Cansu Poyraz Karadeniz Yazio: Edebiyat Öğretmenimi Nasıl Çıldırttım?

İlkokul beşinci sınıf sonrası hazırlık okumak durumunda kalmıştım. Malum, Özel Okul kuralları… (valla pislik atayım dedim, ama hayatımdaki en yararlı şey küçük yaşta İngilizce öğrenmek oldu) Türkçe, Tarih gibi temel dersler dışında sırf İngilizce eğitim gördüğümüz, annemin okula “Kızınız çete lideri oldu,” diye çağrıldığı (başka bir yazının konusu), sınıf öğretmenimizin Cansu’yla konuşmayacaksınız diye lobi kurduğu (bu da başka bir yazıya), en yakın arkadaşlarımı kaybettiğim fantastik bir seneydi.  Ama elbette her şeyin bir başlangıcı vardı ve hayatta her şeyde olduğu gibi, bu da politikti…

Edebiyat hocamız bir kitap seçmemizi ve özet çıkarmamızı söylemişti.

Seçtiğimiz kitapları önce kendisine onaylatacak, daha sonra da çalışmaya başlayacaktık. Ben de “herkes gibi” o ara okuduğum kitabı seçmiş, ertesi gün onaylatmak için okula getirmiştim. Bu arada edebiyat hocamız -şimdi bile hatırlarım- inanılmaz güzel bir kadındı. Sarışın lepiska gibi saçları, yemyeşil gözleri (mavi de olabilir yalan olmasın) olan gencecik bir kadındı.

Velhasıl, hoca sıraların arasında dolaşıyor, getirdiğimiz kitaplara bakıp onaylıyordu. Sıra bana geldiğinde de farklı bir şey olmadı, “Gülünün Solduğu Akşam” kitabımı gösterdim, “Tamam başlayabilirsin,” dedi güzel gözlü edebiyat hocamız.

Bir hafta sonra özetlerimizi okuyacağımız ders geldi, çattı. Öğretmenimiz, “Var mı ilk okumak isteyen?” dedi.

Bu noktada, ileride anlatacağım başka hikayelerime de referans olması açısından size bir sır vereyim: Ben bu cümleye hiç dayanamam. Bir 5 saniye beklerim, baktım isteyen yok, hemen atlarım. Seminerlerde de konuşmacı kendini kötü hissetmesin diye soru cevap bölümünde hep ilk atlayanlardanımdır. Maksat ortalık yumuşasın, herkes cesaretlensin (evet, farkındayım, bana ne, değil mi? ama tutamıyorum kendimi sevgili dostlar, aynısını ortamda sessizlik olduğunda da yapıyorum. Sanki ortamın neşesinden ben sorumluymuşum gibi)…

Sınıfa geri dönmek gerekirse, yine her zamanki gibi elimi kaldırdım, hocamız da sağ olsun gülümseyerek beni tahtaya davet etti.

“Merhaba arkadaşlar, ben Erdal Öz’den Gülünün solduğu Akşam kitabını özetledim sizler için. Kitabın konusu, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan adlı üç gencin…”

Hocanın yüzü buruştu, ne dediğimi anlayamıyormuş gibi yüzüme bakıyordu, “Cansucuğum, bu ne kitabı?”

“Hocam, işte geçen hafta gördüğünüz kitap,”

“Hayır ben böyle bir şey onaylamam,”

“Hocam, böyle bir şey dediğiniz ülkemiz tarihinde yaşanmış gerçek bir olay. Kitap da yasal ayrıca, her kitapçıda var.”

“Ben böyle bir kitap onaylamadım Cansu, getir bakacağım bir daha!”

“Hocam valla bugün özetleri okuyacağız diye kitabı getirmedim, ama sıra arkadaşım hatırlıyordur, ikimizinkine de baktınız ve onayladınız.”

Hocanın çaresiz bakışlarına yakalanan sıra arkadaşım, yarım yamalak evet anlamında başını salladı. O salladı, ama hoca bunu sallamadı.

“Hocam sizin onaylamadığınız kitabı niye özetleyeyim, ben zaten evde okuyorum bu kitapları. Emek verdim o kadar, özetimi okuyacağım kusura bakmayın,” dedim ve özetimi okumaya devam ettim. Hoca sağ olsun, birkaç cümle daha dayandı, ama sıkı yönetim ve cezaevi kısmında artık tutamadı kendisini, “Sen beni salak mı sanıyorsun, ben böyle bir kitaba onay vermedim.”

Haydaa… Hadi onay verdim, ama şimdi fark ettim ki yanlış yapmışım, sen okuma Cansucum otur yerine, dese anlayacağım. Ama ısrarla onu kandırdığımı, yalan söylediğimi ima ediyordu. Ergenliğin de verdiği adrenalinle kafam zehir gibiydi sevgili canlar, her söylediğine gayet terbiyeli bir şekilde cevabımı veriyor, karşı sorularla -genel kültürü zaten çok gelişmemiş- hocayı iyice kenara sıkıştırıyordum.

