben insan görmektense yabani hayvan görmeyi tercih ederim. Çünkü hayvan durduk yerde orda bir insan grubu var, gideyim de bir rahatsız edeyim demez. Onlarla nasıl iletişim kuracağınızı bildikten sonra hiçbir sorun yaşamazsınız. Doğada hayvan ya yuvası tehdit altındaysa ya da karnı açsa gelir. Yiyeceklerinizi çadırın önünde veya içinde tutarsanız o hayvan onu almak isteyecektir. Yiyecek torbanızı iple bir ağaca, yükseğe astığınız taktirde bir sorun yaşamazsınız. İşi bilmek gerekiyor yani.

Mesela ülkemizde en çok görülen hayvan yaban domuzu. Bu hayvan durduk yerde size saldırmaz. Ancak yuvasına, yavrularına doğru bir hamle yaparsanız size saldırır. Veya mayıs -temmuz arası erkek yılanların çiftleşme sezonu olduğu için oldukça agresiflerdir. Bu dönemde uzun otlardan geçecekseniz üstüne basmamak için dikkatli olmanız gerekiyor. Kısaca gerekli bilgi varsa sorun yok. Fakat insan öyle değil. Örneğin siz bir yerde kamp yapıyorsunuz, 4-5 kişi bir araç içinde yakınınıza gelebiliyor. Bağırıyor, silah sıkıyor, alkol şişesi kırıyor ve gidiyor. Bu durumda yapabileceğiniz hiçbir şey yok.

Tamamen eğitimle alakalı. Anaokulundan, ilkokuldan itibaren çocuklar doğayla tanıştırılmalı, bilgilendirilmeli. Bizim buradaki verdiğimiz bir eğitimde tohumdan üretime yani son ürüne kadar çocuklara sürdürülebilir tarım anlatıyoruz. Evdeki her şeyin neden atık olmadığını, nasıl doğada dönüşebildiğini anlatıyoruz. Eskiden çok daha yaygın programlar vardı ama hala yenilikçi anaokullarında çok güzel doğa projeleri, eğitimler oluyor. Yeterli mi, değil. Devlet korumasındaki çocuklarla, engellilerle, bazı belediyelerle yaptığımız projeler oldu örneğin. Bu tarz çalışmalar ülke genelinde daha yaygın hale gelmeli.

Peki sizce kimler kamp yapmamalı?

Herkes yapmalı bence. Bu bir tedavi bir kere, o dinginliğin, sakinliğin herkese yarayacağına inanıyorum. Ama kaba bir liste yapmak gerekirse:

1) Doğaya saygı duymayanlar.

2) Her yerde ateş yakabileceğini düşünenler.

3) Alkol alıp kafasına göre davranabileceğini düşünenler. Aldığı alkolü tüm kamp alanına gösterenler.  Bizde maalesef “ben içiyorum ve bunu herkes görmeli “gibi bir takıntı var. “Bakın ben ne kadar çok içiyorum, hepiniz görün, gördünüz mü, tamam, şimdi artık düşüp bayılabilirim.”

4) Hayvanlara saygı duymayanlar. Korktuğu hayvana zarar verenler.

5) En başta da kendisine saygı duymayanlar kamp yapmasın. Çünkü bu saydıklarımı yapanlar muhtemelen kendisine saygı duymuyordur.

1) Benim önceliğim her zaman Karadeniz bölgesidir. Örneğin Artvin yaylaları gerçekten inanılmaz. Özellikle bahar sonu veya yazın çok güzeldir.

2) Sonbahar için muhakkak Bolu-Abant bölgesi. Göl çevresindeki yaprakların renk geçişleri de muhakkak görülmeli.

3) Yaz için Fethiye bölgesindeki ıssız koylar. Likya Yolu üzerindeki Üçağız veya Gelidonya feneri müthiş yerler. Özellikle Gelidonya fenerinde gün doğumu ve gün batımı görülmeli.

4) Niğde- Aladağlar. İlla tırmanışçı olmak zorunda değilsiniz. Çok güzel yürüyüş rotaları var. Niğde’den Toroslara inen rotada bulunan limonlu(lamos) kanyonu örneğin. Bahar sonu, yaz başı yani karlar eridikten sonra gidilmesi gereken bir yer.

