Burçak Yüce Yazio: Bu Dünya Gerçek mi Sanal mı?

Herkese merhaba.

Geçtiğimiz hafta sosyal medyamda ufak çaplı bir anket yaptım. 

Soru şuydu:

Dünyamız gerçek mi sanal mı?

Yaklaşık 300 kişinin katıldığı anketin sonucu şaşırtıcıydı çünkü katılımcıların %70 civarı sanal bir âlemde yaşadığımız kanısındaydı. Özelden gelen mesajlar ise bu konuya ciddi ciddi kafa yorduğumuzu gösteriyordu. Sanıyorum bunda henüz gösterime giren Matrix filmi serilerinin felsefesinin payı oldu. 

Görsel şöleni yanında çok az replik içerse de filmde geçen her bir cümle derin anlamlar barındırıyordu. Dolayısıyla felsefesi Antik Yunan’a kadar dayanan bir kurgusu olması filmi daha cazip kıldı. 

Konumuzla yakından ilgili bu felsefelerden biri meşhur filozof Sokrates’e aitti:

“Sorgulanmamış hayat yaşanmamış hayattır.”

Sokrates yaşanmışlıklara dayanan bu derin düşüncesiyle belli ki bizleri de derin uykumuzdan uyandırarak sorgulamaya yöneltti.

Mesela hiç bitmeyecekmiş gibi yaşayıp hatta çoğu zaman bu zanla sıkılıp, üzüntülerimizin sonu gelmeyeceğini düşünüp, yatırımlar, geleceğe dair sonsuz planlar yapıp dururuz. Hâlbuki biraz da olsa tek tanrılı dinlerin vadettiği gerçek ve sonsuz hayatı düşünüp bu dünyanın geçiciliğini idrak etsek acaba bu kadar paye verir miydik bu rüya âlemine?

Bir gün biteceğini bilsek yine de sıkılır mıydık bu kadar çabuk?

Rüya âlemi diyorum çünkü Yaratıcı buranın ahiret hayatına göre geçici ve sanal olduğunu kullarına ayetle bildiriyor.

Filmden sahneleri hatırlarsak ana karakterler başkalarının yarattığı sanal bir dünyadan habersizce yaşayan insanlardı. Filmde de Neo kırmızı hapı seçip gerçek dünyaya gözlerini açtığında 'Neden gözlerim acıyor?' diye soruyor, Morpheus ise 'Çünkü daha önce onları hiç kullanmamıştın!' diyerek her birimize çok anlamlı bir mesaj veriyordu. Bizler de bu idrakle hakkıyla gözlerimizi veyahut aklımızı kullanabiliyor muyuz ne dersiniz...

Filmin Platon'un öğretisi açısından yorumuna geçecek olursak...

Platon'un 'mağara benzetmesi'ni düşünelim. Ömrü boyunca bir mağaranın duvarına dönük bir şekilde zincirlenmiş insanlar, hayatları boyunca çıkış kapısından duvara yansıyan gölgelerin gerçekliğine inanarak yaşadılar. Ta ki içlerinden biri zincirlerini kırarak gerçek dünyayı görüp ve şimdiye kadar gördüklerinin birer yansımadan ibaret olduğunu öğrenene kadar. 

Yine geliyoruz henüz bu dünyadayken gerçeğe uyanabilmeye, yani farkındalığa… 

Felsefesini bu düsturdan alan birçok film sayabiliriz. Benim ilk aklıma gelenler Avatar, Truman Show, İnception, Seçilmiş ve elbette yukarıda da bahsettiğim gibi Matrix.

Uyanmak, konfor alanından çıkmak elbette zor. Lakin bir şekilde, ömrümüzün bir durağında duraksayıp, düşünüp hayatın anlamına dair tefekkür etmek, gerçeğe aymak gerekiyor. Gerçekler sancılıdır yorar ama 'cehalet mutluluktur' diyerek uyumaya devam etmektense 'gerçekler acıdır lakin meyvesi tatlıdır' deyip yaşayacağımız zorluklarla yüzleşmek bizden beklenen reflekstir. İşin doğrusu bu fıtri bir meseledir. İç sesimiz bize bu yüzden hayat boyu bu gerçeği fısıldar.

Dünyanın Metaverse yani ileride % 100 gerçeklik hissi vereceğini vaat eden sanal gerçekliğe, VR teknolojilerine evrildiği, sanal arsaların kapı kapış satıldığı bu sanal gerçeklikte yaşayan avatarlarımızın olacağını bilmek sizi ne kadar mutlu ediyor ya da heyecanlandırıyor bilmem ama olumlu tarafları olsa da sonuçları beni daha çok endişelendiriyor. 

Steven Spielberg imzalı Başlat: Ready Player One ve benzeri filmler sanal gerçekliğin gerçek hayattan daha tercih edilebilir ve konforlu olduğu bir geleceği tasvir etse de ben öyle düşünmüyorum. Teknoloji şüphesiz artık hayatımızın yadsınamaz bir parçası ama kendi yarattığımız teknolojinin kölesi haline gelmekten, gerçeklik ve sanallığın karışacağından, teknolojiyi dünyamızı daha iyi ve yaşanılabilir bir noktaya taşıyamayacağımızdan hatta teknolojiyi de tıpkı diğer teknolojiler gibi kötü amaçlarla kullanacağımızdan korkuyorum. Ki tarih sahnesine baktığımızda korkmakta da çok haklıyım.

