Doğumun bizim için neden bu kadar zor olduğunu ve hangi doğum türünün ne gibi faydaları ya da zararları olabileceğini hep birlikte inceleyelim.
Doğumun bizim için neden bu kadar zor olduğunu ve hangi doğum türünün ne gibi faydaları ya da zararları olabileceğini hep birlikte inceleyelim.
Homo sapiens sapiens (modern insan) türünde doğum, diğer memelilere oranla daha acılı ve daha riskli. Diğer primatlardan farklı olarak iki ayak üzerinde yürüyor olmamız vajinal doğum veya sezaryen doğum yapmanızı bile etkiliyor...
Diğer primatlarda daha düz olan leğen kemiği, daha büyük beyinli olan insan türünde yürümenin daha kolay ve dik yapılabilmesi için şekil değiştiriyor.
Yani bebeğin doğması için eğilip bükülmesi gerekiyor. Bu durum da insan doğumu için hem anne hem de bebek açısından büyük bir sorun yaratıyor.
Washburn'a göre obstetrik açmaz, bebeğin gelişimini tamamlamadan, gebeliğin sonlanmasıyla çözülebiliyor. Modern insanda beyin büyüdükçe gebelik süresi kısalıyor ve öylece doğumdaki leğen kemiğinden kaynaklanan zorluk azaltılmış oluyor.
Victoria Üniversitesi'nden Helen Kurki'ye göre ise, evrim sürecinde leğen kemiği ve doğum kanalı genişleyebilirdi, ama buna ihtiyaç olmadığı, çünkü doğumun esas sorunun bir enerji sorunu olduğunu söylüyor.
Yani bu hipoteze göre, doğumun 39 haftada gerçekleşmesinin nedeni bebeğin beyni daha fazla büyümeden doğum kanalından daha kolay çıkmasını sağlamak değil, kadının enerji sınırına gelmiş olması.
Karbonhidrat yüklü beslenme fetüsün daha büyük ve şişman olmasına, böylece doğumun zorlaşmasına neden olmuş.
Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, gebelik ve doğuma bağlı sorunlar nedeniyle her gün yüzlerce anne veya bebek hayatını kaybediyor.
Eskiden dar doğum kanalı sebebiyle, çoğu vakada anne de bebek de doğum sırasında hayatını kaybediyor ve doğum kanalı genleriyle ilgili doğal bir seleksiyon yaşanıyordu. Sezaryen yöntemiyle bu seleksiyon da durmuş oldu.
Ayrıca, annenin şeker hastalığı, yüksek tansiyon gibi gebeliği zorlaştıran başka rahatsızlıkları da varsa, sezaryen yöntemi tercih edilebilir. Çünkü bu rahatsızlıklar plasentayla ilgili sorunlara yol açabiliyor.
Operasyon sırasında bağırsak veya mesane yaralanabiliyor, kan pıhtısı oluşabiliyor. Aynı zamanda cerrahi yaraların iyileşmesi için de annenin zamana ihtiyacı olduğundan, 5 güne kadar hastanede kalabiliyor. Bu süreçte karnında daha fazla ağrısı olabiliyor.
Normal doğum esnasında, doğum ağrılarıyla birlikte akciğerleri sıvıyla dolu olan bebeğin, akciğerlerinden sıvının boşalma süreci başlıyor. Sancıyla birlikte salgılanan maddeler bebeğin akciğerlerini doğum sonrasına hazırlıyor. Sezaryende doğum sancısı çekilmediğinden akciğerler hazırlıksız yakalanıyor ve bu bebeklerin ilerde de astıma yakalanma riski artıyor.
Normal doğum esnasında serviks ve uterusun kasılmasıyla, hipofiz uyarılır ve oksitosin hormonu salgılanması başlar. Bu hormon, rahim kaslarını uyararak, doğumun kolay yapılmasını sağlar. Doğumdan sonra ise kanda bolca bulunan oksitosin, meme ucunu uyararak anneden süt salınımını sağlar. Sezaryen doğumda ise, bebeği emzirmeye başlayınca meme ucunun uyarılmasını sağlayabilirsiniz. Bu nedenle süt daha geç gelebilir.
Bağırsak bakterilerinin etkilenmesi demek, besinlerin sindiriminin değişmesi demek. Sezaryen doğum yapan annelerin de daha fazla kilo aldığı, obez ya da diyabetli olma olasılıkları da yüksek olarak değerlendirilmiş. Bu durum bir döngü şeklinde devam ediyor.
Dolayısıyla solunum sorunlarına da daha az maruz kalıyorlar. Normal doğumda anne bebeğiyle hemen temasa geçip, emzirmeye başlayabiliyor.
Germe ve yırtılma şiddetliyse, bu bölgeler için dikiş gerekebilir. Bu da idrar ve bağırsak işlevini kontrol eden pelvis kaslarının zayıflamasına veya yaralanmasına neden olabilir.
Öksürük, hapşırık veya gülme durumunda idrar sızdırma eğilimleri daha fazla oluyor.
Bilim adamları evrimsel sürecin devam ettiğini, bu nedenle kadınlarda farklı doğum kanalları boyutlarını olduğunu ve belki de ilerde sezaryen yöntemine hiç gerek duyulmayacağını düşünüyorlar.