Fizik derslerinden hatırlarsanız madde aslında yoğunlaşmış enerjiydi ve bizler aslında enerjiden oluşmaktayız. Her maddenin enerjisi olduğu gibi kendine özgü bir frekansı vardır.
Peki, frekans nedir?
Buldunuz fizik öğretmenini oturduğunuz yerden bedava ders…
Olsun, kıymetli zamanınızdan çalmış, yazıma ayırmışsınız.
Sizin için değer, hemen anlatıyorum efendim,
Frekans saniyedeki titreşim sayısıdır. Bilimin ulaştığı seviyeyle artık biliyoruz ki madde atomlardan oluşur ve atomlar da sürekli titreşim hareketi yapar. Yani aslında stabil, sabit durmakta olan hiçbir şey yoktur kainatta ve etrafımızda. Canlı, cansız fark etmeksizin her varlık bir frekans yayar. Misal çiçekler arasında frekansı en yüksek bitkilerin başında gül gelir. Muhtemel ki dalındaki mis kokulu gülün bize iyi gelmesi bu sebepledir.
Mesela yediğimiz gıdalar bile frekansımız üzerinde etkilidir. Çikolatanın veya kahvenin ruhumuza iyi gelmesi enerji düzeyimizi yükseltmesi benzer örneklerdendir.
(Enerji değerimizi, frekansımızı yükselten gıdalar bir başka yazımın konu başlığı olacak.)
Kısaca hepimiz titreşim halindeyiz ve yaydığımız değişken değerli bir frekans var.
Hatta bu frekans değerimiz o denli önemli ki normal değerinden düşük olması veya bozulması hastalılara davetiye çıkarıyor.
Vücudumuzdaki trilyonlarca hücrenin hepsi kendine özel frekanslarda titreşiyor. Bütün bu titreşimlerin toplamı kişinin genel frekans spektrumunu belirliyor. İnsan organizmasının yaydığı farklı frekanslar ise kişinin bireysel frekans alanını oluşturuyor. Her organımızın kendine has bir frekansı olduğu tartışmasını Dr. Bruce Tainio ve ekibi doksanların sonunda ortaya atıyor. Teorilerine göre örneğin beynimiz 72 MHz, kalbimiz 67-70 MHz, karaciğerimiz 55-60 MHz aralığında işlev görüyor. Dr. Royal Rife ise yıllar önce organlarımızın ve genelde vücut rezonans frekansımızın hastalıklarla değiştiğini iddia etmişti. Bakın burası çok ilginç; normalde 62-72 MHz olan vücut frekansımız gripte 57-60 MHz’e, bakteriyel enfeksiyonlarda 50 MHz’e, kanserde ise 42 MHz’ seviyelerine düşüyor. Ölüm 25 MHz ve aşağısında gerçekleşiyor.
Yani kendi içimizde radyodaki kanalların frekansı gibiyiz. Ayarı biraz ileri biraz geri kaydırınca dinlediğimiz radyo kanalı misali ya kayboluyoruz ya bozuluyoruz
“Benim yıldızım düşük” deriz ya halk arasında…
Yok efendim o öyle değil işte. Esasen düşük yıldız denen şey frekans değerindir. Ve bu düşük frekans seni hedef tahtası haline getirir, dışarıdan gelen tüm nazar, büyü, kem göz, hastalık gibi maddi-manevi olumsuz etkiler bir ok gibi fırlar, seni 12 den vurur.
İyi güzel diyorsun da önerin nedir dediğinizi duyar gibiyim,
Aslında çözüm teoride kolay, günümüz şartlarında pratikte pek mümkün değil. Bardağın hep boş tarafını gören, şükürden yoksun, sürekli karamsar, kötümser, tatminsiz, doyumsuz, her daim yakınan, yüzü hiçbir şekilde gülmeyen insanlar frekansımızı düşürür, enerjinizi emer. Böyle insanlardan mümkün ölçüde uzak durun derim.
Hayat tozpembe değil elbet. Hep yüzümüz gülmeyecek. Dertsiz insan, dikensiz gül olmaz. İnsanların dertlerini paylaşmak, yardım, etmek, derdine deva olmak insani ve gereklidir. Hatta yapılan çalışmalar başkasına yaptığın iyiliğin mutluluk hormonu düzeyinde artışa vesile olduğunu, bunun da frekansını yükselttiğini gösteriyor. Lakin ölçüyü iyi ayarlamalı.
Yeri geldiğinde derdimizi paylaşalım, dert dinleyelim ama en evvel başkalarının enerjilerini emmeden kendi enerjimizi yükseltmeye gayret edelim.
Keşke benim olsa diyen teyzelere gelsin :))