Burçak Yüce Yazio: Paralel Evrenlerdeki Hayatlarımız

Haydi, bugün beraber ilginç dünyalara dalalım.

Kiminde zengin, kiminde deli, kiminde engelli, kiminde sabıkalı, sevimli ya da suratsız, muzır, masum, belki günahkâr, mavi gözlü, İtalyan, Fransız, doktor veya ıssız bir dağda çoban olduğumuz, her birinde farklı olasılıkları barındıran evrenlerden bahsedelim.

Bundan yıllar evvel henüz yirmili yaşlarındaki bilim insanı Hugh Everett birçoğu fizik bölümünü bitiren arkadaşlarıyla benzer bir sohbetteydi. Bu konular kuantum mekaniğinin ilgi alanı içine giriyor ve sohbet gelip paralel evrene ve süperpozisyona dayanıyordu. 

(Bilmeyenler için kısaca anlatmak gerekirse, süperpozisyon elektron gibi temel parçacıkların tek bir durumda bulunmaması yani ölçülene değin aynı anda birden fazla yerde, hızda ve yönde olma halidir. Bir parçacığın konumunu ve hızını aynı anda ölçemezsin.) 

Ancak bizim yaşadığımız makro evrende alışageldiğimiz üzere bir şey ya bir yerdeydi ya da başka bir yerde. Olasılık değil, kesinlik hâkimdi. Makro evrende mikro evrendeki gibi belirsizlik, süperpozisyon yoktu. Bu arada iyi ki de böyle çünkü makro evrende bir insanın süperpozisyonda olduğunu görsek aklımızı yitirebilirdik.

Burada bilim insanlarını rahatsız eden konu şuydu:

Mikro ve makro evren bazı fizik kuralları dışında birbirine çok benziyorken acaba makro evrende de olasılıklardan, süperpozisyondan bahsetmek mümkün müydü?

Bizim evrenimiz de tek bir gerçeklikten oluşmuyor,  yaşadığımız her şey, var olan her şey, gerçekleşebilecek milyonlarca olasılıktan biri olarak mı karşımıza çıkıyordu? 

Bu ihtimali ancak paralel evrenlerle açıklamak mümkündü. Yani aynı anda birçok evrende bulunabildiğimiz bir süperpozisyon hali…

Kulağa çok fantastik geliyor değil mi!

İşte tam da bu sebepten Everett’in bu teorisi ilk başlarda çılgınca gelse de sonrasında fizikçiler arasında çokça konuşuldu. Üstüne bilim kurgunun da bir nevi üstüne atladığı bir konu olmasıyla popüler kültürde kendine yer bularak kuantum teorisinden bir haber olan milyonlarca kişinin bile ilgisini çekmeyi başardı. Elbette burada The Butterfly Effect (Kelebek Etkisi), Interstellar (Yıldızlararası) ve çoklu evrenleri konu alan başkaca bilimkurgu filmlerin başarısı toplumun dikkatini çekme hususunda yadsınamazdı.

Aslında Everett’in anlattığından tam olarak bu filmlerdeki felsefe çıkmıyordu ama basite indirgendiğinde teori bu şekilde yorumlandı. 

Hayatta aldığımız her kararla yeni evrenlere açılıyorduk. Karşımıza çıkan insanlardan, mesleki seçimlerimize, evlendiğimiz kişiden, yaşadığımız yerden, ne yediğimiz, ne dinlediğimize… Kadar her bir kararın bir alternatifi başka bir evrende başka bir şekilde gerçekleşiyordu.

Her seçimimizle yeni bir evren yaratıyor, belki bazılarında azılı bir katil oluyorduk.

Bu cidden mümkün müydü?

Misal şu sıralar dünya genelinde yaşanan felaketleri geride bırakıp başka evrenlere yelken açmak olası mıydı?

Kesin olarak bilme şansımız olmasa da bu öngörünün ihtimal dâhilinde olmasını gerektiren bazı nedenler yok değil.

