Eskiler, birçok insanın nazarla öldüğünden bahsederler; bu kişilerin hayatlarındaki iyi gidişlerin nazara gelerek bazı olumsuz etkiler içerisinde zarar gördüğünü düşünürler veya bunların şahitliğindedirler. Kimi insanlar için de kem gözlü, gözü değen, nazar eden diye nitelendirmelerde bulunulduğunu duymuş olabilirsiniz.
Bu gibi bilgiler hurafeleştirilerek, konunun matematiğinin ve mekanizmasının anlaşılmaması için ucuzlatılmıştır. Öyle ki bahsedenler; akıl yönünden eksik, ilimden, bilimden, dinden uzak olarak nitelendirilerek aşağılanmışlardır. Oysa bu konunun bir bilimi, bir ilmi mevcuttur.
Bol yağmurlu bir havada eline şemsiye alarak bir dağın başına çıkan kişiye yıldırımın isabet etme ihtimali yüksektir, değil mi? Oysaki yıldırım yukarıdan aşağıya düşmez, aşağıdan çekilir. Nazar denilen olay da aslında dışarıdan üzere gelen bir olay değil, kişinin kendine çektiği bir frekanstır.
Bu hayat ve kâinat içerisinde hiç kimse bir başkasının izni olmadan o kişiye herhangi bir şekilde zarar verme yetisine sahip değildir. Önce kişinin ısmarlamış olması, o şemsiyeyi tutuyor olması icap eder ki yıldırım, dış etki, büyü gibi farklı mekanizmaların çekim alanının içerisine girmiş olsun.
Beden içerisinde üretilen manyetik alanlar ve manyetik enerjiler; avuçlarımız, ellerimiz, ayaklarımız, nefesimiz ve gözümüz vasıtasıyla dışarıya aktarılır. Bu, birine yapılacak bir şifa olarak, bir yaratım olarak ya da zarar verici bir etki olarak kullanılabilir. Oluşan manyetik alanın ve manyetik enerjinin nazar ederek yani bakarak karşı tarafa aktarılma hâline, halk arasında “nazar değmesi” denilmektedir.
Kimi insanların nazarı daha çok değer, baktığı anda manyetik enerjisini daha fazla yoğunlaştırıp odaklayabilirken kimi insanların odağı daha az olabilir. Kimileri imrenmeyle bakıp imrendiğini kendi hayatına isteyerek çekerken bunu olumsuz ve negatif bir enerjiyle yaptığı için de gözleri ile zarar verebilir. Burada nazar edilen insanın çekim alanında olması önemlidir. Bir kimse, yaşadığı bir hâli, bir eşyayı; yeni aldığı bir kıyafeti, arabayı gereği kadar kendisine layık görmez ve başkalarına göstermek isteyip bu enerjiyle tatmin olma, kendini değerli hissetmeye çalışırsa yıldırımı çektiği yer tam olarak burası olur. Zenginliği, parayı, maddeyi sindirmiş bir şekilde kullanan kişi nazarı çekmez -tam tersine- doğallıkla, yağmurun yağdığı, şimşeğin çaktığı yerde dahi korumada olur; çünkü sindirilmiş maddî bilgiyi veya maddenin kendisi üzerinize verdiği enerjiyi almış, kabul etmiştir. Hayatın kendisine verdiği değeri ya da kendisinin o andaki değerliliğini biliyor oluşu ile, farkındalığı o an içerisinde mevcuttur.
Güzellik olsun, eşya olsun, ilişki olsun; bir şey için göstereyim dendiğinde, o andan itibaren dışarının nazarları açılarak korumadan çıkılabilir, korumadan çıkıldığı anda ise dışarının nazarları kişinin manyetik alanlarının üzerinde bazı olumsuz dalgalar meydana getirebilir.
Bedenimizin etrafında çeşitli ışımalar vardır, buna aura diyebiliriz. Duygu, düşünce ve tekâmül seviyesine veya o ânın enerjisine göre bedeni çevreleyen bu titreşimlerin enerji katmanları zarar gördüğünde auralarda yırtıklar, çeşitli zararlar veya parçalanmalar meydana gelebilir. Bu zarar görme durumu da duygu, düşünce ve fizik bedeninde, kaderde, hayat içerisinde çeşitli olumsuzlukları meydana getirebilir, yaratabilir. İşin mekanizmasını bildiğimizde görmekteyiz ki korunma da kendi içindedir.
Evrende aslında bir tane enerji vardır. Bu, bir enerjinin aşağıya yani bizim dünyamıza doğru indiğindeki hâli ise düalite yani pozitif-negatif, iyi-kötü vb. diye adlandırdığımız iki tane enerjidir. Bu enerjileri kimisi hayra kullanırken kimisi hayırsız işlerde kullanabilir. Herkes, kendi vazifesinde, kendi işinde ve misyonunda yoluna devam eder.