Cansu Poyraz Karadeniz Yazio: Bir Başkadır Jung

Sevdiklerimizi, sevdiğimiz şeyleri, yarın güvencemizi ve en mühimi de manayı kaybettiğimiz, her anlamda zorlu bir süreçten geçiyoruz. Üstüne üstlük kaybettiklerimizin listesi de uzayıp gidecek gibi görünüyor.  

Böyle kara zamanlarda, insan yüzünü felsefeye çevirmek istiyor, aklındaki sorulara cevaplar bulmak, en azından o soruları daha önce soran başka insanlar tanımak istiyor. Zira aklının dehlizlerinde seni boğan soruların sana has olmadığı bilmek, o dehlize sarkıtılmış bir can halatı gibidir… 

Bitmek tükenmek bilmeyen bir arayışın eşiğinde duranlara Destek Yayınları’ndan çıkan Felsefe Serisini öneririm. Sizi bunaltmadan, “Bakın ne kadar karmaşık şeyler anlatıyorum, anlamıyorsan sen aptalsındır” kibrinden uzak, her biri yalın bir dille yazılmış birbirinden değerli filozofların hayat hikayelerini ve fikrilerini anlatan bu seri, çareyi kişisel gelişim kitaplarında arayıp bulamayanlar için yepyeni bir dünyanın kapısını açacak. 

Serinin Yayın Koordinatörü Özlem Küskü, Destek Medya bünyesinde birbirinden değerli popüler bilim kitapları yayınlayan Beyaz Baykuş yayınlarının da Genel Yayın Yönetmeni. Aynı zamanda felsefe serisinin son göz bebeği olan Carl Gustav Jung-Dışa Bakan Rüya Görür, İçe Bakan Uyanır kitabının da yazarı. Aylarca titizlikle çalıştı, onlarca okuma yaptı, e emek bu kadar büyük olunca da bence kitabı anlatmak onun hakkıydı.

“Bir Başkadır” dizisinde adı geçip arama motorlarına düşen Jung kimdir?

Yayınlanması birlikte büyük tartışma başlatan Berkun Oya imzalı Bir Başkadır dizisi; kimlikler, sınıf çatışması, kültürel kodlar, ekonomik ve sosyal çıkmazlar gibi meseleler üzerinde gezinirken bir anda İsviçreli Filozof Psikiyatr Carl Gustav Jung’u kucağımıza bırakıverdi. Haliyle tesadüfi bir seçim değildi bu. Peki neden Jung seçilmişti ve dahası Jung bize ne anlatıyordu? 

Jung 26 Temmuz 1875’te İsviçre’nin Thurgau bölgesinde, Keswill am Bodensee’de dünyaya geldi. Babası Paul Achilles Jung, Evangelist bir reformistti. Annesi Emile de tıpkı babası gibi dindar bir aileden geliyordu. Büyükbabası Carl Gustav Jung, Basel Üniversitesi’nin kurucuları arasında yer alan bir doktordu.  Bilim ve tıp, ailesinde köklü bir şekilde yerleşikti. Böyle bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Jung hayli meraklı ve ilginç bir doğaya sahipti. İnsanları gözlemlemeyi seviyor, ormanlarda hayaller kurarak dolaşıyordu. 

Daha küçük bir çocukken bile kendisini sınırlayan dünyasının ötesine geçme isteğiyle dolup taşıyordu ruhu. Öyle ki kilisede katıldığı ibadetleri sorguluyor ve din diye dayatılan şeyin iç yüzünün aslında ne olduğunu merak ediyordu. Tanrı var mıydı? İyi mi kötü müydü? Eğer iyiyse bunca kötülük nereden geliyordu? Peki ya şeytan kimdi? Belki de asıl soruların cevapları onda gizliydi. Tanrı ile ilgili sorularına papaz babasından aldığı yanıtlar onu bir türlü tatmin etmeyince çatı katındaki kütüphanede felsefe kitaplarını devirerek okuyor ve peşine takıldığı soruların cevaplarını arıyordu. İlerleyen yıllarda çözümleyebileceği ilginç rüyalar görüyor ve bambaşka bir dünyanın içinde geziniyordu.