“Kusura bakmayın hocam, sizin korkaklığınız yüzünden ben emeğimi çöpe atamam, İzmir’in göbeğinde bu kadar özgürlüğümüz de olmayacaksa yani… Ben okuyacağım özetimi, dinlemek istemezseniz, siz bilirsiniz…” dedim ve kulaklarımı tıkayıp üç sayfalık özetimi okumaya başladım.  Sarışın, güzel gözlü hocamız daha fazla dayanamadı ve eteğini toplayıp sandalyesinin üstüne çıktı, “BEN BU SINIFA SİYASET SOKMAM DEDİM, TERBİYESİZ…”

“Daha sonra Deniz arkadaşlarıyla veda etmek için…”

“SUS DİYORUM SANA, SUS!!”

Bakın yalanım varsa hiçbir bestseller kitaba editörlük yapmak nasip olmasın, resmen kadın sandalyede tepindi a dostlar. Artık sınıf da huzursuzdu, ortada cinnetin eşiğinde, sandalye üstünde tepinen genç ve güzel bir öğretmen vardı… O anda gözümde iki seçenek belirdi: Ya eli arttıracak ve hocanın daha çok üstüne gidecektim ya da suçum olmadığı bir konuda özür dileyip yerime geçecektim. Ben eli artırmayı seçtim…

Davos’taki Cumhurbaşkanı misali, içimden, “Senin sesin çıkıyorsa benim ki daha çok çıkıyor,” dedim ve hocaya döndüm, “SUSMAYACAĞIM HOCAM! BİZ SUSTUK DİYE ASILDI BU ÜÇ GENÇ, SUSMAYACAĞIM, SİZ KORKUP SUSABİLİRSİNİZ AMA BEN SUSMAYACAĞIM!” dedim ve özetimi okumaya devam ettim.

Evet, tahmin ettiğiniz gibi genç ve güzel edebiyat hocamız ağlayarak sınıftan çıktı. Daha öğle tatiline varmadan da annem arandı ve okula çağrıldı. Normalde okuldan gelen aramaların türüne alışık olduğu için aslında çok ciddiye almazdı. Zira aynı okulda ilkokul 3. sınıftayken, Nazım Hikmet şiiri okudum diye okula çağırılmışlığı vardı. Fakat bu sefer, müdürümüz sağ olsun, “Cansu edebiyat öğretmenini ağlatarak sınıftan kaçırmış,” deyince, kendisi de bir öğretmen olan annem, gün ortasında şehrin bir diğer ucundaki okuluma geldi. Annem o sırada Kadifekale’de bir okulda müdür yardımcılığı yapıyordu.

Sonradan annemden öğrendim ki yol boyu, kızının bir öğretmeni ağlatmasına inanamamış, özel okul züppesi oldum diye çok üzülmüş. Toplantıda anneme durumu anlattıklarında içi rahatlamış. Çünkü nihayetinde o kitabı bana kendisi vermişti ve hocaya onaylattığımı da gayet iyi biliyordu.

“Şimdi, ben doğru anlamış mıyım? Kızım söylenildiği gibi bir kitap seçiyor, sınıfa getiriyor ve muhtemelen siz bu kitabın isminde “Gül” kelimesi geçtiği için bir aşk romanı sanıp onay veriyorsunuz. Daha sonra da kitabın konusu ortaya çıkınca kendinizi kaybediyor ve öğrencinizle tartışmaya giriyorsunuz. Siz bu ülkede yaşayan bir edebiyat hocası olarak Erdal Öz’ü tanımıyor ve bu kitabı bilmiyorsanız, bu sizin ayıbınız Hoca Hanım, kusura bakmayın…” diyor ve ekliyor, “Siz gün ortasında böyle konulardan okula veli çağırmaya alışık olabilirsiniz, ama ben de bir öğretmenim ve benim de sorumlu olduğum bir okul var. Bundan sonra kitap, şiir, konuşma, seminerde sorulan soru

(başka bir yazının konusu: Uğur Dündar’ı nasıl delirttim?) gibi sıkıntılarınızda lütfen beni okula çağırmayın, derdinizi telefonda anlatın,” diyor ve kurtar vadisi müziği eşliğinde okuldan çıkıp gidiyor. Şımarmayayım diye de yanıma bile uğramıyor…

Keşke okumasaydım, keşke bilmeseydim dediğim kitaplardan… Üç gencin son günlerinin birinci elden tanığı, Deniz Gezmiş’in koğuş arkadaşı (Can Yayınlarının kurucusu) Erdal Öz tarafından kaleme alınan Gülünün Solduğu Akşam; adaleti, yaşamı, cesareti, acıyı, arkadaşlığı, ihaneti, direnmeyi, ölmeyi iliklerinize sayfa sayfa işleyerek anlatıyor.

Kitabın içinden 5 müthiş alıntı yapmak, bu sefer içimden gelmedi sevgili canlar…

Bu kez tek alıntı, tek gerçek:

“…O da sözünün sonunu, faşizmin 'izm'ini tamamlayamadı; yine aynı çatlak sesin 'Çek! Çek!' diye bağırmasıyla, eliyle koluyla sehpanın başındaki cellata verdiği işaretlerle ve cellatın tabureyi hızla itivermesiyle sallanıverdi boşlukta, urganın ucunda.”

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
YORUMLAR
07.10.2020

Allahım sen bu ülkeye nice Deniz yürekli gençler ver

08.10.2020

Çok güzel bir anı valla.

Pasif Kullanıcı
25.11.2020

okuması çok zevkliydi gerçekten bir sonraki anıyı sabırsızlıkla bekliyorum

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