Bu zihin yapısına dur demezsek, doğa ve insan sömürgeciliğinden vazgeçmez, akli melekelerimizi, ahlaki değerlerimizi yitirmeye devam edersek, elimizdeki her gücü kötülüğe esile edersek dünyamızın gelecekteki halinin Matrix ve diğer filmlerden pek de farkı kalmayacak. Doğa bir süre sonra bizden intikam alacak.  

Zaten sanal ve geçici bir dünyadayken bu seçimler bana fantezi geliyor.

Sanallık içinde sanallık…

Bu dünyanın sanal olmadığına inananlar için biraz da bilimsel örnekler verelim:

Çoğumuzun bildiği gibi aslında etrafımızda analiz ederek algıladığımız her uyarı beynimizin bir yorumu. Yani renkler, tatlar, kokular, şekiller ve hisler aslında beyninizin yorumlaması. Sizin kırmızı gördüğünüz bir rengi başka bir canlı farklı renkte görebilir. Size güzel gelen bir koku bir diğer kişiyi irrite edebilir. Beyindeki bir problem halüsinasyon dediğimiz anormal bir durum yaratır ve olmayan kişi ve nesneleri görebilirsiniz. 

Daha da ilginci var! 

Atomun çok büyük bir kısmının boşluktan ibaret olduğunu düşündüğümüzde ve tüm maddelerin atomlardan oluştuğunu kabul ettiğimizde aslında maddeye değil de boşluğa dokunmuş oluyoruz. Veyahut hiçbir şeye gerçekten temas edemiyoruz. Çünkü tüm atomların en dış yörüngesi negatif yüklü elektronlarla çevrili ve aynı yüklü tanecikler birbirini iteceğinden maddelerin birbirine temas edebilmesi de imkânsız oluyor. Bizim hissettiğimiz şey ise bu elektronların birbirini itme kuvveti.

Ne kadar enteresan değil mi?

Çok değil yaklaşık on yıl önce çoğu bilim insanı için zihin ve madde arasında bir bağlantı yoktu. Akıl metafizik dünyaya, madde ise somut dünyaya aittir fikri hâkimdi. Kuantum ve genel görelilik teorileri ortaya atıldıkça bilim adamlarının geneli maddenin gizemli taraflarını fark etti ve gördüğümüz dünyanın aslında kendi içinde var olmadığı konusunda birleşti. Çünkü kuantum teorisine göre, gözlemci yani zihin gözlenenden yani maddeden ayrılamıyor, madde bir şekilde gözlendiğini hatta gözleneceğini anlıyor ve ona göre dalga ya da parçacık gibi davranıyordu. Bu bir anlamda gerçekliğin hem gözlenene hem gözlemciye muhtaçlığını gösteriyordu. 

Biri eksikse, gerçeklik silinir. 

Madde sadece dalgalar, olasılık dalgaları yani enerji olarak kalır.

Konu gittikçe daha da gizemli bir hal alıyor…

Başa dönersek bu dünyanın ahiret hayatına kıyasla sanal olduğunu düşünenlerdenim ben de. Nasıl ki bu dünyaya kıyasla rüyalarımız gerçek değil ama rüyadayken gerçek olduğunu zannedip terliyor, gülüyor, rüyamızı nabzımızı kontrol edemeyecek kadar sahici yaşıyorsak ve bunu ancak uyandığımızda anlıyorsak ahirete doğumun ardından buradaki sanallığı idrak edeceğiz.

Bilemiyorum, belki de yanlış düşünüyorum.

Meşhur fizikçi Shrödinger’in kutudaki kedi örneğini bilirsiniz. Sanıyorum kutuyu açana değin neyin ne olduğunu bilemeyeceğiz.

Bilim ne derse desin! Biz yine çiçekleri koklarken, sıcacık çorbamızı yudumlarken, aşk olurken, sevdiğimizi öperken bu duyguların bizdeki etkisini, yaşadığımız hazzı yadsıyamayız. 

Fuzuli örneğindeki gibi… 

Sevmek mi daha güzel sevilmek mi?

Ben de bu yaşımda ancak anladım ki sahici sevmek. 

Çünkü diğerinden emin olamıyorsun!

O halde sosyal mesaj geliyor,

Dünya sahi mi sanal mı bilinmez 

Bu kadar belirsizlik içinde biz çıkarsızca ve sahiden bol bol sevelim. 

Ve herkese şimdiden mutlu yıllar dilerim.

Facebook

Instagram

Popüler İçerikler

Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
RTÜK Başkanı'ndan Gündüz Kuşağı Programlarına Son İkaz: "Toptan Yok Ederiz!"
Mike Tyson Kaybetti: Tarihi Mike Tyson - Jake Paul Maçında Neler Oldu?
YORUMLAR
31.12.2021

Umarım doğa intikam almadan farkında oluruz çok güzel bir yazı 🤌🏻

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