Çağdaş Türk Edebiyatından Henüz Keşfedilmemiş 4 Harika Kitap

Deniz Tarsus Türk Edebiyatının kuşkusuz en güzel yazarlarından biri, belki de en güzeli. İt Gözü de Tarsus'un ikinci öykü kitabı. İlk kitabı Ayrıkotu ile 2016 yılında GİO Öykü Ödülü'nü kazanmıştı. Bu eser okunmayı kesinlikle hak ediyor, hiç olmadı en azından göz atılmalı.

Ufuğa boydan boya uzanmış güneşin yayvan ışığı tersten yüzüne vurdukça ayrıntılar netlik kazandı. Örümcek ağı parladı önünde, sonra yaprağın damarları gölge. Nefes aldım. Ciğerlerim göğsümde genişledi. Hissediyorum. Ağacın kökleri gibi yayılın. Ben, Haşmet, bu gövdeden önce bir ağacın zamanında yaşadığımı biliyorum.

Mustafa Becit'in ilk romanı edebiyat mahallelerinde ciddi ilgi uyandırdı. Kitabı için kullandığı isim, İsmet Özel'in bir şiirinden alıntılanmış. 

Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında, 

Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar.

1473 yılında Fatih Sultan Mehmed idaresindeki Osmanlı ile Uzun Hasan yönetimindeki Akkoyunlu arasındaki Otlukbeli Savaşını konu alan tarihi bir roman. Tarihi roman demişken yalın, salt bir roman olmadığını belirtmeliyim. Çünkü savaş iki kirpinin gözünden anlatılıyor.

1473, dünyanın prestijli üniversitelerinden biri olan Kingston Üniversitesi tarafından İngilizce'ye çevrildi. Ayrıca Büyük Britanya Kütüphanesindeki ilk çeviri eser olma özelliğini taşıyor. 

Kitaptan çok hoş bir alıntı:

İnsanın yarası neredeyse kalbi de orada atar. Dünyanın kalbi ise savaş meydanlarında.

2017 Haldun Taner Öykü Ödülünün sahibi. Çok fazla anlatmaya lüzum görmediğim bir isim Ömür İklim Demir. Beğenmezseniz paranız iade.

Ömür İklim Demir, bence sıradanlığı en iyi anlatan yazardır.

Kendime vereceğim bir iyi bir de kötü haberim var. Kötü haber, hayatımda hiçbir şey hayal ettiğim kadar iyi olmayacak. İki artı bir evde yalnız başıma uzun yıllar daha yaşayacağım. İyi haber, hayatımda hiçbir şey hayal ettiğim kadar kötü de olmayacak. Tek tesellim bu. Ne harikayım ne berbat. Kibrit kutularının sırtındaki kelimeyim ben: vasat. Anlatacak çocukluk hikayelerim yok. Öyle unutulmaz dostluklar, buruk ayrılıklar falan da yaşamadım. Boktan bir hayat benimkisi. Altın günlerinde şişman teyzeler yanaklarımı sıkıp büyüyünce çok can yakacak bu çocuk, demediler. Deseler komik olurdu. Bozkırın ortasındaki toplu konutlar kadar sevimliydim çünkü. Ama çok can yaktım, çok insan üzdüm. Birkaçını da fena benzettim. Saçlarım sarıdan siyaha, kıvırcıktan düze dönmedi. Başladığı gibi dümdüz gittim. Bahçeli bir evde ya da şen şakrak bir mahallede büyümedim. Annem bana özel ninniler söylemedi ve babam beni bir köşeye çekip de ne demek istediğini çok sonradan anlayacağım manalı laflar etmedi. Günbatımlarında onu düşünmedim. Askerde hiçbir kapıyı tekmeyle açıp içeri girmedim. Albayın koltuğunda viski içmedim. Tepemde mermiler vızıldamadı. Kimsenin kulaklarını kesip boynuma asmadım. Fayans sildim askerde. Ellerimle çim yoldum. Kantine gazoz taşıdım. Anlatılacak bir yanı olmadı. Kısacası roman olacak bir hayat yaşamadım. Hizmette sınır tanımayan bir bankada herkes kadar sıkılmakla meşguldüm o kadar.

