Hakan BIÇAKCI, Türk Edebiyatında eksikliğini hissettiğimiz kurmaca roman/öykü boşluğunu ustaca dolduruyor. Hatta diyebilirim ki Türk Edebiyatının En İyi Kurmaca Yazarıdır kendisi.
Rüya Günlüğü, Boş Zaman, Apartman Boşluğu, Karanlık Oda, Ben Tek Siz Hepiniz, Doğa Tarihi ve Hikayede Büyük Boşluklar Var isimli kitapların müellifi.
Son birkaç aydır bomboş gözlerle monitörlere bakıyordum sadece. Bazen sırf sokaktan geçen insanlar olarak görüyordum güvenlik kamerasının çektiği kalabalığı, bazen film izlediğim dönemden kalma alışkanlıkla bir sahneyi takip eder gibi bakıyordum onlara. Birinin kolu diğerinin burnu kırılmış iki genç adam sohbet ederek geçtiğinde bir kere… Siyah beyaz… Onları film gibi seyretmiştim mesela. Ekranda kaldıkları süre boyunca düşünmüştüm. Nasıl bu hale geldiklerini…
İlk aklıma gelen kavgaya girmiş olmalarıydı. Fazlasıyla iyi anlaşıyor gibi görünmeleri bu duyguyu vermişti bana. Kavga çıksa biri diğerini yalnız bırakmazdı. Belli ki öyle olmuştu. Kavgada yumruk sayılmazdı. Çok da kötü sayılmazlardı. Birinin kolu diğerinin burnu kırılmıştı sadece. Acaba karşı taraf ne haldeydi? Belki de karşı taraf falan yoktu. Birbirleriyle kavga etmişlerdi. Sonra araları düzelmişti. Özür dilemeler, sarılmalar. Kaynayan kemikler. Belki de kavga falan yoktu. Trafik kazası geçirmişlerdi. Hangisi direksiyondaydı? Sanki burnu kırılan… Belki de başlarına gelenler birbirlerinden bağımsızdı. Yani ayrı yerlerde ayrı olaylar sonucu yaralanmışlardı. Ve hastanede tanışmışlardı. Bekleme sırasında. “Geçmiş olsun” diyalogları arasında. Çıkışta bir tost yemişlerdi. Sandviç ekmeğine. Çift kaşarlı. Biri ödemiş, diğeri itiraz edince… “Bir dahakini de sen ısmarlarsın.” Böylece bir daha görüşülmüştü. Sona bir daha…
Birinin kolu diğerinin burnu kırık siyah beyaz ikili güvenlik kamerasının güvenli sularından çıkıp gitti. Yok oldu. Karanlığa karıştı. Başını ve sonunu bilmediğim film bitti. Film sona erse de ekranı kapatmıyordum. Yedi gün yirmi dört saat açık durmalıydı monitör. Otelin broşüründe ve internet sayfasında “7/24 özel güvenlik” yazıyordu çünkü. Açık durmalıydı ve ben de başında durmalıydım. Tek başıma. Yapayalnız. Kapıda yazdığı gibi… “Yalnız Personel”. Mezar taşı gibi tepemde dikilip duran kapalı kapıda. Derin bir nefes aldım. “Bu boş odada bomboş oturmak beni çürütüyor” diye düşündüm. “Yarın ilk iş, işi bırakacağım.”
Ertesi gün istifa etmeye üşendim. Dokuz sene daha kaldım. Kendime ait o personel odasında.