Üniversite yıllarında psikiyatri okumaya karar verdiğinde belki de ismini tarihe yazdıracak bir psikoloji ekolünü kuracağından da habersizdi. Jung insan ruhunu anlamaya yönelik bir aşka sahipti. Ölümüne dek sürdüreceği insan ruhunu keşfetme yolculuğunda psikoloji, psikiyatri ve tıp bilgisine ek olarak yıllarca pek çok disipline dair derin okumalar ve incelemeler yaptı. Simya, astroloji, parapsikoloji, mitoloji, felsefe, dinler tarihi, Kabala, fizik bunlardan bazılarıydı. Aynı zamanda yetkin bir dilbilimciydi. Yaklaşık 6 dili konuşabiliyordu. Her kültür ve dünyadan insanla sohbet ederdi. Her şeye yönelik canlı bir ilgisi, meraklı bir doğası vardı ve ölene dek yazmayı bırakmayacak kadar üretken biriydi.

Peki “Bir Başkadır” dizisinde Jung’u nereye oturtabiliriz?

Hikâyede Jung’un seçilmesi tesadüf değil elbette. İlk olarak Jung’u kahvede arkadaşlarıyla sohbet eden Hilmi’nin ağzından duyuyoruz. Ne diyordu Hilmi: “İsviçreli bir bilim adamı diyor ki hani İslam’dır, misal konuşuyorum Tevrat’tır, Hristiyanlık, Kurandır gibi değil, bir yüce varlığın olduğuna inanma meselesi gibi söylüyor. Kişinin bireyleşme meselesi. Bak dikkat edersen bireyselleşme demiyorum. Ne diyorum? Bireyleşme diyor. Toplumsal bilinçaltı olayı var orada kolektif diye söylüyor Jung. Hepimizin ortak manada bilinçaltı durumları var. Şimdi biri doğuyor Türkiye’de, biri doğuyor İran’da biri doğuyor Uruguay’da.” Burada Hilmi’nin sözleri Meryem’i görmesiyle dudaklarında soluveriyor. 

Jung’un kurduğu analitik psikoloji ekolünü, kitapsever mahalle delikanlısı Hilmi bir çırpıda özetliyor aslında. Tüm hikâyenin geneline yayılan bir üst okumayı da böylece onun ağzından duymuş oluyoruz. Kolektif bilinçdışının kâşifi Jung, her insanın psişesinin (psişe insan zihninin, bilincinin ve bilinç dışının tamamıdır) uzak atalarının izlerini taşıdığını söyler. Bunları arketip olarak ifade eden Jung, mitoloji ve dinlerde anlatılan sembolik ifadelerde ve dahası bugünün dünyasında da bu arketipsel özlerin halen yaşadığını söyler. Arketipsel figürlere dair bir şeyin özellikle altını çizer Jung. 

Her insanın bilinçdışında yer eden bu arketipler hem ilkel insandan hem de ortaya çıktığı kişinin bireysel yaşantısından parçalar bulundurur. Hem yüzyıllardır süregelen deneyimler hem de kişisel yaşantıdan örülürler. Jung, kolektif bilinçdışı kavramını Freud’un kişisel bilinçdışı kavramına ek olarak öne sürer ve ona göre bu tamamen farklı, canlı, bir özü olan psişik bir varlıktır. Bu varlık çok daha derin bir katmandır ve tüm insanlığın psişik mirasını barındırır. Özetle her birimiz geçmişin deneyimlerini içimizde barındırırız, kolektif bilinçdışı zamansız ve mekânsız bir deneyim katmanıdır. Bu katmanda yer etmiş arketip denen kalıplar, bugün burada ve şu anda da bizde bulunurlar. 

Bu kadarlık kısımla varacağımız yer neresi olur peki?  Ortak bir özden besleniyor olmamız kesinlikle. Kimleri için Tanrı, kimileri için doğa, kozmos, evren ya da ismi her neyse ortak bir mirasın varisleriyiz der Jung ve her birimiz bu mirasın taşıyıcılarıyız. Mesele sadece bunu görmek ve günümüzün dünyasının bizi sıkıştırdığı etiketlere, milliyet, din gibi kategorileri saplanıp kalmamamızdır. Hakikat tek bir dilden konuşur ve kendi doğasına eğilen her insan hakikatin dilini anlama konusunda büyük bir adım atar. Aksi halde sadece vitrine takılı kalırız ve suya eğilen Narkissos gibi kendi yansımamızda boğuluruz.