5) İlkbahar veya sonbahar ayları için; Antalya, Akseki’de ismi çok enteresan olan “Giden Gelmez Dağları” var. İçinde çok büyük obruklar var. Eskiden oraya ava gidenler bu obruklara düşüp öldükleri için ismini Giden Gelmez Dağları koymuşlar. Sabahları çok erken saatlerde kayalıklara çıkan dağ keçilerini izleyebilirsiniz.

İşte böyle sevgili canlar… Ben kamp hakkında son kararımı vermeden önce öğrendiklerim doğrultusunda bahar ayında bir deneme daha yapacağım. Röportajı bitirdiğim sırada tekrar güneş açtı, yani şimdilik yine doğa güzel, güneş güzel, kamp güzel… Şimdilik… En azından hava kararana kadar.

Kamp yazısı yazıp kitabı es geçeceğimi sandıysanız, çok haklısınız :)  Az kalsın unutuyordum. Doğanın büyülü güzelliği karşısında bu hafta tek kitap önereceğim: Doğanın Kutsal Geometrisi

Uluslararası alanda tanınan ressam Francene Hart bu kitapta bizleri, Doğa’nın gizli düzenini keşfetmeye davet ediyor. Hart’ın karmaşık suluboya resimlerinin tam renkli reprodüksiyonunu ve bu resimlerin ardındaki hikâyeleri içeren bu kitap, evrensel bilince kozmik bir bakış açısı sunuyor. Joseph Campbell ve C. G. Jung’un çalışmalarının keşfiyle başlayan serüven, Amazon Ormanları, Orta Amerika, Mısır, İngiltere, İskoçya, Paris, Kamboçya ve Himalayalara kadar uzanıyor. Suyun bilincini, Toprak Ana’nın kutsallığını, başka canlıların benliğini, imgelerin doğasını ve her şeyin birbirine bağlılığını birer ilham kaynağına dönüştürüyor.

Akıldan ziyade kalbin zekâsına odaklanan ressam; jaguar, kuzgun, ahtapot ve yunus gibi güçlü hayvanlar ve ruhsal rehberlerin verdiği enerjileri araştırmak için yollara düşüyor, yaratıcı esinlenme ve öngörü için bu sezgisel güçlerden nasıl yararlanılacağını anlatıyor.

Gizemli kutsal yolu izleyerek zamansız ve mekânsız bir serüvene katılmaya hazır mısınız?

Röportaj bittikten sonra iki yıldır orada yaşayıp çalışan bir arkadaşa tesiste onu en çok şaşırtan olayı sordum. Biraz da ön yargılı olarak “alemciler mi?” diye ekleyerek peşin hüküm verdim. Kendisi zaten böyle bir şeye tesiste izin verilmediği için sorun yaşamadığını söyledi ve ekledi: “Açıkçası söylemekten utanıyorum ama beni en çok şaşırtan kadınların tuvalet kullanımı oldu. Hijyenik pedleri tuvaletteki boruların içine sıkıştırmaları sanırım beni en çok şaşırtan manzara oldu diyebilirim.”

Twitter

Instagram

Popüler İçerikler

HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
YORUMLAR
18.04.2021

bizim ülkemizde kamp yapmak için insanlara belge verilmeli . yeterliliği olan kamp yapabilmeli . bi nevi ehliyet . yoksa kamp adı altında piknik yapmaya gidenlerin nasılda memleketin içine sıçtıklarını çok görmüşlüğüm vardır . kaldıki sdece kamp yapanlar değil , yöre halkı bile çevresine düşman bu ülkede . kamp yapmaya veya doğa yürüyüşü yapmaya giderken gördüklerim içinde en kötüsü ne derseniz '' her yerde ama her yerde mutlaka çöpe rastlamak'' derim . en son bolu tarafına geçen yıl gittiğimde yol boyunca her yerde çöpler , naylonlar , pet'ler , çocuk bezleri , ambalajlar , tek kullanımlık tabak vs.'leri çok gördüm . az değil çok çok hem de .

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