Şimdi sevgili canlar, benim zamanımda işler şu şekilde yürürdü. Devlet okulunda sınıf hocası kendi öğrencilerine özel ders verirdi (elbette hepsi değil). Eh kendi özel öğrencisine kötü not verecek değildi ya da kendi hazırladığı sınav sorularından çok farklı sorular çözecek de değildi özel derslerde. Yani bir nevi kazan-kazan durumuydu. Elbette kaybeden de vardı; onları sınıf hocasına özel derse gönderemeyecek ailelerin fakir çocukları…
Benim sınıf öğretmenim; 20’li yaşlardaki kızıyla üç sokak ötemizde yaşayan, 50’li yaşlarda kısa, kıvırcık saçlı bir kadındı. Şüphesiz akıl sağlığı bozuktu, nasıl olmasındı; meğer yine 20’li yaşlarda olan bir oğlu varmış ve ders yaptığımız mutfağın balkonundan kendi atıp intihar etmiş.
Annemler üzülmüştü hallerine. Evimize davet ediyorduk, hatta kızına bizim evde doğum günü partisi bile yapmıştık. Kameraya çekmişiz bir de anı olsun diye… Zamanla anne, kızın istekleri artmaya başladı. “Ayy İzmir fuarına Muazzez Abacı geliyormuş, gidelim mi?”, “Ayy şu parfümü kızım çok beğeniyor, alır mısınız hediye olarak?” ve dahası…
3. sınıfın ilk yarısının bitmesine ve karnelerimizi almamıza iki gün kalmıştı. Ben ateşler içinde yatak döşek yatıyordum. Telefonumuz çaldı, arayan öğretmenimdi. Geçmiş olsun demeye aramış olmalıydı. Öyle olmadı. “Yüksel Hanımcım, Cansu’nun dünkü özel dersini iptal ettik ama, malum karneler verilecek iki güne… Matematik notunu boş bıraktım ben, son gün sözlüye kaldıracağım. Özel derse gelsin ki sözlüye çalıştırayım onu.”
Derinden bir “Şıp” sesi duyuldu. İşte o, bardağı taşıran son damlanın sesiydi. Ben ne karnemi almak için ne de başka bir şey için bir daha o okula gittim. O öğretmenimin yüzünü de bir daha hiç görmedim. 20 gün sonra kendimi, şehrin dışında, yeşillikler içinde parlayan kavuniçi binaların arasında; ten renkleri, tokaları, saç modelleri, konuşma şekilleriyle gözüme bir faklı gelen akranlarımın arasında buldum.
Evet, o gün merdivenlerde otururken duyduğum şey beni çok yaralamıştı. Ama gerçekti. O haklıydı. Gerçekten de oraya ait değildim. Ama bilmediği bir şey vardı ya da gözden kaçırdığı; ben tek değildim. Ve elbet bulacaktım kendim gibi olanları. Fakat benim de bilmediğim bir şey vardı, öyle bir zaman gelecekti ki, ben de artık istemeyecektim kendim gibi olmayı…
Bir yaşantının mükemmel anlatımıyla, geçmişteki bizler, neler ve nasıl yaşamalıydık, doğrular ve güzellikler neden çoğalma dı? peki geçmişe göre geleceği tasarlamak ne derecede mümkün, geçmişte, robotları, yapay zekayı daha bir çok şeyi bilmiyorduk, az bilgiyle çok gelişebilirdik...