Mesela çoklu evrenlerin olabilirliğini gösterebilecek bir neden evrenin çok ama çok büyük olması. Öyle büyük ki sınırlarını dahi kesin olarak keşfetmemiz mümkün görünmüyor. Zaten stabil yani sabit de değil. Gittikçe genişlemeye devam ediyor. Dünyadan yola çıkıp herhangi bir yönde sonsuza kadar gidebiliriz gibi geliyor. Bu büyüklük karşısında birçoğumuz için çoklu evrenler de olabilir. 

Teorinin destek bulmasının bir nedeni de büyük patlamadan evvel neyin olduğunu bilmek istememiz.

Yani ne oldu da o patlama oluştu?

İnsanın doğasında merak var işte! 

Bunu düşünmeden edemiyoruz. 

Beynimiz her soruya mantıklı bir çözüm bulmak istiyor. 

İşte çoklu evrenler buna da kısmen cevap olabiliyor. Bazı fizikçiler çoklu evrenlerin sosuz bölümlerine membranlar derler. Bu seçici geçirgen membranları birbirine paralel ekmek dilimlerine benzetebiliriz. Farklı boyutlardaki ekmek dilimleri. Ancak biz bu farklı boyutları algılayamayız. Çünkü kendi membranımızda biz sadece uzayın en, boy, yükseklik olmak üzere üç boyutunu ve buna ek olarak zaman boyutunu biliriz.

Dikkat edersek bir sorumuzun cevabını hala vermedik.

Peki, bu birbirine paralel evrenler büyük patlamayı nasıl açıklıyor?

Cevap, bir şekilde bu mebranların yani evrenlerin birbirlerine çarpması. Üstelik bu çarpışmalar o kadar şiddetli ki her seferinde Big Bang gibi büyük bir patlamaya neden oluyorlar. Bu sayede çoklu evrenler tekrar doğuyor.

Üstelik bilim insanları bu varsayıma bir delil sunuyorlar,

Misal Avrupa uzay ajansının (ESA) Planck teleskobunun uzayda keşfettiği yara izleri!

Bu teleskop bir süredir uzayda birçok çalışmasının yanı sıra kozmik mikrodalga arka plan ışımasıyla ilgili veriler topluyor. Evrenin ilk dönemlerinden bu yana mesaj getiren bu ışımayı inceleyen araştırmacıların bazıları bu fotoğraftaki dairesel desenlerin çoklu evrenlerin kanıtları olduğuna inanıyor. Öngörülerine göre bu desenler diğer evrenlerle çarpışan evrenimizin yara izleri olabilir.

Biz yine de prens veyahut prenses bile olabileceğimiz ihtimalini taşıyan bu paralel evrenler teorisine kendimizi çok kaptırmayalım çünkü yukarıda delil niteliği taşıyan verilerin dışında evrenler olduğuna dair sağlam bir kanıt yok. 

Kanıt yok ama sevdiğim de bir söz vardır:

Kanıtın yokluğu yokluğun kanıtı değildir.

Hele ki gerçekliğin yanında bilim henüz yolun çok başındayken. 

Bilindiği gibi bugün yok sanılan yarın var olabiliyor.

İdolüm Albert Einstein ne diyor:

“Gerçeklikle karşılaştırıldığında, bilimde vardığımız düzey ilkeldir, çocuk oyuncağıdır. Ama sahip olduğumuz en değerli şey odur.”

Yani diyeceğim, kendimizi çok kaptırmadan hayaller kurmaya devam…

Facebook

Instagram

Popüler İçerikler

Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho ile İlgili İspanya'dan Transfer İddiası Var
Kanseri Yenen Eski Arka Sokaklar Oyuncusu Dizi Setlerine Yeniden Dönme Kararı Aldı
YORUMLAR
16.08.2021

Parelel evrende yaşıyorum :))

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