Burada kütle çekimini kısaca izah etmekte fayda var.
Newton’dan Einstein’a kadar yüzyıllardır birçok bilim insanın kafa yorduğu bu kuvvet kütleye sahip tüm cisimler üzerinde etkilidir. Aslında şu an elimizde tuttuğunuz cep telefonunuzdan, masamızın üzerinde duran bilgisayarımıza kadar sürekli kütle çekimine maruz kalırız.
“Peki, biz bu çekimi neden hissetmiyoruz?”
Diyebilirsiniz. Nedeni bu kütlelerin çekiminin hissedilemeyecek ölçüde olmasıdır. Bir sivrisineğin ağırlığı kadar bir kuvveti hissetmemiz pek mümkün değildir ama her an hissettiğimiz, sayesinde hızla uzaya saçılmadığımız bir kuvvet var.
Yer çekimi kuvveti!
Bu kuvveti her saniye hissediyoruz değil mi…
Çünkü dünyamızın kütlesi öyle büyük ki bizi merkezine doğru bir mıknatıs gibi çekmekte. Daha büyük bir gezegende yaşıyor olsaydık daha çok kendine çekecek ve yürümemiz dahi zorlaşacaktı. (Bu konuyu şölene çevirmek için “yıldızlar arası” filmini şiddetle tavsiye ediyorum.) Veyahut tam tersi dünyadan daha küçük kütleli bir gezegen ya da uydu üzerinde bulunuyor olsaydık bizi kendine doğru daha az çekecekti. 1969 yılında uydumuz Ay’a ilk kez ayak basan Neil Armstrong’u hatırlayalım. Burada yine tavsiyede bulunarak Ay’da ilk insan filmini salık veriyorum.) Uydumuzun çekimi mavi gezegenimize oranla hayli küçük olduğundan astronotlar ay üstünde uçar adımlarla ilerliyorlardı.
Bu aşağı yukarı 10 senedir bilinen fakat kimsenin dikkate almadığı bir konudur. Gerçi ben burçların hiçbirini dikkate almam.
Yılancı olduk iyi mi😂