Dünyanın sadece bir aptal tarafından anlatılan bir masal olduğu fikrine inanmak istemeyiz, öyle değil mi? Ancak ne yazık ki böyle yaşarız. Dünyaya gelir, kimliklerimize, statülerimize sarılır ve koca yaşamı tüketerek, neredeyse uykuda geçirir ve göçer gideriz. Ancak yine içten içe hayatımızda bir anlam olmasını isteriz, kendimizi tanımaya, bilmeye çabalarız.  

Delphi tapınağının kapısındaki meşhur söz ne diyordu? “Kendini bil.” Peki kendini bilmek ne demek? Bu sorunun cevabını pek çoğumuz sadece ego bilinci üzerinden veririz diyor Jung. Örneğin ben Özlem, bir yayınevinde editörüm, falancanın dostuyum, şu okulu bitirdim, şu semtte yaşıyorum, şiir okumaktan çok hoşlanıyorum, yalandan ve yılandan çok korkuyorum. Peki Özlem’in özü ne durumda? Ruhu ne diyor? 

Jung bize bir bireyleşme süreci vaat eder. Yol nereden geçerse geçsin, onun tek bir derdi vardır: Yaşamı daha sağlıklı, anlamlı ve mutlu bir hale getirmek. Bunun da yolu tüm kıyafetlerden soyunarak kişinin kendisini bulması, ruhunu keşfetmesi ve bütünleşmesi yani bireyleşmesidir. Onun kurduğu psikoloji ekolünün özü budur. İnsan bireyleşme sürecini tamamladığında bilinç ve bilinçdışı barış içinde yaşamayı ve birbirini tamamlamayı öğrendiğinde bütünleşmiş, sakin, verimli ve mutlu olur. 

O zaman bireyleşme nedir? Kişinin maskelerinin (persona) bilincine varması, karanlıklarıyla (gölge) yüzleşmesi, anima-animusunun doğasını anlaması ve onları ehlileştirmesi yani hem bilinci hem de bilinçdışını keşfetmesi ve iki dünyanın ustası olmasıdır. Tabii bunlar çok derin konular, kitapta biraz olsun açmaya çalıştım. 

Her bir bireyi tek tek toplayarak tek bir insan haline getirmeye kalktığımızda, bütünün de tıpkı tek bir insan gibi davrandığını görürüz der Jung. İnsanlık da tek bir insanın yaptığını yapar. Toplumlar da depresyona girer, psikoz geçirir ve kontrolünü kaybeder. Ancak sonuçları bireysel yaşantılarla kıyaslandığında daha yıkıcı olur. Savaşlar, katliamlar bunun sonuçlarıdır. İnsanı ortaya çıkaran katmanları tam anlamıyla çözmek imkansızdır, insan bu nedenle bir muammadır. Ancak yine de hayatta işler yolunda gitmediğinde başkalarını suçlamak yerine kendi doğamıza bakabiliriz. Bizi üzen, inciten ya da yaralayan şeylerin çaresinin yine kendimizde olduğunu anımsayabiliriz. Bu tek kişilik bir yolculuk da değildir üstelik, bütünleşmeyi, bireyleşmeyi başaran her insan sağlıklı bir toplumun da gelişmesini olanaklı kılar.  

Bu iki meseleyle birlikte Bir Başkadır üzerinden önemli iki mesajı da almış oluyoruz böylece. Bizler çağımızın birer kurbanı değil aynı zamanda onun yaratıcısıyız da der Jung. Bana göre çok büyük bir laf bu, sorumluluğu dış dünyaya atmaktan vazgeçip bugün, burada ve şu anda ne yaptığımıza bakmamız gerekiyor. Yargılamadan, etiketlemeden, gölgemizi başkasına yansıtmaktan, ötekileştirmeden kendi ruhumuzdaki çekişmeleri dindirerek, nefrete ve öfkeye kapılmadan kendimizi ve insanlığı iyileştirmenin yollarını kovalamalıyız. Bazen tıkandığım yerlerde döner kendime sorarım “Elimden gelen bu kadar mı?” diye. Belki de hepimizin dönüp kendisine sorması gereken bir soru bu, iyilik ve güzellik namına elimizden gelen bu kadar mı?

Neden Jung’u seçtin?

Şimdiye dek okuduğum en derinlikli psikiyatrlardan Jung, insan ruhuna yönelik keşifleri çok derin. Ursula Le Guin onun için “Sanat hakkındaki görüşleri sanatçılara en yakın gelen psikiyatr” demiştir. Bu yüzden de kurduğu psikoloji ekolünün yansımaları sadece psikanaliz ve terapiye değil; sanata, sinemaya, sosyolojiye, antropolojiye, teolojiye, fiziğe ve edebiyata da yansımış, onlarca sanatçıya, bilim insanına da ilham olmuştur. İzlediğiniz her filmde onun anlattıklarından bir şeyler mutlaka görürsünüz, dahası kendinizi ve çevrenizi dikkatli bir şekilde gözlemlediğinizde de. Yaratıcı dehasını ve müthiş sezgisini çok etkileyici buluyorum. Bunları toplumsal düzeyde anlatıyor olması da ayrıca çok etkileyici. Zamana iz bırakmış bir bilge. 

Araştırmaların sırasında seni en çok etkileyen veya şaşırtan neydi? 

Freud’la yaşadığı çekişmeleri gerçekten çok şaşırtıcıydı. Özellikle mektuplaşmalarında, yollarını ayırmadan önce birbirlerine yazdıkları kılıç keskinliğindeki sözlerle iki dehanın insani taraflarıyla karşılaşmak çok etkileyiciydi. Freud, Jung’u varisi ve oğlu olarak benimsemişti; ancak asi çocuk Jung, kendi yoluna gitmeyi seçecekti. Üstelik bunu da epey bir gürültü kopararak yapacaktı. Birbirlerine yazdıkları sitemkâr sözler, sanki bir aşk hikayesinin bitişi gibi hüzünlü gelmişti.

Bu kitabı okumak veya Jung’u bilmek bize ne katar?

Bu kitabı okumak, kendimizi biraz olsun tanımaya yönelik bir adım atmamızı sağlar. Ruhun ve insan bilincinin derinliğinin farkındadır Jung ve hayat, kendimizi çözmek için yeteri kadar zamanı vermez bize. Ancak yine de karanlık taraflarımızla yüzleşebilir ve kendi mitimizi yaratma yolunda ilerleyebiliriz, belki bunu deneyimlerken başkalarına da ışık olabiliriz.

Kendimize dair bildiğimizi sandığımız ama aslında hiç bilmediğimiz şey nedir? 

İşte, Özlem Küskü tarafından kaleme alınan Carl Gustav Jung-Dışa Bakan Rüya Görür, İçe Bakan Uyanır kitabından, yağmurlu bir günde pencereden dışarı bakıp üstüne saatlerce düşünebileceğimiz 5 derin alıntı… 1) “Hakikat binlerce dilde konuşsa da aslında birdir. Göremememizin nedeni kendi anlayışsızlığımızdır.” 

2) Yoksulluğun özürlü̈ demek olmadığını ve acıyı getiren ana neden olmadığını anladım. Mutluluğun ya da mutsuzluğun, cep harçlığının oranıyla bir bağlantısı olmadığını, çok daha derin nedenler olduğunu da.” 

3) “Yaşamda esas amacımız, içimizdeki gücü̈ keşfetmek, kendi gerçekliğimizi takip etmek ve her şeyimizle bütün olmayı başarmaktır.” 

4)“Ben başıma gelen şeylerin toplamı değilim, ben olmayı seçtiğim şeyim.” 

5) “İnsan, insanlığın uzak geçmişteki yaşantılarının etkisi altındadır.”

Twitter

Instagram

Popüler İçerikler

Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Askerlerine Cinsel Saldırıda Bulunan Komutana 38 Yıl 70 Ay Hapis Cezası Verildi
Mauro Icardi'den Olay Wanda Nara Paylaşımı: ''Evimde 2 Saat Boyunca Beni Taciz Etti''