Alamadığım burslara iç geçirirken, bir arkadaşımın bir gün önce bursuyla aldığı eurosunun iki katına çıkmasıyla yaşadığı sevinç, benim kursağımda duruyor hâlâ. Ülkemin en köklü üniversitelerinin birinde ekonometri gibi çapsız bir bölüm okudum. Kapitalizmden nefretim öyle başladı.
Dolandırmanın adı 'pazarlama', kalitesizliğin adı 'minimum maliyet' maksimum kar ekseninde iktisat olunca, insanlığımdan utandım.
Sonra büyük şirketlerde çalıştım, yalakalığa 'network oluşturma' dedik, performans alabilmek için çalışma arkadaşlarını sırtından vurmak da cabası.
Takdir ve onur belgelerini aldıkça fazla zekâdan nirvanaya ulaştığımı sanan ailem, beyaz yakalı olunca da alnımın akıyla çalıştığımı sandı.
Gün sonunda kimse karakterime bakmadı, hesap cüzdanımdı herkesi alakadar eden. 1 aylık bir kısa maratonun sonunda, çizgiyi geçip geçmediğim maaşımla ölçüldü.
Arkadaşlarım, akrabalarım, komşunun sümüklü oğlu daha fazla kazandıysa ahlar vahlar edildi, “Çok çalışıyorsun, mutlaka terfi etmelisin.” kırbacı vuruldu.
Böyle böyle yani hadi abartayım biraz, dalga dalga yayıldı tüm evlerde bu hadiseler.
Herkes “Daha fazla nasıl gelir elde ederim?” dedi.
Vergiden kaçırmak, malzemeden çalmak falan gayet olağan şeylerdi. Yapmayana ahmak gözüyle baktık.
Kamu görevlisinin çalışması yasaktı, kalktı eşine, tanıdığına kağıt üstünde şirket kurdu, memleketten ucuza getirdiği yağları, balları gitti çalıştığı kurumdakilere sattı.
İşyeri olan tüm babalar çocuklarını, eşlerini sigortalı gösterdi, 40 yaşımda emekli oldu insanlar bu memlekette.