Hakan BIÇAKCI, Türk Edebiyatında eksikliğini hissettiğimiz kurmaca roman/öykü boşluğunu ustaca dolduruyor. Hatta diyebilirim ki Türk Edebiyatının En İyi Kurmaca Yazarıdır kendisi.

Rüya Günlüğü, Boş Zaman, Apartman Boşluğu, Karanlık Oda, Ben Tek Siz Hepiniz, Doğa Tarihi  ve Hikayede Büyük Boşluklar Var isimli kitapların müellifi.

Son birkaç aydır bomboş gözlerle monitörlere bakıyordum sadece. Bazen sırf sokaktan geçen insanlar olarak görüyordum güvenlik kamerasının çektiği kalabalığı, bazen film izlediğim dönemden kalma alışkanlıkla bir sahneyi takip eder gibi bakıyordum onlara. Birinin kolu diğerinin burnu kırılmış iki genç adam sohbet ederek geçtiğinde bir kere… Siyah beyaz… Onları film gibi seyretmiştim mesela. Ekranda kaldıkları süre boyunca düşünmüştüm. Nasıl bu hale geldiklerini…

İlk aklıma gelen kavgaya girmiş olmalarıydı. Fazlasıyla iyi anlaşıyor gibi görünmeleri bu duyguyu vermişti bana. Kavga çıksa biri diğerini yalnız bırakmazdı. Belli ki öyle olmuştu. Kavgada yumruk sayılmazdı. Çok da kötü sayılmazlardı. Birinin kolu diğerinin burnu kırılmıştı sadece. Acaba karşı taraf ne haldeydi? Belki de karşı taraf falan yoktu. Birbirleriyle kavga etmişlerdi. Sonra araları düzelmişti. Özür dilemeler, sarılmalar. Kaynayan kemikler. Belki de kavga falan yoktu. Trafik kazası geçirmişlerdi. Hangisi direksiyondaydı? Sanki burnu kırılan… Belki de başlarına gelenler birbirlerinden bağımsızdı. Yani ayrı yerlerde ayrı olaylar sonucu yaralanmışlardı. Ve hastanede tanışmışlardı. Bekleme sırasında. “Geçmiş olsun” diyalogları arasında. Çıkışta bir tost yemişlerdi. Sandviç ekmeğine. Çift kaşarlı. Biri ödemiş, diğeri itiraz edince… “Bir dahakini de sen ısmarlarsın.” Böylece bir daha görüşülmüştü. Sona bir daha…

Birinin kolu diğerinin burnu kırık siyah beyaz ikili güvenlik kamerasının güvenli sularından çıkıp gitti. Yok oldu. Karanlığa karıştı. Başını ve sonunu bilmediğim film bitti. Film sona erse de ekranı kapatmıyordum. Yedi gün yirmi dört saat açık durmalıydı monitör. Otelin broşüründe ve internet sayfasında “7/24 özel güvenlik” yazıyordu çünkü. Açık durmalıydı ve ben de başında durmalıydım. Tek başıma. Yapayalnız. Kapıda yazdığı gibi… “Yalnız Personel”. Mezar taşı gibi tepemde dikilip duran kapalı kapıda. Derin bir nefes aldım. “Bu boş odada bomboş oturmak beni çürütüyor” diye düşündüm. “Yarın ilk iş, işi bırakacağım.”

Ertesi gün istifa etmeye üşendim. Dokuz sene daha kaldım. Kendime ait o personel odasında.

Popüler İçerikler

Çanakkale'de AK Partili Belediyenin Tepki Çeken Atatürk Afişi Kaldırıldı!
Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı
Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti