Bursa'da Ölmeden Önce Görülmesi Gereken 10 Yer

Ulu Camii

Ulu Camii, Osmanlı Devleti ’nin dördüncü hükümdarı Yıldırım Bayezıd tarafından mimar Ali Neccar ´a 1396-1399 yılları arasında yaptırılmıştır. Rivayete göre Sultan, Niğbolu Zaferi öncesinde savaşı kazanmak için Allah’a yalvarmış ve 20 cami yaptırmayı adamıştı. Zaferden sonra damadı Emir Sultan’ın önerisi ile 20 cami yerine 20 kubbeli tek bir cami yaptırmaya karar vermişti. Cami, zaferden elde edilen ganimet ile yapılacaktı. Ancak 1402 ’deki Ankara Savaşı ’nda sultanın esir düşmesinden sonra Timur camiyi ahır olarak kullanmış, 1403 yılında Moğol Şeyhi Emir Bedrüddin yaktırmış, 1413 ’de Karamanoğlu Mehmet Bey ’in kuşatması sırasında cami tekrar yanmıştı. Onarımı, Bayezıd ’ın oğlu 1. Mehmet gerçekleştirdi ve cami 1421 yılında ibadete açıldı. 1 Mart 1855 tarihlerindeki büyük depremde 17 kubbesi çöken cami, onarım görerek 1862 yılında tekrar ibadete açılmış; 1889 yangınında da hasar görmüştür. Caminin iki minaresi vardır. Kuzeybatı köşede yer alan cami ile birlikte Yıldırım Bayezıd döneminde inşa edilmiş; kuzeydoğudaki muhtemelen Çelebi Mehmet tarafından yaptırılmıştır. 2215 metrekare alan kaplayan Ulu Cami, her biri dörder kubbeli 5 bölümden oluşur. Hemen hemen eşit büyüklükteki 20 kubbesinin ortasındaki kubbe açık olarak yapılmıştır. Telle örtülü bu orta kubbeden giren yağmur damlaları havuzda toplanır, ışık ise camiyi aydınlatırdı. Günümüzde kubbe camekanla kaplı olduğunda yağmur suyu toplama işlevini gerçekleştirmiş ama aydınlatma görevi devam etmektedir.

Osmanlı’nın vizyonunu ortaya koyan bir eser

Ulu Cami Osmanlı’nın vizyonunu ortaya koyan bir proje. Rumeli ve Bizans’a dönük hedefleri ortaya koyan bir eser. Bir diğer misyonu ise Ulu Cami ile Bursa artık resmen bir Osmanlı şehri olmuştur. Çünkü Osmanlı şehirlerinin merkezinde büyük bir cami vardır. Aynı zamanda Süleyman Çelebi Mevlidi burada yazmıştır. Burası bir okuldur, hocaların dersler okuttuğunu tespit edilmiştir. Önemli bir kütüphanedir, hat sanatları ile de önemli bir sanat merkezidir. İslam dini açısından 5 önemli mabetten biridir. Geçmişte Rumeli’den hacca gidenler önce Bursa’ya gelip Ulu Cami’de namaz kılar, sonra hacca gidermiş. Yani burası bu kadar önemli bir mabet.

Bursa Ulucamii'yi görmeden ölmeyin :)

Bursa'da Ulu Cami ile Orhan Cami arasında bulunan Koza Han 1491’de II. Bayezid tarafından dönemin mimarlarından Abdül ula bin Pulat Şah'a İstanbul’daki eserlerine vakıf olarak yapılmıştır. Koza Han eskiden ipek böceği kozalarının satışının yapıldığı bir yerdi. Kozalardan elde edilen ipek kumaşlar Bursa'nın tekstil merkezi olmasında ilk rolü oynamıştır.Bursa ve çevresinde yaşayan kendilerini Manavlar olarak ifade eden yaklaşık 1000 yıldır bu topraklarda yaşayan Türkler İpek Böceği üreticiliğini yüzyıllardır yapmaktadırlar. Orta Asya'dan gelen bu gelenek burada da sürdürülmüştür. Son yıllarda sentetik (petrol ürünlerinden elde edilen) iplik ve kumaşlar yüzünden ipekböceği üreticiliği çok azalmıştır. Ancak atalarımızdan gelen bu önemli meslek ile üretilen ipek kumaşlar marka olmak isteyen moda sanayi için vazgeçilmemesi gereken materyallerdir. Koza Hanın içinde geniş, dikdörtgen bir avlunun çevresinde iki katlı olan han 95 odalıdır, tam ortasında küçük bir mescidin altında bir şadırvan vardır. Odalar artık mağaza halini almıştır. Hanın doğusunda eskiden konaklamaya gelenlerin atlarını bağladıkları ahır ve depoların bulunduğu Dış Kozahan denilen ikinci bir avlulu bölüm vardır. Uzun çarşı’ya mavi çinilerle süslü bir taç kapı ile açılır. Bu süslü kapı açık çarşı ve kapalı Çarşı'ya açılır. Eski zamanlarda değişen adları; Cedid-i Evvel, Şimşek Hanı, Beylik Kervansarayı, Beylik Hanı, Cedid-i Amire ve Yeni Kervansaraydır. Koza Han halen Bursa ekonomisine ipekçilik alanında katkılarını sürdürmektedir. Üst katında ipek mamullerini satan kaliteli dükkanların yanı sıra alt katta da kafeteryalar mevcuttur. Hem ziyaret, hem ticaret hem de dinlenmek için Bursa'nın vazgeçilmezidir.

Kozahan'ı görmeden ölmeyin :)

Bursa Tarih ve Kültür Yolu'nun en önemli geçiş noktalarından birisi Irgandı Köprüsü'dür. Gökdere üzerinde Yıldırım ilçesini Osmangazi ilçesine bağlayan, sıra gerdanlıklar gibi dizilen köprülerden en nitelikli ve en önemlisidir.

Irgandı Köprüsü h.846 /m.1442 yılında Pir Ali oğlu Tüccar Muslihiddin tarafından yaptırılmıştır. Tarihi kaynaklarda üzerinde 31 dükkân ve bir mescit ile 2 adet depo(ahır) bulunduğu belirtilen köprü, 1855 depreminde büyük zarar görmüştür. 1922 yılında Yunanlıların şehri terk etmesi sırasında ise bombalanarak tahrip edilmiştir. Köprünün 1442'de inşa edilen 31 adet dükkan ve 1 mescitten oluşan arasta yapısından, yaşanan yıkıcı deprem ve bombalamalar nedeniyle günümüze hiçbir şey kalmamıştır. Bu yıkıcı unsurlar dışında köprüye şehrin sahipleri tarafından yapılan beton ve asfalt kaplamalar ve de altyapı elemanlarıyla yıkıcı zararlar verilmiştir.

Nitelik açısından dünya üzerinde yer alan arastalı dört köprüden (İTALYA: Ponte Vecchio, Ponte Rialto, BULGARİSTAN: Osma Köprüsü, TÜRKİYE: Irgandı Köprüsü) birisi de Irgandı Köprüsü'dür.

Köprünün üzerinde hat, ebru, tezhip, minyatür, sedefkârlık, ahşap oymacılığı, nakkaşlık, geleneksel Türk el sanatları, Bursa bıçağı ve metal işleme sanatı, Bursa-İznik yöresi çiniciliği, Bursa dağ yöresi kültürü, Bursa'ya özgü damak tadıyla sunulan mantı, sepet ve köfüncülük, Bursa üzerine oldukça değerli araştırmaların yer aldığı Bursa kitaplarının satış ve teşhirinin yapıldığı mekanlar vardır.

Irgandı Köprüsü yerli ve yabancı ziyaretçilerin kültürel değerlerimizi, Bursa yöresinin simgesel değerlerini gezip görebilecekleri bir mekandır. Turistlerin aynı zamanda kültürümüzün nasıl ortaya çıktığını bire bir görerek öğrenme fırsatı yakalayabilecekleri bir yerdir.

Tarihi köprümüzde sanat atölyeleri, Mantı evi ve resim atölyesi (sergi salonu) bulunup sanatseverlere hizmet vermektedir.

Bursa Irgandı Köprüsü'nü görmeden ölmeyin :)

Osmanlı sivil mimarisinin en görkemli köy yerleşimini günümüze ulaştıran Cumalıkızık, son yıllarda ülkemiz yanında tüm dünyada da tanınmaya başlamıştır. Cumalıkızık kültür varlıkları yanında doğal varlıklarca da zengindir.

Osmanlıların Bursa’da ilk yerleştikleri bölgelerden olan Cumalıkızık, 180′i halen kullanılan, bazılarında ise koruma ve restorasyon çalışmalarının yapıldığı toplam 270 ev ile Osmanlı dönemi konut dokusunu günümüze taşımaktadır.

Cumalıkızık yerleşiminin güneydoğusunda Uludağ eteklerindeki Ihlamurcu mevkiinde Bizans devrine ait bir kilise kalıntısı 1969 yılında tespit edilmiştir, Kilise kalıntısının yüzeyde rastlanan bazı mimari parçaları Bursa Arkeoloji Müzesi’nde saklanmaktadır. Bursa yakınlarında kurulan Osmanlı Beyliği kuruluşundan kısa zaman sonra bölgeye hakim olmayı başarmış, 1326 yılında Bursa’yı, 1331 yılında İznik’i fethederek yörede varlığını kesin olarak kabul ettirmiştir. Böylece Osmanlı halkının bu topraklara yerleşerek kentler ve köyler oluşturması sağlanmıştır. Cumalıkızık vakıf köyü olarak kurulmuştur ve bu özelliğini yerleşim dokusu konut mimarisi, yaşam biçimine yansıtmıştır. Uludağ’ın kuzeyindeki dik etekler ile vadilerin arasında sıkışıp kalan yöre köylerine bu konumlarından dolayı ”kızık” adı verilmiştir. Köylerin birbirlerinden ayrılması için de dereye yakın olanına Derekızık, Fidye verene Fidyekızık ve Kızık köylerinden topluca gidilerek cuma namazı kılınan köye de Cumalıkızık adları verilmiştir.

Son Osmanlı köylerinden olan Cumalıkızık'ı görmeden ölmeyin :)

Bursa'nın Dünyaca ünlü 6 asırlık çınar ağacı

Bursa–Uludağ yolu üzerinde bulunan İnkaya Köyü`ndeki İnkaya Çınarı, 595 yıllık tarihiyle Türkiye’nin en yaşlı ağacı olma özelliğini taşımaktadır. Ziyaretçi akınına uğrayan ve Bursa’nın simgesi haline gelen çınar, 35 metrelik boyu, 9.2 metre çevresiyle dikkat çekmektedir. Her bir dalının kalınlığı 3–4 m.yi bulmaktadır.

Köy halkı, tarihi çınarın altında çay bahçesi, mangal restoran, market ve hediyelik eşya dükkanları açmış, köylü kadınların yaptığı el işlemesi ürünler, bahçelerinde yetiştirdikleri meyve ve sebzeleri satarak geçimlerini sağlamaktadır. Bu bakımdan tarihi İnkaya Çınarı aynı zamanda köy halkının da geçim kaynağıdır.

İnkaya Çınarı'nı görmeden ölmeyin :)

Gölyazı, Bursa-İzmir karayolunda Uluabat gölü (Apollont gölü) kıyısında küçük bir yarımadada kurulmuştur. Tarihi, Roma dönemine kadar gider. Roma döneminden kalanları, evlerin temel taşlarında görmek mümkündür. Tarihi ve coğrafi orijinal özellikler taşır. Apollon Krallığı'nın merkezi olarak bilinir. Köyün başlıca geçim kaynağı günümüzde balıkçılık ve zeytinciliktir. Ayrıca her sene düzenlenen Leylek Şenliği vardır

Döneminde bir süre Adramytteion (Edremit) 'na, bir süre de Kizikos (Edincik) 'a bağlı kalmıştır. İmparator Hadrianus (M.S. 117-138) 'un Bitinya gezisi sırasında kente uğradığı, kentin kapısındaki adına konulmuş onur yazısından anlaşılmaktadır.

Bizans Dönemi'nde Apollania ad Rhyndacum, önce Bitinya Piskoposluğu'na bağlı kalmış, daha sonra Nicomedia ve kısa bir süre de Kios piskoposluklarına bağlanmıştır.

Osmanlılar 1302 yılında Baleum (Koyunhisar) Savaşı'ndan sonra, bu kaleye sığınan Kite Tekfuru'nu kovalayarak ilk kez Apollania önlerine gelmişler; ancak bu kuşatma sırasında kaçak tekfurun teslim edilmesi dolayısıyla anlaşmaya vararak geri çekilmişler, yalnızca Alyos adasını ele geçirmekle yetinmişlerdir. Bu adanın ele geçirilmesiyle, esasen Apollania ad Rhyndacum'un gölün çıkış kapısındaki berkitilmiş Lopadion kalesiyle ilişiği kesilmiş bulunuyordu.

Antik kentle ilgili arkeolojik bilgiler şöyle sıralanabilir:

Kalıntılar, karayolunun 3.7 kilometre güneyinden itibaren başlamaktadır. Antik yollar, halk arasında 'Delik Taş' adıyla tanınan yerde yüzeyde görülmektedir. Birbirine paralel olarak uzanan iki yoldan batıdaki 1.7 metre genişliğindedir. Çok kullanılmış olduğu, tekerlek ve atların geçmiş olduğu yerlerdeki izlerden anlaşılmaktadır. Yolların uzantıları Nekrapol içlerine doğrudur.

Doğal kayalardan kesilmiş lahit tekneleri ve kapakların yaygın olarak görüldüğü Nekrapol Alanı'nda, antik yolların kenarında, 8.5 x 8.5 metre boyutlarında yüksek anıt mezarları bulunmakta idi. Aynı tip mezarlara göl kıyısında da rastlanmaktadır.

Dış kaleye halk arasında 'Taş Kapı' denilmektedir. Yarımadanın en dar yerini denetim altında bulundurnak için yapılmıştır. Surda 8.5 x 8.5 metre boyutlarında kare prizma bir burç yükselmektedir. Bu burcun yapımında, kentteki açıkhava tiyatrosunun taşları kullanılmıştır. Surun duvar kalınlığı bazı yerlerde 5 metreyi bulmaktadır..

Ağlayan Çınar

Anlatılan odur ki; şimdiki adı Gölyazı olan Apolyont şehrinde, Osmanlı döneminde Rumlar ve Türkler birlikte yaşarmış. Bizim delikanlı Mehmet güzeller güzeli Rum kızı Eleniye sevdalanmış. Çocukluktan beri süregelen bu aşk, Kurtuluş Savaşı yıllarında Rum köylerinin boşaltılmasııyla birlikte bir kabusa dönüşmüş. Mübadele ile Apolyontta bulunan Rumlar ile Selanik te bulunan Türkler yer değiştirmiş. Apolyonttan topyekün yola çıkan Rumlar içerisinde Mehmet'in sevgilisi Eleni ve aileside varmış. Bunu öğrenen Mehmet kalabalığın içerisinde sevdiği kızı Eleniyi aramaya başlamış. Tam onu gördüğü sırada Eleninin büyük ağabeyi Yorgi Mehmet'in yolunu kesip geri dönmesini ve Eleniyi unutmasını söylemiş. 'Bizler artık kardeş komşular değil, düşman iki milletiz. Bu iş asla olmaz!' demiş. Mehmet sevdasından asla vazgeçmeyeceğini gerekirse bu uğurda canını bile vereceğini söylemiş. Bunun üzerine sinirlenen Yorgi, hançerini çekip defalarca Mehmete saplamış. Aldığı yaralarla acılar içerisinde kıvranan Mehmet, son bir gayretle Eleniyle gizli gizli buluştuğu ulu çınarın oyuğuna kadar gelmiş.

Vücudundan akan kanlarla çınarın oyuğuna şunları yazmış:'Canım sevdiğim, sonsuza dek seni burada bekleyeceğim.' Konvoy ilerlerken Eleninin sırdaşı, can dostu Penelopi, Yorgi ile Mehmet arasında geçen tartışmayı görmüş koşarak can dostunun yanına giderek bütün olan biteni anlatmış. Olanları öğrenen Eleni, bir fırsatını bulup konvoydan ayrılarak doğruca sevdiğine koşmuş. Ancak çınarın oyuğuna geldiğinde her zaman en mutlu anlarını geçirdiği bu ulu çınar onun kabusu olmuş. Biricik sevdiği kanlar içerisinde oracıkta boylu boyuna yatıyormuş. Sevdiğinin başını kollarına almış, son kez gözlerine bakmış, hıçkırıklar içerisinde ağlayarak 'Merak etme bitanem, az sonra kavuşacağız ve sonsuza dek bu çınarın oyuğu olacak yuvamız, bu çınar var oldukça sonsuza dek yaşayacak sevdamız...'demiş.

Daha sonra belinden çözdüğü kuşağının bir ucunu çınarın bir dalına, diğer ucunu da boynuna geçirerek oracıkta canına kıymış.

Efsane odur ki; ulu çınar bu hazin öykünün ardından kanlı gözyaşları dökmeye başlamış.

Gölyazı ve Ağlayan Çınarı görmeden ölmeyin :)

Suuçtu Şelalesi, Türkiye'nin Bursa ilinin Mustafakemalpaşa ilçesine 18 km. uzaklıkta bulunan ve ilçenin içme suyu ihtiyacını karşılayan, 38 metre yükseklikten dökülen şelale. Çataltepe mevkiinde, Muradiyesarnıç Köyü yakınlarında, Karadere üzerinde fay hattının çökmesi ile oluşmuştur. Kayın, meşe, çam ağaçlarının gölgesinde serin bir dinlenme alanı olan bu alan, etrafındaki ahşap piknik masaları ve ocakları sayesinde piknikçilerin çok rağbet ettiği bir mesire yeridir.

Suuçtu Şelalesini görmeden ölmeyin :)

Tirilye, olasılıkla Mudanya’nın fethi ve Mirzeoba, Kaymakoba gibi Türkmen köylerinin kuruluşu evresinde (1321-1330 arasında) Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Fethinden sonrada Rumların çoğunluk olarak yaşadıkları bir yerleşim olma özelliğini korumuştur.

II. Bayezid döneminde İstanbul’dan 30 hane Türk’ün getirilerek yerleştirildiği ve eski kayıtlarda Kitai’nin iskelesi olarak anılmakta olan Tirilye, Osmanlı döneminde Rumların büyük çoğunlukla yaşadıkları zengin bir yerleşim yeri idi. Özellikle zeytin ve zeytinyağı dünyaca tanınmıştı. İpekböcekçiliği ve şarap üretimi ile balıkçılık da önemli uğraşlar arasında geliyordu.

1906 tarihli Hudavendigar Vilayeti Salnamesi’nde belde, şöyle tanıtılmaktadır:

Tirilye bucağı, Mudanya ilçesinin batısında ve Marmara Denizi kıyısındadır. Hoş bir havası vardır. Kasabada bir Cami-i şerif, bir İslam ve iki Hristiyan ilkokulu, yedi kilise ile eski eser niteliğinde üç manastır vardır. Kemerli denen kilisenin iç bölmelerinde bazı eski eserler bulunmaktadır. Başlıca üretimi zeytin, koza ve ev içi imalat sanayinden olarak çeşitli oda dokumalarından oluşmaktadır. Zeytin ürünü Doğu Rumeli ve Karadeniz kıyıları ile İskenderiye dolaylarına gönderilmektedir.

1909’da Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi üstüne, bir süre “Mahmutşevketpaşa” adı verilen belde, kısa süre sonra yine eski adıyla anılır olmuştur.

Yunanistan’ın 1920–1922 arasında Bursa ve çevresini işgal altında bulundurduğu dönemde, Kral Konstantin tarafından ziyaret edilen (Eylül 1921) Tirilye, 13 Eylül 1922 günü Türk ordusunun gelmesi ile işgalden kurtarılmıştır.

Kurtuluş Savaşı sonrasında beldenin Rum halkından bir bölümü kendiliğinden, bir bölümü de Lozan’da varılan “Mübadele Anlaşması” gereğince Yunanistan’a göç etti. Onların yerine Selanik ve Girit’ten gelen Müslüman-Türk göçmenler beldeye yerleştirildi. Ayrıca Selanik,Usturumca, Dedeağaç, Serez, Tikveş, Karacaovalı ve Bulgaristan'dan gelen bazı göçmenler de bölgeye yerleştirildi.

1963’te “Tirilye” adı kaldırılarak yerine 'Zeytinbağı' adı verildi. 2011’de ise Zeytinbağı ismi kaldırıldı ve beldenin ismi tekrar “Tirilye” oldu.

Bursa Tirilye'yi görmeden ölmeyin :)

Bursa’nın Çiçek Pasajı olan Arap Şükrü Sokağı kentin en gözde eğlence mekânıdır. Bu sokağın tarihi, biraz da Bursa’nın tarihidir. Bursa’nın Osmanlılar tarafından fethinin ardından, Orhan Gazi tarafından kale surlarının hemen dibinde yer alan bu mahalleye Musevilerin yerleşmesine izin verir ve ardından bu mahallede sinagog da yapılır. İspanya’dan sürülen Yahudiler 1492 yılında II. Beyazid tarafından bu sokağa yerleştirilir.

“Yahudi Mahallesi” olarak bilinen Arap Şükrü Sokağı, son 50 yılda büyük bir değişim geçirip Bursa’nın eğlence merkezi olmuştur. Bursa’da yaşamlarını sürdüren 20-30 hane Yahudi’nin ibadet ettiği Geruş ve Mayor sinagogları da bu sokaktadır.

Arap Şükrü isimli bir esnaf bu sokakta bir mekân açınca, sokak da gelişmeye başlıyor ve zamanla Arap Şükrü’nün çocuklarının yeni mekanlar açmasıyla sokak araç trafiğine kapatılıp bugünkü halini alıyor. Arap Şükrü, Bursa gecelerinin sokağıdır.

Bursa Arap Şükrü Sokağını görmeden ölmeyin :)

İskender Kebabını hepiniz bildiğinizden dolayı sizlere yine damak tadı olarak benzersiz 2 Bursa lezzetini tanıtmak istiyorum.

Pideli Köfte

Bursa'nın

en tarihi muhitlerinden Tarihi Kayıhan Çarşısında, tarihi ve modern mimariyi

harmanlayan dokusu ve Tarihi Kayıhan Çarşısının en ferah ve en nezih ortamını

yaratan pideli köfte salonları; kalite, hijyen ,tüketiciye saygı ilkelerine bağlı kalarak

Bursa'nın ve Kayıhan'ın mihenk taşı pideli köfteyi, mukaddes Türk halkına

sunmaktadır. İskender kebaptan farklı olarak özel köftesi ve özel sosu ile yine tabağa dizilmiş pidelerin üzerinde doğal tereyağ ile servis edilmektedir.

Tahanlı Pide

Bursaya özel bir unlu mamül çeşidi.. Farklı anadolu şehirlerinde de görmeniz mümkün fakat İstanbul'da bulmakta zorlanacaksınız...

Bu arada unutmadan herhangi bir harf hatası yok Bursalılar tahin değil de tahanlı kelimesini kullanmayı tercih ederler ;) 

Bursa'da pideli köfte ve tahanlı pide yemeden kesinlikle ölmeyin :)

Kaynaklar: Wikipedi, Bursagezi.net, Osmangazi Belediyesi, Gurmex.com

Popüler İçerikler

Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
YORUMLAR
13.06.2017

Bursa'da gezilecek yerler ile ilgili hazırlamış olduğum kapsamlı listeye göz atmak isterseniz. https://www.geziyerler.com/bursada-gezilecek-yerler

01.06.2017

İznik gerçekten harika bir yer, İstanbul'a yakın olması ayrıca cezbedici detaylı anlatım için https://gezsene.co/2017/06/01/iznik-cilek-kiraz-toplama-cini-ocagi/

13.10.2017

BURSA DA MUTLAKA GÖRÜLMESİ GEREKEN EN GÜZEL KÖY : MİSİ KÖYÜ https://gezsene.co/2017/10/13/bursa-da-gezilecek-en-guzel-koy-misi-koyu/

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